Türk milletinin, tarihi süreci incelendiğinde; millet bilincine ulaşması dünyadaki pek çok milletle kıyaslanamayacak kadar eski bir geçmişe sahip olduğu görülür.
Gılgamış Destanı, Hatti Kayıtları, Sümer Yazıtları ve bazı kutsal metinlerden elde edilen bilgilere göre, Hz. Nuh’un çocuklarının ve çocuklarından olan çocuklarının adları; Ham, Sam ve Yafes şeklinde olduğu belirtilmektedir. Yafes’in oğulları ise ; “Türk, Gomer, Mogog, Madai, Javan, Tubal, Meşeç, Tiras” şeklinde ad almışlardır.
Oğuz Kağan Destanı ve döneme ait Çin yıllıkları da Türklerdeki yüksek millet bilincini ortaya koymaktadır. Bunun haricinde sadece Göktürk Yazıtları bile, çağdaşları ile kıyas götürmeyecek kadar üstün millet bilincinin, en somut belgesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bir bütünlük arz eden bu tarihsel süreç içerisinde hanlar, hanedanlar, isimler değişmiş ama “millet olma bilinci” hiç değişmemiştir. O bilinç, beraberinde tarihsel bir ülkü şuurunu da ortaya koymuştur. Bu şuur, devlete mana vermiş, milleti birlik hamuru ile kenetlemiş, toprağı yurt yapmıştır.
Bütün Türk devletleri, bu ülküyü yaşatmış ve bir sonraki kuşağa aktarmıştır. Nesilden nesile taşınan ülkünün güç kaynağı da devrin ülkücüleri olmuştur.
Zaman zaman söylemler, eylemler, kavramlar, idealler köklerinin dışında manalara büründürülmek istendiği görülmüştür. Kavramlar tartışılmış, tartıştırılmış, millet bilinci ve ülkü şuuru zedelenmek istenmiştir. İşte bu anlam kargaşası, toplumdaki millet bilincinin ve “ülkü” şuurunun yeniden izah edilmesi gereğini ortaya koymuştur.
Bu sorumluluktan hareketle “ülkücülük” olarak ifade ettiğimiz fikrî yapının ve bu mücadeleyi verenlerin meselelere ait kendi çözümlerinin, uygulamalarının, gelecek tasarımlarının toplumla buluşması gerektiği ortadadır.
Belirtilen sorumluluk şuurunun, devlet iradesine dönüşmesi için; kendi mazisinden beslenen, memleketin ve milletin istikbaline ışık tutan ve millet şuurunu devlet anlayışı ile bütünleştiren; ülkücü yaklaşımları ifade etmek gerekmektedir.
Ülkücülüğün bir hayat ve eylem tarzı olduğu ve daha iyiye talip olma anlayışını barındırdığı fikrinden hareketle; satır başlarıyla millet bilincini ülkü şuuru ile diri tutan ülkücüleri şöyle ifade edebiliriz:
Ülkücü hareketin geçmişine baktığımız zaman garip Anadolu çocuklarının, aileleri tarafından gönderilen harçlıkları ile tuttukları evlerde, dumanını tüttürdükleri ocaklarında şu temel kavramlar üzerinde durduklarına şahit oluruz:
Vatan, millet, din, devlet.
Birileri bu kutsal değerleri yok etmek isterken ve millet bilincini kavrayamazken bu çocuklar, vatan çiçeğini kanları ile sulamışlar ve bugün o geçmişi anlamlandıramayanlar da dâhil, top yekûn bir milletin rahatını temin etmişlerdir.
Kunduraları eski, mideleri boş ama başları dik, yiğit Türk çocukları; millet bilincinin eseri, ülkücüler!..
...
Onlar, cihana öncü bir Türkiye oluşturma mücadelesinin sahibi olan insanlardır.
Onlar, milletinin felaketini felaketi, saadetini saadeti bilen, beklentisiz kahramanlardır.
Onlar, Türk milletini buhranlar anaforundan kurtarıp millî ve manevi bütünlüğünü sağlamış, ezel-ebet köprüsünü doğru kurmuş, kökü mazide olan bir ati hareketine mensup olanlardır.
Onlar, yok edilmek istenen bir neslin, “yeniden maneviyata dönüş hareketi” ile dirilişini sağlama mücadelesi veren vefa erleridir.
Onlar ele, bele, dile hâkim olma; tevazu ve fedakârlığı hayata hâkim kılma, yaratılanı sevme ve Yaratıcı’ya izafeten ona hizmet etme düsturları üzerine bir çizgiyi gaye edinenlerdir.
Onlar, Türk’ün tarihinden getirdiği Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi’ni diriltmek,
Türk milletinin iktisadi, siyasi ve sosyal meselelerine çözüm üretmek,
Yok edilmek istenen bir nesli yeniden asli cevheri ile tanıştırmak ve barıştırmak,
Türk gençliğini millî ve ahlaki değerleri ile donatıp sarsılmaz bir iman sahibi kılarak milletinin hizmetine sunmak,
Geçmişi ile bağları koparılan milletimizi, tarihi ile barıştırıp geleceğin milliyetçi büyük Türkiye’sini kuracak nesiller yetiştirmek için; somut, toplumcu, etkin yaklaşımları ortaya koyan bir idealin sahipleridir.
Onlar; Batıcılığı, Doğuculuğu, bir taklitçilik müessesesi hâline getiren ve bugün her türlü mesuliyet duygusundan yoksun, milletinin değerlerine küfrederek milletinin ekmeğini yiyenlere karşı millî bir bilincin diriltilmesini ülkü edinenlerdir.
Onlar, bu toprakların bin yılı aşan kardeşliğini, gelecek bin yıllara taşımak için doğudan batıya, kuzeyden güneye “bir olmak, iri olmak ve diri olmak” için gerçek kardeşliğin meşalesini yakma peşinde olanlardır.
Çünkü onlar, ülkücülüğü; dün bugün çizgisinde yarınlara ait bütün soruların cevabını ihtiva eden bir hayat nizamı olarak gördüler.
Onlar, bütün bu reel ve ideal şuuru; iman ettikleri dava adına hiç yüksünmeden, bir karşılık beklemeden, “desinler” basitliğine düşmeden, duruşunu ve mücadelesini kişilere göre değil de Türk milliyetçiliği ve Turan'a göre şekillendiren, vazgeçmeyi hiç düşünmeden fikrini, geleceğe taşıma gayesi güden millet bilincine sahip ülkücülerdir....