Atatürk hiçbir zaman kendisinin kusursuz olduğunu iddia etmemiştir. Bunun zıddını söyleyenleri de uyarmıştır, hatta bu tip insanlardan da uzak durmaya gayret etmiştir. Atatürk de bizler gibi normal birtakım konuları akıl ve mantık derecesinde değerlendirmeler yaptığı gerçeğini kabul etmektedir. Şimdi size Atatürk’ün on iki yıl hizmetinde bulunan Cemal Granda’nın gizli not ettiği belgelerden günümüze ışık tutması açısından bir örnek vermek istiyorum.
O dönemde bugünkü gibi ekonomik kriz içerisindedir. 1930–31 yıllarında hükümetin ve halkın perişanlığı hat safhadadır. Vatandaş ürettiği ürünü satamaz durumdadır. Enflasyon sürekli yükselmekte, devalüasyonla bütçe açığı gün geçtikçe felaket halini almaktadır. İnsanların durumu perişandır. Herkes “Ulusal ekonomi seferberliği yapılsın” diye feryat etmektedir. Tüccar iflas içerisinde, işsizler ordusu çığ gibi büyümektedir. Bu durumun vahametini gören sağduyulu milletvekillerinden Nuri Çoker, Yunus Nadi, Hikmet Bayur, Atatürk’ten randevu talebinde bulundular ve bir akşam yemeğinde bir araya geldiler. Nuri Çoker;
—Paşam vaziyet çok vahim. Böyle giderse memleket mahvolur” dedi. Hemen arkasından söz alan Yunus Nadir ve Hikmet Bayur birlikte söze katıldılar;
—Paşam durumumuz pek iç açıcı değil. Bu kötü gidişe ancak siz dur diyebilirsiniz” dediler. Atatürk cevaben;
—Beyler ben bir askerim. Görevim olan şeyleri bilir ve yaparım. Gerisini karışmam. Bu konuyu hükümet ve kabine üyeleri çözmelidir. Ülkede birçok yüksek ticaret okulu mezunu olan yetenekli gençler var. Bunlar arasında ehil olan birini İktisat vekili yapın” deyince Hikmet Bayur sözünde ısrar ederek;
—Paşam hiçbirimiz bu konuya sizin kadar çözüm getiremeyiz. Vakit geç olmadan hemen olaya el koymalısınız” dedi. Atatürk ise ülkenin durumunu yakinen bilmekte ve hükümetlerin basiretsizliğini de görmektedir. O biran elini çenesine dayadı, sonra Nuri Çoker’e döndü ve;
—Efendi! Bu millet bu sıkıntıdan çabuk kurtulur. Ama bunun yöntemini bilmek ve ona inanmak gerekir. İsterseniz sizi örnek alalım. Peki, siz Selanik’ten Türkiye’ye geldiniz. Oradan gelirken ne getirdiniz? Tabii ki, hiçbir şey. Şimdi neniz var? Ankara’da 100.000 liralık bir apartman, Kütahya’da 200.000 liralık bir kiremit fabrikanız var. Şimdi hepiniz bütün mallarınızı millete verirseniz bu dava kökünden halledilir. İşte size çözüm yolu” dedi. Ve sonra Yusuf Nadi ve Hikmet Bayur’a döndü.
—Bu fikre ne buyurulur” diye sordu. Onların cevabını beklemeden ekledi; Ben askerim! Allah’ın inayeti, milletin yardımı ve çalışmasıyla çok kötü günlerden memleketi ve milleti selamete çıkardık. Bunda ben bir şey yapmadım. Benim görevim çekilip bir kenara dinlenmek olacaktı. Reis-i Cumhurluğa fazla istekli değildim. Ne çare ki arzu etmediğim halde her defasında bu görev bana verilmektedir. Bu görevde kalmam belki de benim zararımadır” dedi. Bu konu üzerine ciddi şekilde duran Atatürk 9 Eylül 1932 yılında İş Bankası Genel Müdürü Celal Bayar’ı köşke çağırdı ve ona;
—Seni İktisat vekili yapıyoruz. Ülkenin durumu pek hoş değil. Bu gidişe bir dur demek gerekir” dedi. Celal Bayar ise;
—Paşam beni bağışlayın. Ben İş Bankasında kalmak istiyorum. Bu iş bile bana fazla geliyor” demesine aldırış etmeden, paşa ona dayatma yaparak;
—Sen şimdi hem İş Bankası, hem de İktisat vekilliğini yürüteceksin” dedi. Bayar fazla itiraz edemedi, her iki görevi mecburen üstlendi. Bunun üzerine hükümet yeniden yapılanmaya girdi. Kısa sürede güven ortamı sağlandı. İlk kez denk bir bütçe hazırlandı. Türk parasının değeri arttı. Enflasyon %5’ler seviyesine indi. Ödemeler, ithalat ve ihracat normale döndü.
Bu konuda Atatürk’ü örnek alalım yeter diyorum.
- - - -