İkinci yazımızın sonunda “dert bizim derman ise elerimizdedir.”diskurunu yazarak “başkanlık sistemi” dayatması ve yükselen baskı şiddet politikalarıyla nasıl başa çıkacağız sorusunu genişçe ele alacağıma vurgu yaparak nokta koymuştum. Evet ülkemiz egemen sermayesiyle, efendileriyle nasıl baş edecektir ülkemin bir bürün olarak ilerici demokratik, yurtsever muhalif dinamikleri???.

 

       Her şeyden önce köprülerin altından çok sular akmış ülkemiz egemenleri artık istedikleri gibi ideolojik manipülasyonun yanı sıra ağızlara bir parmak bal çalma misali küçük tavizlerle muhalefet dinamiklerini yatıştırma yöntemi bakımından hareket kabiliyeti her yönden daralmış durumdadır: Batıda Gezi ve metal fırtınasının da gösterdiği gibi kitleler bu tür masallara artık eskisi kadar kanmamaktadır. Neoliberalizmin yolaçtığı yıkım onun ideolojik etkisi ve  hegemonyasının da altını oyup zayıflatan bir rol oynamıştır ve zaten neoliberalizm bugün bu yüzden sadece ekonomiyle sınırlı kalmayan genel bir kriz içindedir.

 

      Ülkemiz egemenlerinin, sermayedarlarının manevra kabiliyetini sınırlandıran ikinci ana etken de “Kürt Meselesinin Demokratik Çözümü” yalanlarının hiç olmadığı ölçüde ayan beyan ortaya saçılması sonucunda hoşnutsuz halk kitlelerinin özellikle Kürt illeri başta olmak üzere “yeni serhildanlara” hazırlanıyor olmasından kaynaklıdır.

 

      Egemen sermaye gücü böylesi sıkışmışlık durumlarında emirlerindeki siyasi iktidarlar aracılıya “savaş süreci” kompseptine geçmeye, emek üzerindeki sömürüyü daha sınırsız bir şekilde gerçekleştirmek için daha fazla otoriterleşmiş rejim ve siyasi figür ister. Yani böylesi koşullarında “tavizkar” olmaktan çok “talepkar” olacaktır. Ve bunun yolu olarak elinde baskı ve zoru şiddetlendirip yoğunlaştırmak dışında bir yöntem yoktur. 

 

      Ülkemiz zenginleriyle el ele kol kola olan iktidar bloğunun en son Tayyip Erdoğan’ın da ilan ettiği gibi fiilen değişen yönetim biçimine yasal/hukuki bir nitelik kazandırmak için yapmayacağı kirli/kanlı/karanlık işin olmadığını gören yerden anı okumalıyız. Ceberut rejimin eski hamisi ordu ve bürokrasiyle işbirliği içinde girişilen bu rejim tahkiminin yapılacak olası bir erken seçimden de “400 sandalye” çıkmayacağı bilindiği halde dümenin bilinçli bir kriz yöntemiyle “tekrar seçime “doğru kırılması rejimin otoriter/totaliter biçimde tahkim edilmesi çabasındaki gözü dönmüşlüğün açık ilanıdır. 

 

       Bu yönelimi temsil eden egemen kesimler ve onların siyasi temsilcisi olan iktidar bloğu tüm topluma açık savaş ilan ederek kararlılığının altını çizmiştir. Süreç, 90’ları aratacak bir devlet şiddeti ve ona eşlik edecek toplu kıyımlara gebedir. Kısacası rejim aslında son girişimleriyle (sonucu belli tekrar seçim) iç savaş dâhil her türlü kanlı girişim ve sonucu göze aldığını, buna göre hazırlandığını ilan etmiş oldu. 

 

       Bu gerçeğin görülebilmesi için “bundan sonra böyle!” demesi gerekmiyor. Zaten o bunu fiilen demiş durumda. Kürt illerinde estirilen kanlı terör ve Batı metropollerinde girişilen operasyonlar bunun en açık ifadeleri. Kürt meselesinde “çözüm süreci” oyalamacasına dahi son verilmesi, diğer yandan HDP şahsında yasal-parlementarist kanalların daraltılma çabası ceberut rejimin asgari demokratik sınırlara ve taleplere tahammülsüzlüğünün yeni bir ifadesi olduğu kadar, demokrasicilik oyununun sınırlarını da bir kez daha açıkça ilan etmektir.

 

      Ülkemiz ilerici, yurtsever, devrimci, demokrat muhalefet özleri açısından içinde yaşanılan süreç önemli bir uyarıdır.  Ne var ki,  özelde HDP bileşeni kesimlerinin genelde ise Türkiye Demokratik Muhalefet öznelerinin hemen tamamının son seçim başarısı üzerinden demokratik-parlamenter alanın önemini neredeyse kutsayan ve hak ettiğinden fazla anlamlar yükleyen yaklaşımları, önümüzdeki kanlı günlerin nasıl bir hazırlıksızlıkla karşılandığını ve bunun sonrasında nasıl bir tasfiyeci derinleşmeye evirileceğini ele veriyor. 

 

      Geniş toplumsal dinamiklerin demokratik bir kanalda buluşabilmeleri ve bunun özgüvenini duyabilmesini sağlayan partimiz HDP emeği ve mücadelesi elbette yok sayılamaz.. Fakat bu güvenin, her duruma hazırlıklı güçlü radikal mücadele derinliğine sahip olmaması, olmaması kaygı vericidir Devrimci demokratik muhalefet özlerinin zayıflıkları ve güçsüzlükleri düşünüldüğünde bugün HDP gibi yasal-demokratik bir odak etrafında mevzilenmekten ve sokağı en militen bir şekilde kullanmaktan öte çare yoktur. Sessizlik tepkisizlik ve yaşananları tribünde seyretme sakatlığı biz ülkemizi tüm emekçi halklarımızı 12 Eylül dönemi kıyımına uğratır. Dönem, HDP’nin başarısı üzerinden “perdahlamalar ve boş böbürlenmeler” dönemi olmayıp keskinleşen ve bir o kadar da sertleşecek olan mücadele dönemine geniş kitleleri seferber etme dönemidir.