Daha vahşi sömürü koşullarını yaratacak istihdam politikalarında, dolaylı vergi oranlarını yükseltmekte yani zam üstüne zamda, ücretleri düşürmekte, emek maliyetini sudan ucuza getirmek için sosyal kazanımların kökünü kazımakta, kamu harcamalarını en alt sınıra çekmekte, dolayısıyla toplumsal ihtiyaçların tamamen piyasalaştırılarak devlet bütçelerinin sermayenin dolaysız kullanımına açılması yönünde gece gündüz çabalıyorlar.
Fakat aynı zenginler, emekçilere dönük bu büyük saldırının yatacağı toplumsal sonuçları da nefesini tutarak bekliyor. Yaşanan ve yaşanacak olan toplumsal patlamaların, geniş kesimler tarafından giderek daha fazla sorgulanır hale gelen kapitalist sistemin temellerini sarsmasından, sosyalizmin somut bir arayışa dönüşmesinden de çok korkuyor. O yüzden de devlet aygıtını baskı ve zor kapasitesi açısından durmaksızın tahkim ediyor. Darbe niteliğinde atanmış hükümetler oluşturarak kendisini sağlama almaya çalışıyor. Tüm dünyada şu ya da bu düzeyde harekete geçen toplumsal dinamiklerin gelecek saldırılar karşısında nasıl bir karakter kazanacağı kâbusu, kendi mezarını kazmakla eşdeğer olan adımları atmasını engellemiyor. Yaşadığı sıkışma başka çare bırakmıyor! Sermaye doğası gereği böyledir! Mezarını kazacak adımlarla ilerler, ilerlemek zorundadır!
Dünya zenginleri nefesini tutarak 2013 ABD seçimlerinin sonuçlarını bekliyor. Çünkü dişleri dökülmeye başlayan bu devin kriz politikalarında kararlı adımlar atması (işçi sınıfına dönük uygulanan saldırı politikaları yeterli görülmüyor) tüm emperyalist kapitalist sistem açısından hayati önemde. AB çekirdeği vahşi yeni liberal politikalara dayanan yol haritasıyla; aşamadığı, daha büyük krizlere dönüşeceğini bildiği durgunluğu (resesyon) yönetmeye çalışıyor. Hatta öyle ki, bu süreç, o çok büyük misyonlar yüklenen birliğin mantığına aykırı çıkışlarla iç içe yürüyor.
Bizim zenginler ve temsilcileri de artık yüksekten uçmuyor, “teğet” masalları anlatmıyorlar! Büyüme oranlarını yüzde 4’lere çektiklerini ilan ederek, sıkışma noktalarını açıkça ilan ediyorlar. “Şu anda ekonomimiz ciddi bir risk altında değil, sıcak para akışı devam ediyorlar. Bütçemizde gerekli kaynaklar mevcut; fakat AB ve ABD’de olacaklar burayı da belirleyecek!” diyorlar. Bir taraftan “risk yok” derken, bir taraftan da korkudan ıslık çalıyorlar. Çünkü ekonominin büyük oranda AB’ye dönük ihracata dayanıyor olması, dışarıdan gelen sıcak para akışına bağımlılığı, sanayinin katma değeri yüksek mallar üretmeye uygun bir altyapıdan yoksunluğu, uluslararası düzlemde kızışan rekabet, petrol başta olmak üzere enerji kaynakları konusundaki bağımlılık, geleceğe dönük ciddi risk faktörleri. Bu açıdan da özellikle 2012 için değil 2013 yılına dönük hazırlık yapıyorlar.
Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan geçtiğimiz günlerde bu hazırlığın kapsam ve içeriğini deşifre etti. Babacan konuşmalarında; hane halkı harcamalarıyla geliri arasındaki açı farkı üzerinde durarak, cari açığı da buna bağladı. Tüketimi dengelemek gerektiğinden, kredi kartı borçlarının ulaştığı rakamsal düzeyden, yastık altı birikimlerin piyasaya dâhil edilmesine dönük politikalardan, vergi oranlarından, emek gücü maliyetlerinin yüksekliğinden, emek gücü piyasalarının katılığından dem vurarak, Meclis tatile girmeden hangi yasaları hızla çıkarmayı amaçladıklarını söyledi.
Çünkü işgücü piyasaları çok katıymış! Çünkü emek maliyetleri çok yüksekmiş! O yüzden de tez elden Ulusal İstihdam Stratejisi yasalaştırılacak! Kapalı kapılar ardında tartışılan kıdem tazminatı sonuca bağlanacak! Bu sonuca göre, kıdem tazminatı için bireysel hesap açılacak, işçi bu hesaba internet üzerinden ulaşabilecekmiş. Bu yöntem kayıt dışılığı da önleyecekmiş! Bu güzellemeden sonra asıl baklayı çıkarıyor ağzından: Patronlar bu hesaba çok cüzi bir miktar yatıracakmış! Birikimin denetimi de bireysel sigorta şirketlerine verilecekmiş! Tabii bunu hemen yapamazlarmış; çünkü sendikalar buna hazır değilmiş!
Kısacası ülkem zenginleri ve onların temsilcileri emek maliyetini en alt sınıra çekmek için elimizde kalan son kırıntıları da baş döndürücü bir hızla silip süpürmek istiyor! Sağlıkta dönüşüm, kentsel dönüşüm, ormanlık alanların “satılması” yasası, eğitim yasası, sendikalar yasası. Aklımıza gelebilecek tüm yaşamsal-toplumsal ihtiyaçlar piyasanın iştahına açılırken; eğitimden-aileye kadar tüm toplumsal kurumlar, sermayenin yeni ihtiyaçları temelinde elden geçiriliyor, yeniden düzenleniyorlar.
Ülkem egemen zenginleri ve temsilcileri dünyada yaşanan sıkışmayı kendileri açısından fırsata dönüştürme hayallerinden de vazgeçmiyorlar. Bir taraftan Yunanistan’a bile “bana yaslan” diyorlarken; bir taraftan da tüm bir Ortadoğu’da yaşanan altüst oluşun emperyalizmin yeni liberal birikim politikalarıyla uyumlu bir özümsemeye tabi tutulmasında baş aktörlüğe oynuyorlar! Bu organize hesaplama işlemimde tek çekinceleri tarihsel “fobileri” olan Kürt meselesinin alacağı boyuttur.
Kürt meselesinin kazandığı bölgesel karakterle; bölgede yaşanan ya da yaşanabilecek olası boşluklarda yapabileceği sıçramaları öngörmek çıldırtıcı bir olasılık oluyor. O yüzden de Suriye ve Irak’ta yaşanabilecek olası boşlukları hızla kendilerinin doldurmaları gerektiğini düşünüyor; bu düşünceyle alabildiğine militarist bir tutumun sahibi oluyorlar! Bunların yaratacağı toplumsal sonuçları da milliyetçi-şoven söylemle, devreye sokulan araçlarla savuşturmaya çalışıyorlar!
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de bu devasa saldırının tetikleyeceği toplumsal patlamalara karşı devlet örgütlenmesi sıkı bir merkezi denetimle tahkim edilip, zor ve baskıcı karakteri öne çıkarılıyor.
2012 1 Mayısı’na bu tarihsel özelliklerle giriyoruz. Bu özellikler, bir taraftan toplumsal kaoslar yaratacak kirli dinamikler taşırken; bir taraftan da emek sermaye çelişkisini keskinleştirerek işçi sınıfı ve tüm ezilenler açısından temiz bir mücadele havasının solunmasını tetikleyecektir!
Kapitalist barbarlık sisteminin tarihsel miadı çoktan doldu; şimdi toplum için üretip, ihtiyaca göre tüketilen sistemlerin özlemle hissedileceği günlere doğru gidiyoruz.
2012 1 Mayıs’ına bu bilinç ve kararlılıkla hazırlanmalıyız.