Yıllarca eğitimin tarifi “bireyde istendik davranış değişikliği kazandırma” şeklinde yapıldı. Aslında bu tanım pek de içimize sinmiyordu. Ama üniversite yıllarımızda önce dersten geçmek için ardından da meslek hayatımızda kullandığımız bir tarif olarak karşımıza çıktı.
Günümüzde eğitim ile ilgili şöyle bir tanım tartışılıyor:
“İnsanların problem görme ve çözme kapasitesini geliştirmek.” Prof. Özdemir tarafından ifade edilen bu tarif çağımızdaki anlayışla daha çok örtüşüyor. Tabi yeni tanımlar sistemlerde de revizyonu gerektiriyor. Ülkemizde de eğitimde sistem arayışları konusu yıllardır bir kaos olarak karşımıza çıkıyor. Cumhuriyetten önce başlayıp hala devam eden bu sistem arayışları son on yılda daha bir artmış durumdadır. Ve nihayet bir yıla yakın bir süredir de 4+4+4 dediğimiz sistemi tartışıyoruz. Aslında “tartışıyoruz” ifadesi pek de gerçeği yansıtmıyor. Çünkü yasalaşmış ve uygulamaya geçirilen bir sistemle karşı karşıyayız.
Her geçiş zor olur. Bizim gibi, geleneksel yaklaşımlara sıkı sıkıya bağlı toplumlarda yeni yaklaşımların bir dirençle karşılaşması gayet doğaldır. Karşı duruş sergileyen kitlelere baktığımızda da değişik gerekçeler görürüz. Kimi ideolojik yaklaşımla karşı bir duruş sergilerken bazı gruplar da sistemin ülke gerçekleri ile örtüşmemesini sebep göstermektedir. Yine yaşanan mağduriyetler de sendikaları harekete geçirmiştir.
28 Şubatın ürünü olan 8 yıllık kesintisiz eğitim faciası Türk eğitim sistemine birden bire girmişti. Sistem, müfredat, fiziki yeterlilik gibi hiçbir unsur kamu oyunda tartışılamamış ve bir oldu bitti ile 8 yıllık kesintisiz eğitim İmam hatip Liselerinin önünü kesme uğruna ortaya konulmuştu. Ama olan ülkenin genç nesillerine olmuş meslek liseleri ehemmiyetini kaybetmiş bina ve donanım olarak hiçbir hazırlığı olmayan ülkemiz “ kervan yolda dizilir” mantığı ile bir keşmekeşe mahkum olmuştu.
Şimdi o yapının tam karşısında bir sistemle karşılaştık. Ve çok ilginçtir yine konu tam tartışılmadan, mutfaktaki unsurlarla yani işi uygulayacak olan öğretmenlerle değerlendirme yapılmadan, alt yapı unsurları irdelenmeden, müfredat hazırlanmadan, ülke şartları ve potansiyel öğrenci kitlesi planlanmadan, mevcut eğitim fakültelerimizin uyguladığı öğretmen yetiştirme programları ile uyumluluğuna bakılmadan, pilot uygulamalar yapmadan, başka ülkelerdeki uygulamaların bizimi coğrafi, kültürel, tarihi niteliklere uygunluğu araştırılmadan “buyurun 4+4+4’e” denildi.
Türk eğitim sisteminde köklü bir değişime ihtiyaç olduğu su götürmez bir gerçektir. Ve bu konuda en çok söz söylemesi gerekenler de yıllarca büyük bir fedakarlık örneği sergileyen öğretmenlerimizdir. Eğitim konusunda çalışmalar yapıp ideolojik veya oportünist tutumlar sergilemeyen eğitim dernekleri, milli eğitim şuraları, üniversitelerimizdeki ilgili kürsüler, sivil toplum örgütleri meseleyi masaya yatırmalı ve şeffaf bir çalışma sergilenmeliydi.
Her şeye rağmen meseleye ışık tutması açısından “bireyde bilgi toplumda sevgi” düsturu ile ülkemizdeki eğitime katkı sunan Eğitim 2023 Derneği’nin ikazlarına kulak vermenin faydalı olacağını düşünüyorum.
Yeni sistem ile ilgili şu hususların zamanla çözüm beklediği bilinmelidir:
Ülkemizde 60 aylık çocukların ilkokula başlaması gerçeklerle örtüşmemektedir. Hem eğitim kadromuz hem fiziki yapımız hem de müfredatımız böyle bir yaş ortalamasını götürmekte zorlanacaktır.
İlköğretim birinci kademesinin beş yıldan dört yıla inmiş olması görünürde bu kademede devlet okullarında görev yapan binlerce sınıf öğretmeninin okullarında norm fazlası durumuna düşmelerine sebebiyet vermiştir. Köy okullarının tekrar açılacağı söylentilerine bakılacak olursa, bu arkadaşlarımızın köylerde mi değerlendirileceği, köylerde yeterince nüfusun olup olmadığı veya sınıf /şube sayılarının arttırılabileceği ve böylelikle mevcut kurumlarında devam edebilecekleri gibi konular şu anda muallaklığını korumaktadır. Ayrıca ilköğretim birinci ve ikinci kademelerindeki öğrencilerin aynı fizikî ortamı kullanıyor olmalarının meydana getirdiği sıkıntı herkesin malûmudur.
Bu zorlama tutum yerine 1+5+3+4 daha uygun bir sistemdir. Bu yapılanma hem meslek liselerini yeniden canlandıracak hem de mağduriyetlere sebebiyet vermeyecekti.
Birde meseleye eğitimde fırsat eşitliği açısından bakmak gerekir. Eğitimde fırsat eşitliği “Dil, din, cinsiyet, sosyal sınıf, etnik köken, ekonomik gelir farkı gözetmeksizin toplumun her ferdinin zorunlu ve parasız eğitim imkânından faydalanırken, süreç içerisinde birey olmasının önündeki olumsuzlukların bertaraf edilerek sosyalleşmesini sağlamak, aynı zamanda yetenek ve başarılarına göre zorunlu eğitimin üst kademelerindeki eğitimlerine devam edebilmelerinin önünü açmak, bireyin kendini gerçekleştirmesi ve sosyo-ekonomik hedeflerine ulaşması için eşit imkanlara haiz kılınmasıdır.” Şeklinde tanımlanmaktadır.
Talim ve Terbiye Kurulu eski Başkanlarından Prof. Dr. Ziya Selçuk katıldığı bir tv programında; “Her otuz fen lisesi öğrencisinden sadece birinin yoksul ailelerden geldiğini” söylemiştir. Bu durum Anadolu liselerinde her 17 öğrenciden biri şeklinde kendini göstermektedir. Şimdi bu hakikatler maalesef yukarıda tanımını yaptığımız eğitimde fırsat eşitliği ilkesi ile bağdaşmamaktadır.
Yeni sistem bu durumu izale edecek tedbirleri ortaya koymalıdır.
Aslında meselenin özü “Nasıl bir eğitim sistemi ve nasıl bir medeniyet? Sorusunda tıkanıyor. Bu soruya Eğitim 2023 Derneği genel başkanı Ertekin Engin şu şekilde cevap veriyor:
“Ülkemizi bilgi ve sevgi düsturuyla bilgi toplumu seviyesine ulaştırmayı, Cumhuriyetimizin 100. yılını ifade eden 2023 yılında lider ülke Türkiye hedefini gerçekleştirmeyi, millet hayatına yön veren eğitim alanında politika ve görüş ortaya koymayı; bu alanlarda kamuoyunu bilimsel verilere dayalı olarak aydınlatmayı amaçlayan, milli bir eğitim.
2023 yılına gelindiğinde Türk millî eğitim sisteminde eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması, meslekî ve teknik beceri eğitimi almış her ferdin istihdam edilmesi, eğitim aracılığı ile engelli çocuklarımız başta olmak üzere her ferdinin sosyalleşmesine katkı sağlanması, kız çocuklarımızın yükseköğretime kadar devam etmede büyük bir oranla ülke genelinde benzerlik göstermesi için gerekli tedbirlerin alınmış olması, Türkçe dilinin bilimsel dil olarak öncelikle kendi ülkemizde ve nihayetinde dünya ülkeleri tarafından tanınması adına çalışmaların gerçekleşmiş olması, eğitimin tüm kademelerindeki sorunlarını aşmış olmasının ötesinde dünya ülkelerine bu anlamda rol model olacak bir sisteme kavuşmuş olması en büyük arzumuzdur.
Burada birkaç kavram ve olguyu daha ele almak gerektiği kanaatindeyim. Geleceğin eğitim sistemini sorgulamaya başladığınız zaman otomatik olarak gelecekte nasıl bir medeniyet tasavvurunda bulunduğunuzu, bireyi, toplumu ve devletinizi ne şekilde tahayyül etmeniz gerektiğini de açıklamanız gerekmektedir.
Çağın süper güçlerinin temas ettikleri topraklarda, sefaletin, kan ve gözyaşının olmasına sebep oldukları medeniyetin bencil, sevgiden ve dolayısıyla mutluluktan arınmış bir mantaliteye dayanmasıdır. Birey hak ve özgürlüklerinin olduğu; adalet önünde Cumhurbaşkanı’ndan dağdaki çobana varana kadar herkesin eşit ve kıymetli göründüğü; devlet imkânlarından her vatandaşının eşit oranda faydalandığı; sınırları içerisindeki gelişmişliğin homojen olduğu; cinsiyet ayrımının gözetilmediği; bilgi, teknoloji ve üretimde dünya devi olan; bireylerin insan onuruna yakışır bir gelire sahip olduğu; yaşlıların, güçsüzlerin, bakıma muhtaç insanların korunması noktasında devlet başta olmak üzere STK’ların ve toplumun duyarlılığı ile bir tek insanın dahi zayi edilmediği; sanayisi, tarımı, sanatı gelişmiş; okuyan, sorgulayan, araştıran, düşüncelerini özgür bir şekilde ifade edebilen, özeti yurdunda ve yurtdışında itibarı olan fert ve yapılanmanın olduğu; dünya insanlığının medeniyet noktasında referans aldığı bir Türkiye yani güçlü, lider bir ülke...”
Tabi 4+4+4 yasalaşmıştır ve uygulama sahasına girmiştir. Bu süreçten sonra eğitim paydaşlarına düşen, sistemi hizmet şuuru ile ele almak ve milletimizin, memleketimizin menfaatine olacak şekilde uygulanılmasına gayret göstermektir. Bu noktada da en büyük iş şüphesiz ki vefa abide öğretmenlerimize düşmektedir. Onlar mutlaka liyakat ile üzerine düşeni yapacaktır. Yeter ki doğru anlaşılsınlar ve itibarları zedelenmesin.
Ama şu hakikat asla göz ardı edilmemelidir:
Türk eğitim sisteminin en temel problemi heyecansızlık ve vurdumduymazlıktır. Eğitimi bir Kızıl Elma, bir aşk, bir var olmak davası olarak görmeyen, yine Nurettin Topçu’nun Türkiye’nin Marif Davası kitabında ifade ettiği gibi “Mektepler mabettir.” Anlayışına ulaşmayan her çaba beyhude olacaktır.