Brecht, okumalarımızdan aklımızda en çok yer edeni hiç kuşkusuz (en azından benim yaş kuşağım devrimcileri için) “Mücadele edenler yenilgiye uğrayabilir, mücadele etmeyen zaten yenilmiştir…” sözüdür. Elbette ki alttaki mısralar gibi yüzlerce dizesi konuşmalarımızı, tartışmalarımızı zenginleştirmek için kullandığımız, eh birazda “okur-yazarlığımızı” göstermesi için gençlik heyecanımızla “caka ” sattığımız şiirleriydi. Ölümünün 52. Yılın da dünya emekçileri arasında aynı heyecan fırtınalarını estirmeye ilk günkü gibi devam ettirmekte.
“Erik ağacı ömrü boyunca erik tanımadı.
Şimdi ben nasıl inanayım sana
Erik ağacıyım dersen,
Fakat yine de biliyorum ki
O yine de bir erik ağacı
İpucu yapraklarında…”
Bertolt Brecht (10 Şubat 1898- 14 Ağustos 1956): eserleriyle ve yaşamıyla zenginlerin sanatçısı değil, işçi sınıfının, emekçilerin sanatçısı olma tercihini yaptı. Sosyalist bir yazar, şair ve yönetmen olarak Brecht amacını sanatıyla toplumsal gerçeklere ayna tutmak ve bu düzenin değişebileceği gerçeğini göstermek olarak belirledi.
Brecht’in “Sanat toplumsal hareketliliğin yapı taşlarındandır. Ve bir üst yapı kurumudur. Doğru işlendiğinde bütün insanların çıkarına olan gerçek kültürün ve yeni olan sosyalist kuramın kurulması aracıdır” tanımlaması tam da mücadele ile sanat arasında kurulması gereken doğru diyalektik bağın ifadesiydi. Bu bakış açısı ile Brecht sanatı mücadelenin bir aracı haline getiriyor, eserleriyle işçi sınıfına, mücadele bayrağı yükseltenlere umut aşılıyordu.
“Gök, yer ve rüzgâr
Ve insanların yarattıkları
Kalabilirler ama
Sömürücüler
kalamaz.”
kalamaz.”
Yukarıdaki dizeler kadar netti Brecht’in bilinci. Nazi Almanya’sı döneminde yaşamış, iki büyük emperyalist paylaşım savaşı görmüş bir Alman sanat emekçisi olarak safını net bir şekilde belirlemiş bir devrinciydi. Sanatı da bu ideolojik çerçevede gelişti. Eserleri ve dünya görüşü sebebi ile pek çok kez yargılandı, senelerce sürgün hayatı yaşadı, vatandaşlıktan çıkartıldı. Ancak o faşizme ve emperyalist savaşa karşı mücadelesinden vazgeçmedi. İkinci emperyalist paylaşım savaşından sonra Berlin’e yerleşti ve dünya çapında ün kazanan Berliner Ensemble tiyatro topluluğunu kurdu.
Marksist dünya görüşünü benimsemiş devrimci bir sanatçı olarak sanatı kapitalist düzenin sınırlarına hapsetmeye çalışan algıya savaş açmıştı. Sanatı ayrıcalıklı bir işe, sanatçıyı ayrıcalıklı bir kimliğe dönüştüren algıya karşı hayatın içerisinde olan, gerçekçi ve toplum için üretilen sanat anlayışını benimsedi. En önemli çalışmalarını ve eserlerini tiyatro alanında verdi. Bu kapsamda “epik tiyatro” kavramını geliştirdi. “Epik tiyatro” kavramıyla geliştirdiği bakış açısını şiirlerinde de uyguladı.
“Gözünle gördüklerine
Kulağınla duyduklarına
İnan sadece
Gözünle gördüklerine
Kulağınla duyduklarına bile inanma.
İnanmaktır başka bir şeye
Bir şeye inanmamak!”
Oluşturduğu kuramda zenginlerin sanatı “kurulu düzenin devam etmesinin bir aracı” olarak kullandığı tespitini net bir şekilde yapar. kapitalist düzenin değişmezliğini dikte eden, sorgulatmayan, bir yanılsama oluşturarak sınıfsal çelişkilerin üzerini örtmeye çalışan klasik sanat anlayışının en güzel teşhirini kendi sanatıyla yapar. Klasik sanat anlayışının oluşturduğu yanılsamayı kırmak için Marksist dünya görüşünün temelini oluşturan diyalektik materyalizmi sonuna dek kullanır.
Epik tiyatro kuramıyla, klasik sanat anlayışının izleyiciye dayattığı kendisini asla yerine geçemeyeceği, sahte karakterlerle “özdeşleştirme” ve bir takım özlem, öfke ve ihtiyaçlarını bu yolla “boşaltma” taktiği karşısında kilit kavram olarak “yabancılaştırma”yı geliştirir. Böylece kitleleri pasifizme yönlendiren klasik sanat anlayışının tersine sanatı sınıfsal özü ile değerlendirir. Bununla birlikte toplum için sanat yaparken “tepeden inme”, didaktik bakış açısını yerer. Sanatı ile kitleleri düşünmeye, sorgulamaya teşvik eder. Bu da onun Marksist ideolojiyi kavrayışındaki netliğini ifade eder.
“Açmak lazım gözünü
Kavga başlarken ateşin ağzında duranın
Kendi davasına başkası sahip çıkarken
Seyredenler açın gözünüzü
…
Kendi davası adına kavgaya girmeyen
Kendi davası adına kavgaya girmeyen
Düşmanın davasında yenik çıkacak kavgadan.”
Bütün bir yaşamıyla ve sanatıyla kapitalist düzene kafa tutan devrimci sanatçı Bertolt Brecht’in eserleri halen güncelliğini korumaktadır. egemenlerin ölümünden sonra pek çok devrimci sanatçıya yaptığı “içini boşaltma” ve “metalaştırma” çabaları devrimci sanatçı Brecht’i de özel olarak hedef almaktadır.
Kimi zaman 11. Uluslararası İstanbul Bianeli’nde olduğu gibi Brecht modası geçmiş bir sanatçı olarak gösterilmeye çalışılmakta, kimi zaman da devrimci yanları budanarak popülerleştirilmektedir. Kuşkusuz ki yapılmak istenen Brecht’in güçlü bir şekilde işçilere, emekçilere ulaştırdığı dünyayı değiştirme ve dönüştürme çağrısının karartılmasıdır. Ancak kapitalist düzenin tüm çabalarına rağmen Brecht’in işçilere, emekçilere umut taşıyan mücadele çağrısı tüm güncelliği ve çarpıcılığı ile sürmekte ve beni ilk okumalarımın heyecanı gibi hala heyecanlandırmaktadır.