1924 Anayasası, Türkiye Cumhuriyeti’nin iskeletini oluşturan bir anayasaydı. Sonraki tüm değişikliklerin hiçbiri bu iskelete dokunmadan yapılan iç tadilatlar olduğunu hatırlatmak isterim. 1924 Anayasası’nın 88. maddesi “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle (Türk) ıtlak olunur” der. Farklı kimliklerin varlığı inkâr edilir. Anayasa hükmü gereği Kürt, Ermeni Arap, Rum, Çerkes, Laz, Roman, Pomak, Arnavut yoktur. Bundan böyle herkes Türk’tür.
2. maddesi 1924 Anayasası’nın ruhudur. Bu madde ilk haliyle “Türkiye Devletinin, Dîn-i İslâm’dır; resmî dili Türkçedir, makarrı Ankara şehridir” biçimindedir. Tek dil, tek mezhep, tek dine dayalı devletin temeli bu maddede ortaya konur. 1928’de yapılan değişiklikle, madde “Türkiye Devleti’nin resmî dili Türkçedir; başkenti Ankara şehridir” şeklini aldı. Devletin dini İslam’dır hükmünün kalkması, esasta bir değişiklik yaratmadı çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı ile Sünni İslam ekolü devletin bir ideolojik-politik aygıtı olarak kullanılırken İslam’ın diğer mezhepleri ve Alevilik inancı asimilasyona tabi tutuluyordu.
61 Anayasası’ndaki temel değişiklik egemen sınıflar arasındaki güçler ilişkisinin yeniden düzenlenmesidir. 1924 Anayasası ve onun 1945’de düzenlenmiş son şeklinin 4. maddesine göre “Türk Milletini ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi temsil eder ve Millet adına egemenlik hakkını yalnız o kullanır.” Tek parti egemenliği döneminde CHP, “ebedi şef” M. Kemal ve “milli şef” İnönü, “millet”in kendisi sayıldığı için onların egemenliği milletin egemenliği oluyordu(!) DP, Bayar ve Menderes döneminde egemenlik ilişkileri değişime uğradı. CHP dışında bir güç daha ortaya çıkmıştı. 60 askeri darbesi ardından yürürlüğe konan 61 Anayasası ile ırkçı-tekçi asimilasyoncu iskelete dokunmadan devletin yönetim şekli yeniden düzenlendi. 24 Anayasası’nın 4. maddesindeki “millet adına egemenlik hakkını yalnızca meclis kullanır” ilkesi değiştirilerek 61 Anayasası’nın 4. maddesinde “Millet, egemenliğini Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır” şeklini aldı. Kısacası TBMM artık yegâne egemenlik aracı değildi, “yetkili organlar” da vardı. MGK, Anayasa Mahkemesi. Senato vb. bu “yetkili organlar” dandı. 71 ve 82 anayasaları 24 ve 61 anayasalarının çizdiği çerçeveyi esas aldı.
82 Anayasası’nda, 1987’den bugüne 17 kez yüzün üzerinde maddede değişiklik yapıldı. Değişikliklerin en kapsamlısı 2010’da gerçekleştirildi. Lakin özüne içkin hiçbir müdahale yapılmadı. 2010 referandumu ile egemen sınıf içindeki değişen güç ilişkileri kısmen yeniden düzenlendi. 2007 cumhurbaşkanlığı seçiminden itibaren açığa çıkan güç kayması anayasal güvence altına alındı. Tekçi ve inkârcı ana iskelete dokunmadan Anayasa Mahkemesi ve HSYK’daki değişikliklerle hükümetin yetki alanı genişletilmiş; “Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar herhalde adliye mahkemelerinde görülür. Savaş hali haricinde, asker olmayan kişiler askerî mahkemelerde yargılanamaz” hükmüyle de icra organı kendini güvenceye almıştır.
Kürt özgürlük hareketinin şehir merkezlerinde yükselttiği direnişin merkezinde durduğu rejim krizi sürüyor. Alevilerin talepleri de, rejim krizini derinleştiren unsurlardan biri. Politik özgürlük talebi, son üç yıldır kendini farklı veçhelerle gösterse de Türkiye’nin batısında da kendini yakıcı olarak dayatmakta. Egemen yönetsel anlayış ve onun önerdiği değişim dönüşüm programı bir bütün olarak toplumun geldiği düzeyin çok gerisine tekabül etmekte. Şöyle ki; Coğrafyamızdaki Kürtler ulusal statü istiyor, Aleviler bir cemaat ya da kültürel topluluk olmadıklarını, varlıklarının ayrı bir inanç sistemi olarak kabul edilmesini dillendirip, Liberaller, demokratlar, sosyalistler özgürlük alanlarının ola bildiğince açılmasını ve demokratik bir cumhuriyet yönetimine geçilmesi konusunda ısrarcı olduklarını sergiledikleri şu anda egemenlerin ve siyasi temsilcisi AK Partisinin “başkanlı” adı altında topluma dayattığı değişim programının iflas ettiğini söylesem yeridir.
Erdoğan ve AK Parti kurmay heyeti anayasa tartışmalarını tıpkı 7 Haziran sonrası hükümet kurma sürecindeki gibi oyalama vesilesi yaparak kendi anayasasını referandumla kabul ettirmeyi hedeflemektedir. Başkanlık sistemi ile devletin yeniden yapılandırılarak rejim krizinin aşılacağı varsayılıyor.
Bugün mesele devletin yeniden yapılandırılması değil, temelden değiştirilip dönüştürülerek demokratik ve halkçı temelde, (halkların özgür ve eşit birliği, inanç ve vicdan özgürlüğü ve politik özgürlüğün önündeki tüm engellerin kaldırıldığı) yeni bir düzenin inşasıdır. Bu gerçeği anlamayan yıkıntının altında kalır.