Bu eşik, politikanın sopa kısmını öne çıkarmayı adeta dayatıyor. Yıllarca sayısız stratejik saldırıyı sessiz sedasız gerçekleştiren; bunu adeta toplumsal rızaya bağlayan siyasal iktidar, artık o günlerde olmadığının farkında lığıyla işin bu yönüne fazlaca takılmayacağı mesajları verip duruyor. Meclis açılır açılmaz -hem de önümüz seçimken- kıdem tazminatının gaspını, onu bütünleyecek kiralık işçi büroları ve çalışma rejimini tümüyle taşeronlaştıracak düzenlemelerle iç içe geçiren bir paketi gündeme getireceğini çalışma bakanının ağzından ilan etmesi bunun açık göstergesidir.
Siyasal iktidar artık toplumun geniş kesimlerinin rızasını değil; kendisine bağlı tabanını kemikleştirmek ve efendilerinin emrine amade olduğunu kanıtlamak sınırlarında at koşturuyor! Geçtiğimiz ay yapılan Çalışma Meclisi Toplantısı da bu konsept içinde planlanmıştı. O toplantı aynı zamanda iktidarın şef değneği haline gelmiş Hak-İş’in sınıf adına tek sendika olarak görüldüğünün ilanıydı. Nitekim “taraflar mutabakata vardı” denilen sonuç bildirgesinde sadece Hak-İş’in imzasının olması, diğer sendikaların adeta yok sayılması bunun göstergesiydi. Aynı şeyi kamu emekçilerinin TİS anlaşmasını sadece Memur-Sen’in “onayını” alarak çıkarmakla da yapmıştı.
Demek oluyor ki sistemin ağ babaları siyasal iktidarı sıkıştırıyor. Yerel ve genel seçimlerin ve dahi cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yaklaştığı bu süreçte kıdem tazminatı, kiralık işçi büroları ve taşeronlaştırmayı yaygınlaştıracak yasal düzenlemeler yapmak zorunda kalması hükümeti halkçı söylemlerinden uzaklaştırıyor.
Bu sıkıştırılmışlık siyasal iktidarın elini kolunu bağlamakta olduğundan hükümet ister istemez kendi tabanını “dik ve diri” tutmaya, onları ikna ya ve fakat tabanı dışındakileri de yok sayma koduna girmiştir. Anlayacağınız bir çeşit gemileri yakma hali! Bu halin siyasal tercümesiyse biz işçi ve emekçilerin kazanılmış haklarına saldırı, saldırı, daha fazla saldırıdır!
Kıdem tazminatının gaspının rızaya sunulma sınırları da bu konsept içinden belirleniyor. Hak-İş’in sınırları, daha da ötesi AKP tabanını oluşturan kesimlerin rızasının merkeze konulduğu sınırlar… Yoksa içinde fonların olduğu sayısız hikâyenin nasıl sonuçlandığını en iyi biz biliriz. O fonların nasıl iç edildiğini… Ya da kıdem tazminatı gibi aslında iş güvencesinin sigortalarından biri olan bir hakkın kuşa çevrilmesinin sonuçlarını az çok sınıf sezgisine sahip pek çok işçi bilir.
Bu açıdan da “Alınacak miktar yarıya düşse de, 10 yıl sonra alınsa da, ev alınması şartına bağlansa da hiç almamaktan daha iyidir” söylemi ancak bu hükümete her açıdan biat edecek kesimleri etkileyebilir! Aynı şekilde “İşçilerin çoğu bu haktan yararlanamıyor ama bizim düzenlememizle sadece 1 gün çalışan işçi bile bu haktan yararlanabilecek” denilmesinin aslında işçinin gündelik-belirsiz çalışmaya mahkûm edilmesi anlamına geldiğini de…
Okumalarımdan çıkarttığım; özensiz, bir o kadar da kaba olan tüm o “hakkaniyet” sisinin altında işçinin emekçinin kolayca işten çıkarılması, adeta gündelik esnek çalışmaya mahkûm edilmesi gibi bir somut durumun önünü sonuna kadar açma gayreti var. Sorunun alınacak para ya da para karşılığı olarak ev alınmasına indirgenmesi sınıf sezgisi olan işçiler açısında bu gerçeği değiştirmez. Efendilerimiz işçi kıyımına gittiğinde en azıdan elini titreten kıdem tazminatı ödeme yükünden kurtarmak; işçi kıyımını keyfileştirmek hatta ve hatta işin kendisini gündelik iş derekesine indirgemek isteniyor. Paketteki taşeronluk ve kiralık işçi büroları ekleri de bu mantığı bütünleyen eklerdir.
Sözün özü özeti; biz emekçilerden onurumuzu ayaklar altına almamız isteniyor. İş için dilenmemiz dayatılarak köleleşmememiz isteniyor. Kıdem tazminatı-kiralık işçi büroları-taşeronluk… Üçü birden bu konseptin en can alıcı parçasını oluşturuyorlar. Bayram sonuna bırakılan bu büyük taarruz ancak yaz aylarındaki mücadeleci ruhla alanlara akmakla püskürtülebilir.