GÖMLEKÇİ OSMAN ULUSOY ATÖLYESİ
(İşine Tutkuyla Bağlı Bir İnsan Ali Ulusoy)
Niğde’mizde erkek gömlek dikimi üzerine haklı bir üne sahip olmuş “Gömlekçi Osman” (Ulusoy Gömlek Dikim Atölyesi) ilimizde yaşayan herkesçe yâda en azından erkeklerince bilinmektedir.
Yılların gömlek dikim atölyesi şimdilerde oğul Ali Ulusoy tarafından işletilmekte. Usta çırak ilişkisinde “boynuz kulağı geçer” söylemine uygun bir gelişme seyrinin kaçınılmaz sonucu olarak oğul Ali Ulusoy gelenekten evrensele gömlek dikiminde kendi çizgisini Ulusoy atölyesinin geçmişten gelen çalışma disipliniyle birleştirmiş. Yani ölçüsü alınan gömlek sizin istediğiniz tarihte değil atölyenin belirlediği tarihte teslim edilmekte. Bu da en erken 24-25 gün sonrası demek oluyor.
Peki, beklemeye değiyor mu? Ebette değiyor. Kendi vücut ölçülerinize uygun, içinde rahat ettiğiniz ve tasarımında sizinde önerilerinize yer verilen gömleğin üzerindeki duruşu Ali Ulusoy’un da içine sinmişse (yüzündeki gülümsemeden bunu hemen anlıyorsunuz) giydiğiniz gömleğin kıymeti bir kat daha artıyor.
Nasıl artmasın ki? Her kıvrımında, kesiminde, dikiminde el emeği göz nuru olmasının yanı sıra elbette ki Ali Ulusoy Usta’nın tasarımcılığı var! İşine yoğunlaştığı anlarda çalan cep telefonu dahi fark edemeyecek şekilde yoğunlaşan Ali Ulusoy güler yüzü ve tatlı sohbetleriyle de kendi farkındalığını yaratan bir “usta.”
Nerden çıktı bu gömlek muhabbeti? Dediğinizi duyar gibiyim. İzah edeyim. Kapitalist üretim ağı seri üretimlerle,tekstildeki devasa gelişmelerle hazır giyimde Kamboçya’ dan,Fildişi Sahillerine,Çin den ,Tayvan’a,Hindistan’a varana dek dünya insanlığını tekstil tekelleri marifetiyle gidiriyor. Ulusoy terzihanesi gibi gömlek dikim evleri bu orantısız rekabet koşullarında bir ,bir kapanıyor. Terzilik mesleğini var eden ustalar ise içlerine sindiremeseler bile geçim derdinden sektördeki fabrikalarda kesimci, makineci veya dikimci olarak çalışarak yaşamlarını idame ettiriyorlar.
Elbette kendi yetkinliklerini törpüleyip, sıradanlaşarak yaşıyorlar. Ürettiği giysiye yabacılaşarak, emeğinin kıymetini saat çarpı para üzerinden değersizleştirerek kısacası robotik bir seri üretim bandında ömür tüketmeye mahkûm bir yaşam tarzına eviriliyorlar. Tüm bu devasa tekstil tekellerinin orantısız rekabetleri karşısında dimdik ayakta duran, çalışan terzi atölyelerini görmek bende ayrı bir sevinç, apayrı kıvanç uyandırıyor. İnsana ve insanlığa dair bitmek tükenmek bilmeyen umudum daha da çoğalıyor.
Kapitalist üretim tarzı ve hatta onun etkilediği birçok kültür, “işi” sevmemiz gerekmeyen bir şey olduğu yanılsamasını kafamıza zerk etmekte. Tamamıyla kusurlu olan bu algı, Ali Ulusoy gibi ustaların şahsında bir iş nasıl tutkuyla yapılır, sevilerek yapılan “iş” ve “işlerde” farkındalık nasıl yaratılırın canlı örnekleri olması bakımından bile yazmaya değer olduğunu düşünmekteyim.
Ali Usta yapılan işten keyif almayı kendince şöyle açıklıyor. “Her gün ama istisnasız her gün güçlü yönlerimizi kullanma fırsatına sahip olduğunuzu bilince çıkartıp, fiyaskolar yerine güçlü yönlerimize ve günlük başarılarımıza odaklandığımız zaman daha fazlasını öğreniyor yaptığınız işte yetkinleşip, ustalaşıyor, yetkinleşip, ustalaştıkça da yaptığınız işi daha çok sevip, tutkuyla bağlanıyorsunuz.” Nasıl? Formül çok basit görünüyor lakin uygulama bir ömür boyu sürebiliyor. Yapılan işte başarı ve ilerlemede ancak böyle elde ediliyor.
Özetlemek gerekirse; Ali Ulusoy gibi yaptığı işle mutluluğu yakalayan insanlar her sabah uyandıklarında önlerinde tutkuyla yapacakları bir çalışma günü durduğunu biliyor. İşiyle ilgili her gün daha başka şeyler öğrenmenin, yaptığı işte derinleşmenin, giyilen gömleğin sahibinden önce “dikeni” tarafından beğenilmesinin, başkasıyla değil kendisi ile yarışmanın tadını duyumsayarak çalışmayı bilince çıkartmak bu olsa gerek.
Ne diyeyim. İyi ki böylesi hünerli insanlar, ustalar hala var ve her sabah dükkânlarına ayrı bir şevk, ayrı bir heyecanla giderek bizler için üretmeye canla başla çalışıyorlar.