Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan, kendine has kuralları olan bir araçtır. İnsanlar isteklerini, duygu ve düşüncelerini birbirine aktarıp anlatmak için dil denen aracı kullanırlar.
Türkler yüzyıllardır çeşitli bölgelerde, farklı, siyasi, sosyal-kültürel nedenlerle birbirleriyle iletişim içersinde bulunmuşlardır. Buda dillerinin değişmesine, gerilemesine neden olmuştur. Türkler İslam dinini kabul edene kadar öz Türkçe yazıp öz Türkçe konuşmuşlardır. Daha sonraları Arap ve Fars kültürünü benimsemişlerdir. Tanzimat fermanıyla birlikte Fransızca ön plana çıkmıştır.
Cumhuriyetten sonra Türkçemiz için yeni bir sayfa açılmış ve yeni bir seferberlik başlatılmıştır.
 1950 yılındansonra tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de İngilizce istilası görülmüş ve dilde Batı hayranlığı oluşmuştur.
 Türkçe, yeryüzünün en eski ve en zengin dilidir. Bugünkü dillerin çoğu ortada yokken, Türkçe vardı. Türk dili, bu gün Anadolu’da Balkanlarda, Türkmenistan’da, Avrupa’da, Amerika’da ve dünyanın dört bucağında konuşulmaktadır.
UNESCO, 1980 yılında hazırladığı bir raporda Türkçeyi, dünyanın beşinci büyük dili olduğunu ifade etmiştir. Türkçe, 12 milyon km2lik bir alanda, 200 milyonu aşkın insan tarafından konuşulmaktadır.
Büyük düşünür Yahya Kemal; “Türkçe ağzımda annemin sütüdür” derken, Fazıl Hüsnü Dağlarca; “Türkçe benim ses bayrağım” diyor.
 Ne yazıkki, Türkiye’de çevre kirlenmesi, hava kirlenmesi, siyaset kirlenmesi kadar “dil kirlenmesi de” vardır.
    Osmanlı Devleti, Tanzimat’tan sonra Avrupa’ya açılma sevdasıyla şiir, hikâye, roman, tiyatro gibi edebi eserlerde ve diğer alanlarda, Batılılaşma çabaları göstermiştir. Batıdan Fransızca başta olmak üzere büyük çapta kelimeler Türkçemize sokulmuştur.  
 Ziya Gökalp bir şiirinde; Güzel dil Türkçe bize,
                                           Başka dil gece bize,  
                                           İstanbul konuşması,
                                           En saf, en ince bize.” şeklinde özetlemiştir
Aslında Türk Dil Kurumu, bu alanda daha özverili çalışmalar sergilemelidir. Yabancı terimler yerine Türkçe kelimeler kullanılmalıdır. Basın organları, bu konuda en duyarlı olması gereken kurumlardır. Ancak, TRT dışında, görsel basında duyarlı yaklaşım pek az görülmektedir. Türkçe, dışa bağımlı “özenti, alıntı” hastalığından kurtarılmalıdır. Atatürk’ün dediği gibi “Türk demek, dil demektir.”[1]
Diğer bir Önemli sıkıntı ise, Türkiye’de okuma alışkanlığı batı ülkelerinin çok gerisinde olmasıdır.
 Günümüz medyası ve yazılı basınında kullanılan yabancı kelimeler halkımızı ve yeni nesilleri büyük ölçüde etkiliyor.
Birliğin, beraberliğin, kültürün yansıtılmasında dilin son derece önemi vardır. Aslında yayın araçlarında yapılan yanlışlıklar korkunç boyutlara tırmanmaktadır. Biran evvel bu sıkıntıdan kurtulmanın bir yolunu bulmalıyız.
Türkçeyi tehdit eden dildeki yabancı öğeler, en çok “kelime ve gramer “ alıntıları şeklindedir.
Bugün ülkemizde birçok iş yerleri, kullanılan markalar, şirket adları, tüketim ürünleri yabancı kelimelerden oluşmaktadır.Ne yazık ki,bu yabancı hayranlığı ruhumuza işlemiştir. Bu konuda Milli Eğitim Bakanlığına, yerel yönetimlere, yazılı ve görsel basına önemli görevler düşmektedir
Ülkemizde yayınlanan gazete ve dergileri alıp sürekli okuyan kaç kişi vardır? Avrupalı bir vatandaş trende, vapurda, uçakta ve otobüs seyahatlerinde mutlaka bir kitap yâda dergi okuma alışkanlığı içindedir. Buyurun hep birlikte bir değerlendirme yapalım. Günde kaç dakikamızı okumak için  ayırabiliyoruz? Hem okuma özürlüyüz, hem de yabancı kelimelere ilgi ve özenti içindeyiz


[1] Karpuz, Ömer, “Anadili Bilinci Sorunu” , a.g.e, ss. 222