87. Yıl’ımda genel durumum ve görünümüm…
29 Ekim 1923 günü, “Türkiye Devleti’nin hükûmet şekli cumhuriyettir” dedin ve beni ilan ettin…15 yıl baktın, besledin, büyüttün ve sonra da bu genç yaşımda bırakıp gittin…
Sen gittikten hemen sonra, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile ilk anlaşma imzalandı… Oniki yıl sonra gelen iktidarın, ABD ile yaptığı gizli anlaşma sayısının 200 civarında olduğu tahmin ediliyor. Aynı iktidar hiç vakit kaybetmeden dini siyasete âlet ederek, 60 yıldır içinden çıkamadığımız sorunları başlattı…
NATO’ ya girdik, ama anlaşmayı Mehmetçiğin kanıyla imzaladık…
AB kapılarında bekletiliyoruz… Onurumuz, gururumuz ayaklar altında…
Hedef gösterdiğin “muasır medeniyet seviyesi”, Batı taklitçiliği olarak anlaşıldı…
"Dilin millî ve zengin olması, millî hissin gelişmesinde başlıca etkendir. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır."
Dedin, dinlemediler… Türk dili yabancılaştırıldı, yozlaştırıldı, melezleştirildi, paramparça edildi… Senin kurduğun Meclis çatısı altında Kürtçe yemin edildi. Kürtçe toplantı yapıldı…
Ülke, iki darbe ve üç muhtıra geçirdi…
“Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın."
Sözleriyle başına özgürlük tacını takıp, yerlerden kaldırdığın kadın, bugün bu tacı çıkartıp attı, yerine ise “türban” denilen bir “esaret” başlığını taktı… Anadolu başörtüsü ise tamamen dışlandı…
“Türban”, Meclis’e de girdi, senin Köşk’üne de çıkıp oturdu… Senin askerin ise ona, kırmızı halıda selama durdu…
Unutmadan, başbakan kadınları da ikiye böldü: “Başı açık kardeşim”, “Başı kapalı kardeşim”
"Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır."
Dedin, ülkede hoca efendilerden şeyhlerden, tarikatlardan geçilmez oldu. İktidar mensupları bile onlardan icazet almadan işe başlamıyor. Hele bir tanesi var ki Okyanus ötesinde ABD tarafından besleniyor... Denilen o ki, devletin bütün kurumlarında kadrolaşmış… Ondört yıl önce kadınların göbeğine üfleyen şeyhlerden bir tanesi bugün ülkemizin televizyon kanallarına çıkıp, “Kemalist rejimi yıktık”(!) dedi…Onu programa çıkartan anlı şanlı medya mensuplarımız ise kendisini gülümseyerek izlediler!..
"Sarık ve cüppeyle artık dünyada muvaffak olmanın imkânı yoktur. Yaptığımız muazzam inkılâplarla medeni bir millet olduğumuzu cihana ispat ettik."
Dedin, 21. Yüzyıl Türkiyesi’nde “Âlimler toplantısı” adı altında bir toplantı düzenlendi. Toplantıya 42 ülkeden yaklaşık 300 âlim (!) katıldı. Hepsi de sarıklı ve cübbeliydi… Vatandaşlar bazılarının elini öpmek için sıraya girdi… İyi ki sen görmedin, çok üzülürdün!
“Bir takım şeyhlerin, dedelerin, seyyitlerin, çelebilerin, babaların, emirlerin arkasından sürüklenen ve falcılara, büyücülere, üfürükçülere, muskacılara talih ve hayatlarını emanet eden insanlardan mürekkep bir kütleye, medeni bir millet nazariyle bakılabilir mi?"
Dedin, Eyüp Sultan’dan Oruç Baba’ya kadar tüm türbe ve yatırlar dolup taştı… Ekranlardan her gün “gayb ötesi” hikâyelerin konu edildiği diziler yayınlanıyor… Bir takım hoca efendiler, cübbeliler, akademisyenler, profesörler, mezarlardaki hayattan, cennetteki cinsel yaşama kadar her konuda basın yoluyla halkımızı sürekli bilgilendirmekte (!) Hamdolsun!
Kıraç Anadolu topraklarında bir mucize gibi yükselttiğin Başkent’ini ve İstanbul’u bir görsen, tanıyamazsın… “Bu sokaklarda gezenler hangi ülkenin vatandaşları?” diye sorarsın!
Şimdi Ankara’yı ve seni yalnızlaştırma projelerini hayata geçiriyorlar. Merkez Bankası’nı İstanbul’a taşıyacaklar. Yabancı devlet adamlarını Ankara’da değil, İstanbul’da karşılıyorlar. Artık Ankara değil Kayseri gezdiriliyor… Bazıları diyor ki, İstanbul payitahta hazırlanıyormuş! Eminönü’ndeki iskelelerin adı bile değiştirildi… Birinin adı Hezarfen Ahmet Çelebi diğerinin ise Evliya Çelebi oldu…
Başbakan, Millî bayramlarda bulunmamak için bahane üretmekten helak oluyor…
Müzik topluluğu deyince Mehteran, müzik deyince ilâhiler anlaşılır oldu…
Cumhuriyet dönemi yok sayılıyor, Osmanlı’nın kaldığı yerden aynen devam…
Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Meclis Başkanı Millî Görüş’e sahipler… Millî Görüş de neyin nesi diye soracak olursan; ben de bilmiyorum ama onlar kendilerini şöyle tarif ediyorlar:
“Millî Görüş’ün anlamı, görüş ve inanış bakımından kendisini Hz. İbrahim’in (a.s.) milletinden kabul eden ve Hz. Muhammed’in (s.a.v.) yolundan giden İslamî bir cemaatin dünyaya bakışı olarak anlaşılmalıdır.”
Türkiye artık Ankara’dan yönetilmiyor…
Senin koltuğunda “Cumhuriyet döneminin sonu geldi” diyen bir Cumhurbaşkanı oturuyor…
Bugünkü iktidarın başbakanı ise, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) nin eş başkanı…
Sen, BOP ne anlama gelir bilmiyorsun tabii. Arz edeyim; ABD’nin Ortadoğu ve Asya petrollerini ele geçirme, bir taraftan da Türkiye’yi etnik ve mezhep kimliklerine bölerek parçalama planı. Yani senin er meydanında kazandığın, Lozan’da tescil ettirdiğin, Türkiye Cumhuriyeti sınırları, bugün yine tehdit altında…
“Basın, ulusun ortak sesidir. Bir güç, bir okul, bir yol göstericidir."
Dedin, bir kısmı, mütareke basınını aratır oldu. Bir kısmı ise yandaşlık yarışında… Tarafsız olmaya çalışan basın mensupları kapı önüne konuluyor… İktidar mensuplarına soru sormaya çekinen bir muhabir ordusuna sahibiz…
Sanatçılar, iş dünyası, sendikalar, aklına ne gelirse hepsi, hangi tarafta olduğunu bildirmek zorunda. Yoksa “bitaraf olan bertaraf “ediliyor…
Sen “Köylü milletin efendisidir” dedin, onlar köylüye “ananı da al git” dediler…
"Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır.”
Dedin, Kürt kökenli vatandaşlarımız ise “Hayır!” dediler, “Biz aynı değiliz, ayrı devlet, ayrı bayrak istiyoruz, kendi dilimizi konuşacağız, kendi millî marşımızı söyleyeceğiz”… Bu uğurda 40 binden fazla vatan evladı öldürüldü…30 yıldır terörü bitiremedik…
Bir siyasi partinin genel kurulunda, kendi sözde bayraklarını astılar, kendi sözde millî marşlarını söylediler. Türk Bayrağı ve İstiklal Marşı yer almadı… Toplantıya, devletin hükûmetine ait üç milletvekili, en ön sıralarda katıldı… Marş söylenirken ayağa kalktılar, Mehmetçiği şehit edenler için saygı duruşunda bulundular…
“Anayasa bir kez delinmekle bir şey olmaz” dediler, delik deşik ettiler. Yargı, yürütmenin himayesine girdi… Senin o şiddetle savunduğun “kuvvetler ayrılığı ilkesi”, “kuvvetler birliğine” dönüştürüldü, tek elden idare ediliyor… Anlayacağın Yargı da yandaşlaştırılıyor…
O kadar demokratik ve özgür bir ülke haline geldik ki, isteyen istediğini söylüyor, istediği yerde yürüyor, kendi bayrağını asıyor, kendi marşını söylüyor, polise saldırıyor, kız çocukları Molotoflarla öldürülüyor, ama her seferinde “Devlet” suçlanıyor… Ülke yolgeçen hanına döndü, yabancıların biri gidiyor, biri geliyor. Tavsiye üzerine tavsiye veriyorlar. Şunu yapın, bunu açın… Biliyor musun? Akdamar Kilisesi’ne de büyük haç takıldı…
Tarihin en borçlu dönemini yaşıyoruz… Sadaka ekonomisi ile ayakta duruyoruz. Halkın neredeyse tamamı bankalara borçlu… Üniversiteli işsizler ordumuz oldu… Üretim yok. Yerli malı sana ömür, dev alış veriş merkezlerinde yabancı markalar yarışıyor… İthalat cenneti olduk…
Kurduğun millî tesisleri ise hiç sorma; “Babalar gibi sattılar”. Çoğunu da yabancılar aldı…
Kurucusu olduğun CHP’ yi sorarsan… Onu ne sen sor ne de ben söyleyeyim…
“Bütün millete kararlılıkla ve kalp güvenliğiyle bildiririm ki, cumhuriyet orduları cumhuriyeti ve kutsal topraklarını güvenle koruma ve savunmaya güçlü ve hazırdır.”
Diye nitelendirdiğin Türk Ordusu’nu önemsizleştirmek için olmadık komplolar kuruluyor… Tıpkı 50’li yıllardaki iktidarın içine düştüğü, “ordu darbe yapacak” paranoyası gibi, şimdiki iktidarda da aynı endişe hâkim!.. TSK’nın tüm devlet sırları, mahkeme kararlarıyla ele geçirildi… Endişeliyim… Elimde kalan tek kaleyi de düşürmek için her yol deneniyor…
“Her Türk asker doğar” ilkesi, Batı eliyle ortadan kaldırılmak isteniyor… “Vicdani ret” diye bir şey çıkarttılar… Yani hiç kimse zorla askere alınamaz… Hiç aklın almadı değil mi? Haklısın… ABD benzeri, bir nevi paralı bir ordu yaratılmak isteniyor… Ama hiç Mehmetçik Coni gibi olur mu? Varsayalım ki oldu; o zaman vatan uğruna dökülecek kan kalır mı, kalsa da o kan şehit kanı olur mu?
Beni emanet ettiğin Türk Gençliği nerede mi diye soruyorsun?
“Ey Türk gençliği! Birinci vazifen Türk istiklal ve cumhuriyetini ilelebet korumak ve müdafaa etmektir. Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur"
Dedin, ama o görevini unuttu!
12 Eylül darbesi üzerinden silindir gibi geçti… Köşe dönücü, iş bitirici bir nesil olarak yetişti… Siyasetten uzaklaştırıldı… Bir türlü silkelenip kendisine gelemiyor. Biraz kıpırdasa…
İşte, kuruluşumun 87. Yılı’ndaki vaziyetim budur…
Tüm endişe ve üzüntülerimle yüksek şahsınıza arz ederim!
Cumhuriyet…
***
Cumhuriyetimizin 87. Yılı kutlu olsun!
Tülay Hergünlü
İstanbul, 28 Ekim 2010