Lakin ülkemiz egemenleri ve emirlerindeki siyasal iktidarı dış politikada Suriye üzerinden tam bir itibar kaybı yaşadığı bir süreçte 7 Haziran seçimlerinde de tek başına iktidarı kaybetmesi nedeniyle dayattığı 1 Kasım seçimleri toplumumuzda beklenen ilgiyi alakayı pek yakalayamadı. İnsanın sorası geliyor. Ne seçimi? Seçim mi var? Seçim varsa, şurada kaç hafta kaldı, neden ortada hiçbir seçim gündemi, çalışması, seçim müziği gürültüsü bile yok?
Niğde için belirtmek gerekirse AKP’nin Cumhuriyet meydanına çektiği seçim Tır ı ve MHP’nin kaldırıma açtığı seyyar stant dışında il de olsun ülke genelin de olsun tabir yerindeyse yaprak kıpırdamıyor. 26. kez 1 Kasımda yenilenecek parlamento için yapılacak seçimler seçimden başka her şeye benziyor desek yeridir.
Hattı zatında bu seçimin neden, hangi kafayla yapılıyor oluşunu kimse anlamış değil. AKP etrafında kümelenmiş asalaklar ağının iktidarı kaybetme fikrine alışkın olmadıkları ortada. Son dönemde içeride karşılaştıkları iki büyük direnişe rağmen 2071’e kadar serbest sömürüyle hükmedeceklerini düşünüyorlardı herhalde! Olsa, olsa onların kaybetmeye alışmaları için bir ara geçiş dönemi olabilir bu.
Zira basit bir akıl yürütmeyle bile son seçimde HDP-MHP-CHP’ye oy vermiş hiçbir seçmenin bu seçimde AKP’ye oy vermeyeceği görülüyor. CHP’den AKP’ye oy kayması olmayacağı açık. Kürtleri kurşunlayıp dururken Kürt halkından oy alacağını düşünmek de ayıp. Geriye MHP kalıyor ki, yapılan bir-iki transferle hele hele Kürtlere yönelik top yekûn savaş bu kadar büyümüşken MHP tabanının büyük kopuşlarla AKP’ye doğru çözüleceğini düşünmek safdillilikle eş anlamlıdır. Yine de bir “ya tutarsa!” seçimi yaşıyoruz.
Kürt sorununda gelinen aşama “normal” bir seçim gündeminin akışıyla bariz bir tezat oluşturuyor. Egemenlerimiz, TÜSİAD ve küresel sermaye seçim güvenliğinden endişeli. “Bu ortamda seçim yapılabilecek mi?” kaygısı sürüyor. Kürt sorununda devletin tarihsel inkâr siyasetini değiştirmediği bir türlü başlayamayan müzakerelerin buzdolabına konmasıyla açığa çıktı.
Şimdi tarafların birbirlerini zorladığı, müzakerelerin silahlı araçlarla, can pahasına yürütüldüğü bir ara geçiş dönemi yaşanıyor. Dönemsel olarak yükseltilen ve yükselen bu keşmekeşe karşın HDP’nin baraj altına itilemeyeceği ortada. HDP baraj altına itilse ya da boykota gitse de bu kez parlamentoda altı milyon seçmenin vekillerinin olmayacağı bir ara dönemin sistemin krizini derinleştireceği çok açık. AKP ve devlet kazanmasının mümkün olmadığı bir savaşı yükselterek parlamentonun topluma ve toplumsal dinamiklere bir umut olarak pazarlanmasının önünü tıkadı.
HDP dışında bütün partiler korku politikası yürütüyor, umut ve barış dili olan tek parti dene bilir ki HDP! AKP “bize oy vermeseniz istikrar kalmaz” diyerek istikrarsızlıkla tehdit ediyor. MHP “bize oy vermezseniz Türkiye bölünür” diyerek bölünmeyle tehdit ediyor. CHP “bize oy vermezseniz kriz büyüyecek” diyerek krizle tehdit ediyor. HDP dışında Tüm partiler kendilerine oy verilmezse daha beter bir Türkiye olacağını söylüyorlar. Öncelikli tehdit algınıza göre partilerden birine oy vermek zorundasınız. Sonuçta mevcut aritmetikle bu partilerin herhangi bir kombinasyonuyla hükümet kurulacağına göre, her halükarda daha beter bir geleceğin bizi beklediğini söylemek mümkün!
Bu seçim, bir seçimden çok kimlik kontrolüne benziyor! Mevcut durumda egemen siyaset birkaç yılda bir kimlik kontrolünün yapıldığı bir “çevirme”ye dönüştü. Sözüm ona şu dayatılmak isteniyor. Kürtsen HDP’ye, Türksen MHP’ye, İslamcıysan AKP’ye, laiksen CHP’ye oy vermek zorundasın. Zo-run-da-sın! Seçimde oy vermek doğuştan edinilen, seçmediğin kimliklerin gereği bir zorunluluk haline dönüşmekte.
Ne seçimi? Seçim mi var? Bu seçimde HDP dışında umut yok, gelecek yok, işçi için, emekçi için, Türk için, Kürt için, tüm azınlık halkları için, inanç gurupları için kısacası tüm toplum için yeni bir hayat vaat eden HDP dışında umut yok!