a) PKK ile sürdürülen müzakere, mütareke ve kirli barış sürecinde milli-üniter devlet yapısının tehdit altına sokulması ve Suriye politikasından duyulan rahatsızlık
b) AKP iktidarının gittikçe otoriter ve anti-demokratik bir nitelik kazanması,
c) Başbakan Erdoğan’ın buyurgan ve aşağılayıcı bir üslup ile demokratik bir tarzdan çok uzak bir üslup ile “benim valilerim, komutanlarım” söylemi üzerinden içkiden kürtaja, sigaradan çocuk sayısına kadar hayatın her alanına müdahale eden bir söylem geliştirmesi, bunun ötesinde insanların dini nasıl yorumlayıp uygulamaları gerektiğinden milli bayramlarını ellerinden almaya uzanan bir siyaset izlemesi oluşturmaktadır.
Erdoğan, Gezi Parkı ile ortaya çıkan toplumsal muhalefeti PKK ile müzakere süreci ile hoyrat Suriye politikasından dolayı kaybettiği oyu sağ seçmeni arkasında bloklaştırarak aşma ve yerel seçimler için bir araç olarak kullanma yolunu seçmiştir. Bundan dolayı, Başbakan Erdoğan süreci tırmandırmayı, toplumsal muhalefeti ötekileştirmeyi, marjinalleştirmeyi tercih etmiştir. Erdoğan toplumsal muhalefetin çok büyük bir bölümünün Marksist eylemci gruplar ile ilgisi olmadığını bildiği halde,“etrafı yakıp, yıktılar” ve “camiye ayakkabılarıyla girip içki içtiler” söylemi ile toplumsal muhalefeti düşmanlaştırmıştır. İstanbul Çevik Kuvvet Şube Müdürü’nün polisine attığı twitte, polislerini “ikinci Çanakkale savaşı kahramanları” diye nitelendirmesi, düşmanlaştırmanın hangi boyutlara vardığını göstermektedir. Kendi seçmen kitlesini bu düşmanlaşma üzerinden kaybedilen oyları telafi edecek hatta MHP’ye giden oyları da mitinglerde MHP bayrakları ve MHP seçmenine hoş gelecek “milliyetçi” söylemler ile geri almaya çalışmıştır.
Üstelik Başbakan Erdoğan, çok kısa bir süre Gezi Parkı ile uzlaşma stratejisini benimsemiş gibi görünse de Gezi Parkı’na gereksiz ve son bir ağır saldırı ile gerilimi tırmandırma stratejisini izleyeceğini göstermiştir. Bununla da kalınmamış 5 milyon twitt ile ilgili Emniyet Genel Müdürlüğü soruşturma açarken, Sağlık Bakanlığı da yaralılara tıbbi destek veren doktorlarla ilgili soruşturma açacağını açıklamıştır. Önümüzdeki günlerde cadı avlarının başlatılması, hukukun intikam operasyonlarında kullanılması, 28 Şubat’ın sivil kanadı adı altında basında geniş tutuklamaların yapılması mümkündür. Avrupa Birliği ile ilişkilerden sorumlu Bakan Egemen Bağış’ın “Taksim’deki herkesin terörist sayılacağını açıklaması” kontrollü gerilimden şiddetli baskı politikalarına geçildiğini gösterirken bir zihin haritası da vermektedir.
Eğer Türkiye, İspanya’nın olduğu İberya Yarımadası’nda olsa idi, demokratik siyaset açısından olağanüstü sorunlu hatta kabul edilemez olsa da bir siyaset stratejisi kabul edilebilirdi. Anadolu Yarımadası’nda ise bu siyaset, özellikle ulaşılan aşamada bir milli güvenlik tehdidi oluşturmaktadır. Çünkü, kendi içinde Başbakan’ın ifadesi ile birbirine karşı bilenmiş, sokağa çıkmaktan zor alıkonulan, % 50-%50 ikiye ayrılmış bir toplum, kendisini dış tehditlere karşı savunma yeteneğini kaybetmiş bir toplumdur. “Türkiye bizimle savaşamaz çünkü iç savaşa sürükleniyor” diyen Suriye Başbakan Yardımcısına kızmamak gerekir.
Reyhanlı katliamı, Türk toplumunun psikolojik açıdan ne kadar tehlikeli bir süreçten geçtiğini göstermektedir.
Sağlıklı bir toplumda Reyhanlı gibi alçakça bir katliamın bir yandan faile karşı ortak bir tepki öte yandan milli yas atmosferi doğurması gerekir. Oysa, Reyhanlı katliamına toplumun büyük bir bölümünün verdiği tepki, katliamı düzenleyen Suriye Hükümetine değil, AKP Hükümetine karşı olmuştur. AKP Hükümetine karşı tepki o kadar sert olmuştur ki Suriye’nin sorumluluğuna geniş katmanlarda inanılmamış, toplum bir yas etrafında dahi birleşememiştir. Eğer MİT, Reyhanlı katliamından sonra Başbakan Erdoğan’ın önüne bu toplumsal bölünmüşlük ile ilgili bir rapor koymadı ise işini yapmamış demektir.