DOĞU VE GÜNEY DOĞU MESELESİ Mİ KÜRT MESELESİ Mİ YA DA BİLDİK MANZARALAR MI?
          Mecliste yaşanan yemin krizi ve boykot ve ülkemizin doğusunda yaşananlar, bana tarihte Türk milleti ve Türk yurdu üzerinde emelleri olanların yeni oyunları gibi geliyor.
            İşte bu duruma binaen bu yazımızda Doğu ve Güney Doğu meselesini ele almak istedim.
Doğu Anadolu topyekun Anadolu’nun vatan yapıldığı büyük tarihi sürecin ön sözüdür.
Buralarda yaşananlar temel olarak bir etnik sorunun çok ötersindedir. Meseleleri beş ana başlıkta toplayabiliriz:
 
1.      Ekonomik boyut
2.      Eğitim boyutu
3.      Kültürel boyut
4.      Güvenlik boyutu
5.      Devlet politikası
6.      Dış etkenler
 
Dünyanın her yerinde olduğu gibi insanları aç bırakırsanız tabi bir süreç olarak etkileşimlere açık olur. Hali ile maddi açmazlar içinde kalan bölge kendisine ekmek verenlerin kılıcını sallar duruma gelmiştir. Bu yapıyı çözen batılı ülkeler ve Ortadoğu’da hesabı olanlar oportünist bir yaklaşımla bölgede kaosa sebep olmaktadır.
Doğu Anadolu özellikle de Güney Doğu Anadolu Bölgesi tarihin her döneminde önemini muhafaza etmiştir. Gerek dinler tarihi açısından, gerek Mezopotamya Medeniyeti açısından veya Nil’den Fırat’a vaat edilmiş kutsal Topraklar felsefesi açısından bakılacak olursa bölgenin her dönem niye karıştığı biraz daha net görülebilir.
Ayrıca Orta Doğu’yu elinde tutan bir coğrafi özelliğe sahip olmasının yanında hem su hem de petrol açısından gizli bir hazine niteliği taşıması da “Anadolu, Türklere bırakılmayacak kadar değerlidir” anlayışı ile birleşince Küresel emperyalistlerin hayalindeki Yeni Dünya Düzeni mimarları elbette bu toprakları karıştıracaktır.
Terör meselesine, Ermeni Asala örgütü paralelinde bir atıfta bulunacak olursak Ermeni meselesine şöyle yüzeysel bir değerlendirme yapabiliriz.
Tarihte Millit-i Sadıka unvanını almış, iç içe yaşadığımız bir topluluğun geçmişte çeşitli kışkırtmalarla böğrümüze hançer saplaması kabul edilip sineye çekilecek bir tutum değildir.
Tarihi iyi incelediğimizde de Doğu Anadolu’da bir Ermeni katliamı değil, tam tersine bir Türk katliamı yaşanmıştır. Hınçak gibi, Taşnak gibi Ermeni örgütleri, Rusların da desteğini alarak masum Anadolu insanını, kadınını, kızını, çocuğunu katletmiştir. Bütün bu yaşananlar karşısında devrin yönetimi, Ermenilerin savaş bitinceye kadar 24 Nisan 1915 de güvenli olan bir bölgeye, Suriye’ye göçüne karar vermiştir. Ama bu yolculuk sırasında hayatını kaybeden Ermeniler de olmuştur.  Veya bazı yerel saldırılar yaşanmıştır
Tarihte yaşanan bu tehcir yani göç olayını bahane eden Ermeniler, biraz da arkasına aldığı Haçlı zihniyetinin bugünkü temsilcilerinin ayyukaları ile bir bedel arayışına girmiştir.
Ermenistan’ın Türkiye politikası dört esas üzerine kuruludur.
1.      Ermeni soykırım iddialarını Türkiye’ye kabul ettirmek
2.      Türkiye kabul ettiğinde resmen özür diletmek.
3.      Türkiye özür dilediğinde, yapmış olduğu soykırımı gerekçe göstererek tazminat ödetmek.
4.      Bunlardan sonra, Doğu Anadolu üzerindeki toprak taleplerini gündeme getirmek.
 
Bütün bunlar Ermenistan’ın resmi politikası olmuşken içimizdeki Ermeni hayranlarını anlamakta güçlük çekiyoruz.
Bu da gösteriyor ki yeniden bir daha tiyatro sahnesine çıkılması gerektiği için yeni taşeron, Asala’nın ardından PKK oluyordu.
15 Ağustos 1984 Eruh Şemdinli baskınları ile adını duyuran PKK terör örgütü kendi başına hareket eden ya da Kürt kardeşlerimizi temsil eden bir yapılanma olması mümkün değildir.
Örgüt, daha piyasaya sürülmeden Amerika, İngiltere, İsrail, Yunanistan ve daha pek çok Avrupa ülkesinin iştahını kabartmış ve aradıklarını bulmanın sevinci ile bu örgüte her türlü açık desteği vermişlerdir.
Devletimiz ise hem meselenin derinliğini anlayamamış hem de oldukça yanlış bir yaklaşım ile sadece pansuman tedbirlerle iş geçiştirmiştir.
Bölgede eğitim politikamız iflas etmiş, içi boşaltılmış manevi değerlerin göz ardı edildiği ve bütünleştirici kazanımların görülmezden gelindiği bir anlayışla beraberlik gerçekleştirilememiştir.
Devlet güvenliği ihmal edemez. Teröriste şüphesiz ki anladığı dilden terörle mücadele ölçütlerinde konuşacaktır. Ama masum vatandaşa şefkatini göstermekten de imtina etmemelidir.
Bütün bunlarla birlikte sivrisineklerle uğraşmaktan ziyade bataklığı kurutmaya çalışmak, terörün dış kaynaklarını, destekçilerini, susturmak en önemli adım olacaktır.
Devlet, bölgede terörle mi teröristle mi mücadele ediyor belli değil. Daha doğrusu yıllarca verilen mücadelenin adı pek de net değil.
Hele hele kültürel haklar, demokratik özerklik gibi ayrımcılığı körükleyecek her türlü söylem kabuk bağlamış yaraları yeniden kanatacak ve fitne ateşini körüklemekten öteye gitmeyecektir.
Türkiye doğudan batıya her ferdi ile kutsal, her yeri ile değerlidir. Biz Doğu Anadolu’da yaşanan meseleleri bir Kürt sorunu olarak değerlendirmiyoruz. Bu meseleye böyle bir ad koyanlar unutmamalı ki; “Her doğulu Kürt değildir, her Kürt de PKK’lı değildir.”, ayrıca bugün doğumuzda yaşanan bu meseleyi siyasi olarak değerlendirenlerin pek çoğunun Kürt olmadığı ve maaşlarını Amerika’dan aldıkları bilinen bir gerçektir. Yani her Kürt Kürtçü değil, her Kürtçü de Kürt değildir.
Bize göre bu bölgemizdeki meselelerin çözümü bir zamanlar 1990’lı yıllarda açıklanmıştı. Ve halen geçerliliğini devam ettirmektedir. Doğu Anadolu’ya 100 bin kişilik bir kalıcı ordu götürmeliyiz. Ama bu ordu askerden ibaret değildir. Yüzlerce mühendis, yüzlerce eğitimci, yüzlerce doktor, yüzlerce sosyolog vb. ile o bölgemiz kalıcı mamur etme çalışmasına tabi tutulmalıdır.
Unutulmamalı ki, Bilge Kişi’nin dediği gibi “Onlar ne kadar Kürt ise biz de o kadar Kürt’üz. Biz ne kadar Türk isek onlar da o kadar Türk’tür.”
Elegeş anıtlarında 24 Oğuz boyunun ismi yazılmıştır. Bunlardan biri de Buğdüz Kürt boyudur. Biz, asırlarca birbirimize kız alıp kız vermişiz. Aynı Allah’a inanıyor, aynı peygambere, aynı kitaba inanıyoruz. Aynı topraklar üzerinde yaşamışız ve yaşamaya devam ediyoruz. 1000 yılı aşan bir zamandan beri beraber yaşıyoruz. Türkistan’da hala diri olan Türk kültürünü incelediğimizde görüyoruz ki Doğu ve Güneydoğu bölgemizdeki kardeşlerimiz o kültürü bütün canlılığı ile yaşıyorlar. Çok ilginçtir, Türkistan’dan Anadolu’ya yaşanan Türk göç yolarına bakıyoruz Hazar Denizi’nin güney ve kuzeyinden Anadolu’ya gelmişiz. Kürtlerinde aynı göç yollarını kullandığına şahit oluruz. Üstelik nerede Türk varsa orada Kürtlerin bulunduğuna şahit oluruz.
Çanakkale’de şehit düşen yüzlerce doğulu vatandaşımız, Yemen topraklarında yatan yüzlerce batılı insanımız vardır. Suni girişimlerle et ve tırnak birbirinden ayrılamaz.”