Hepimizin bildiği malum hikâyedir: “Okyanus kenarında dolaşmakta olan bir kişi, karşıda yüzlercesi kumsala yayılmış olan denizyıldızlarını, denize atmaya çalışan birini görür. Yanına giderek uğraşısının umut vermeyeceğini, yüzlercesini denize atarak hayat vermesinin olanaksız olduğunu, bir şey fark etmeyeceğini söyler. Denizyıldızlarını okyanusa atmaya çalışan kişi eğilir, bir denizyıldızını yerden alır ve okyanusa atar. Döner ve umut olmadığını, fark etmeyeceğini söyleyen kişiye “Şimdi onun için fark etti ama'” der.
 
     Günü’müz Ekoloji mücadelesi “fark” etmeyeceğini söyleyenlere inat kendi farkını yaratarak ve fakat katlanıp büyüyerek devam ediyor. Zamane zenginleri ekolojik krize neden olan sebepleri ortadan kaldırmayı değil, onlardan kâr sağlamayı amaçladıkları dönemleri yaşıyoruz.
 
     Foster, (John Bellamy sosyoloji Profösörü olan) “onlara göre sistem piyasa verimliliğini doğayla ve doğanın yeniden üretimiyle uzlaştırarak yeni bir ‘sürdürülebilir kapitalizmin’ yaratılmasını sağlayabilir ve genişlemeye devam edebilir. Gerçekteyse bu görüşler, gezegensel bir yıkımdan kâr sağlamaya yönelik yenilenmiş bir stratejiden ibarettir” demektedir.
 
     Gerçekten ekosistemin bozulması sonucu ortaya çıkan doğal kıtlığın artmasını sermaye fırsat olarak görmektedir. Tüm insanlığa ait ortak malları özelleştirip, metalaştırarak doğal çevrenin bozulmasında etken olan nedenleri yeryüzüne yayarak krizi derinleştirmektedir. Bunun en güzel örneğini suyun özelleştirilip ticarileştirilmesinde görebiliriz. İçme sularının kirlenmesi ve kuruması sonucu beliren su kıtlığı, sermaye için yatırım fırsatı yaratmakta giderek daha fazla hızla azalan suyun satışından elde edilen kârlar sermayeye zenginlik katmaktadır.
 
      Doğu Karadeniz’den başlayarak ülkemiz derelerine kurulmak istenen HES lere karşı mücadele ederken içilebilir temiz su kaynaklarının sermaye tarafından tekelleşmesine de karşı mücadele edildiği unutulmamalıdır.  Küresel su devi Suez’in CEO’su Gerard Mastrallet şöyle demektedir: “Su verimli bir üründür. Su normalde bedava olan bir üründür ve bizim işimiz onu satmaktır. Öte yandan su yaşamak için mutlak anlamda elzem bir üründür. Başka giderek kıtlaşan su kaynaklarının özel zenginlik adına tekelleştirilmesinden başka nerede, fiyatların ve hacimlerin, çeliğin aksine ender biçimde düştüğü bütünüyle uluslararası olan bir iş alanı bulunabilir.” 
 
       Tarım ve Gıda Örgütü (FAO)’un raporuna göre, dünyadaki su kaynaklarının gerekli önlemler alınmadığı takdirde 2048 yılında çökeceği belirtilmektedir. Ülkemizin durumu ise oldukça kritik bir noktadadır. Türkiye, su kaynaklarının yarısından fazlasını kullanmaktadır. 2030 yılına kadar tamamını kullanmaya başlayacaktır. Yeterli önlemler alınmadığında su sıkıntısı çeken ülkeler arasında olacaktır. Özellikle büyük şehir olan illerde suyun ticarileştirilerek köylere doğru yaygınlaştırılması krizi derinleştiriyor.
 
       Temiz su kullanımındaki en basit tasarruf önlemleri bile çok “fark” yaratacaktır. Diş fırçalarken boşa akan musluk suyunu kapatmak en bilinen örnektir. John Bellamy Foster’in sözleriyle yazımızı bağlayalım. “Küresel ekolojik krizin yaşandığı çağımızda egemen değerlendirme tarzı, kapitalizmin, gezegenin imhasından kar elde etmesine neden olan toplumsal ve çevresel değersizleştirme tarzının gerçek bir yansımasıdır.”
 
      Okyanusa atılan denizyıldızını için fark ne kadar yaşamsalsa kapitalizmin yıkılmasını beklemeden ekolojik mücadeleye destek vermek de o kadar yaşamsaldır. Verilen ekolojik müjdele kapitalizmin yıkılmasın da önünü açacak bir mücadele olduğunu unutmadan dudak bükmeden öznesi olup hep birlikte büyütelim. E yaşanacak dünya hepimize lazım.