En somut ifadesiyle sansürcülük, egemenlerin tarihten beri, egemenlikleri altında bulunanlara uyguladığı tipik yasaklama mantığının ürünüdür. Ancak, ne bu yasaklar ve sansür ne de arkasından gelen tasfiye ve imha saldırıları ezilenlerin meşru direnişini ortadan kaldırdı. Tam tersine dünya egemenlerinin halkları kontrol altına almak amaçlı hazırladıkları iletişim kanalları dönüp kendilerini vurmaya başladı.
Örneğin Facebook hakkında üretilen teorileri bilmeyen yoktur. İnsanların kişisel bilgilerini ve hareketlerini takip etmek, depolamak ve aynı zamanda egemenler lehine kullanmak üzerine bolca teori üretilmiştir. Ortaya çıkış ve uygulanış itibariyle doğru olan bu teori ne zaman ki ezilenler tarafından kendi çıkarları için kullanılmaya başlandı, o zaman egemenlerin baş belası oldu. Şimdilerde Google yeni bir yöntemle ulusal ve uluslararası denetime takılmayacak yazılımlar üzerinde çalıştıklarını ilan etti. Buna çok fazla itibar etmeye gerek yok ama bu iddianın ortaya atılması bile sanırız dünyayı yönetenlere epey bir korku salmıştır.
Ezilenlerin medyayı, iletişim araçlarını kullanma hikayesi egemenlerin hikayesiyle zamandaştır. Dünyada hiçbir şey karşıtını yaratmadan var olamaz. Bu nedenle sansür, bir yere kadar etkilidir, bir yerden sonra eşik aşılır ve kontrol mekanizmaları duruma hakim olmaya yetmez. AK Parti, iktidarı da tarihin karanlık dönemlerindeki muadilleri gibi başı sıkıştığında sırtını sansüre yaslamaya meylediyor. İnternet üzerinde kontrolü arttıracak ve internetteki her hareketi denetim altında tutmayı amaçlayan yasayı çıkarırken imza atıyor.
Osmanlı döneminde basına yönelik baskı ve sansür 15 Şubat 1857’de çıkarılan “Basmahane Nizamnamesi” olarak yasa haline getiriyor, kitap gazete çıkarmayı bugünün Valiliği, Milli Eğitimi ve Emniyet Müdürülüğü’nün iznine bırakıyordu. Bugün de aynı gerekçelerle yasaklamaların getirildiği kanunun 15. maddesinde “Hükümdar ve hükümet ailesini tahkir ve hükümranlık haklarına taarruz sayılabilecek yazılar yayınlanırsa, 6 aydan, 3 yıla kadar hapis veya 25-100 altın para cezası verilir” hükmü vardır. 16. madde; “Bakanlara dokunacak sözler yazılırsa, bir aydan bir yıla kadar hapis cezası, veya 5-50 altın para cezası verilir” 20. Madde; ”Devlet memurları aleyhinde yazı yazmak, on günden on aya kadar hapis cezası veya 1-60 altın para cezasıyla cezalandırılır” hükümlerini içeriyordu.
II. Abdülhamit döneminde yayınlanan yönetmelikte; “Bir makalede beyaz yerler ve noktalarla geçilen boş yerler bırakılması, bir takım uygunsuz varsayımlara ve zihniyetleri karıştırmaya neden olacağı için, bunlara kesinlikle izin verilmemesi; şahsiyete kesinlikle meydan verilmeyip bir vali ya da mutasarrıfın hırsızlık, yiyicilik, adam öldürme ya da çirkin bir iş işlemiş olduğu söylenecek olursa, bunun doğruluğunun ispatı olmadığı bildirilecek ve yayımlanmasına asla müsaade edilmemesi, vilayetler hakkında bir kişinin ya da bir topluluğun, hükümetin yolsuzluğundan şikâyetlerinin ve yüce padişaha duyurulmasını bildiren kağıt ve dilekçelerin yayınlanmasının kesinlikle yasaklanmasını ve cezalandırılmasını…” içeren maddeler yer alıyordu.
Sansürcülükte sınır tanımayan II. Abdülhamit, yönetmelikte örneğin: “Grev, suikast, ihtilal, anarşi, sosyalizm, dinamit, infilak, tahttan indirme, Kanun-i Esasiye, hürriyet, vatan, müsavat (eşitlik), yıldız, büyük burun, murat, istibdat, beynelmilel, veliaht, cumhuriyet, bomba, inkılap, hak…” gibi kelimelerin yazılması ve kullanılmasını yasaklamıştır. Öyle ki, yazılarda, “tahtakurusu” , “büyük burun”, kimyasal formül olan “AH=0” önermesini bile yasaklamıştır. Gerekçeler; tahtakurusu; tahtın kurusun anlamına geleceği, büyük burun, II. Abdülhamit’in burnunun büyük olduğunu çağrıştıracağı, AH=0 ise Abdülhamit= sıfır anlamına geleceği için, bu kelimelerin yazılarda kullanılması yasaklanmıştır.
Osmanlı’dan devralınan sansür geleneği, cumhuriyet döneminde de sürmüş, İttihatçılar, muhalif gazete ve dergileri kapatarak, gazetecilere suikastlar düzenleyerek öldürmeye başlamışlardı. Tan Gazetesi, 4 Aralık 1945’te MAH’ın (MİT önceli) kontrolünde faşistlerin saldırısına uğradı. Gazetenin matbaası yakılarak, yağmalandı. Gazetenin sahipleri Sabiha Sertel ve Zekeriya Sertel tutuklandı.
Ülkemiz tarihi baskı ve zulüm örnekleri ile dolu olduğu gibi basına yönelik her türden saldırının yaşandığı örneklerle de doludur. Memlekette ne zaman önemli bir olay gelişse anında basına sansür ve saldırı gerçekleşir. 6-7 Eylül olaylarında hükümetin basına dair aldığı ilk karar “Halkı heyecanlandıracak haberlerin yayınlanması yasaktır. Hükümeti tenkit etmek yasaktır. Hükümetin çalışmalarını etkileyecek biçimde yazılar yasaktır. Sıkıyönetim çalışmalarıyla ilgili haberler yasaktır. NATO devletleriyle ilgili haberler yasaktır. Darlık, kıtlık ve yokluk haberleri yazılmayacak. 6 Eylül olaylarının komünistlerden başkasının yaptığı yolunda yazı ve yorumlar yasaktır. 6 Eylül olayları ile ilgili haber ve resimler yasaktır.”
Sonrasındaki darbeler ve olağanüstü dönemlerde yine basın ilk hedefti. Özgür Ülke’nin bombalanması ilk akla gelenlerden. Ülkemizdeki ve tüm Ortadoğu daki Kürt halkının özgür sesi olarak yaşadığımız coğrafyanın gerçeklerini aktarmaya çalışan Özgür Ülke gazetesi kontrgerilla saldırısıyla bombalandı. Özgür Ülke yazarları, başta Musa Anter (Ape Musa) olmak üzere birçoğu katledildi.
AK parti iktidarı da artık basında çeşitli kavram ve kelimelerin kullanılmasını yasaklaması sürpriz olmayacaktır. Örneğin, başbakan ve yolsuzluk kelimeleri, Tayyip” ve “rüşvet” kelimeleri, hükümet ve despotizm kelimeleri yasaklanabilir. İnternete sansür ihtiyacı her ne kadar bugün için yolsuzluk ve rüşvet operasyonları gerekçesiyle, ortaya çıkan ve çıkacak haberlere, kasetlere şimdiden engel koymak için çıkarıldığı tartışılsa da esasen Gezi direnişinde sosyal medyanın ezilenler tarafından yaygın şekilde kullanılmasıdır.
Bu engellemenin bir yanı da dünyada hızla yayılan bilgi ve haberlerden, halkın bilgi sahibi olmasını yasaklamak ve dünya kamuoyunun Türkiye’de olan bitenden bihaber yaşamasını sağlamaktır. Başbakan, internete engellemeyi gerekçelendirirken “ faiz lobisi’ ve ‘porno lobisi’ kavramlarına sarılıyor. Artık bu ülkede bir şey yasaklanacaksa önce lobisi ilan edilecek sonra yasak gelecek. AK Parti, çürümüş düzeni savunurken “sansüre” yaslanıyor. Fakat artık mızrak çuvala sığmıyor, her yanından pis kokuların geldiği bataklığa dönüşen sömürücü düzen, halklarımız tarafından net biçimde görülüyor ve her türlü yasak ve saldırganlığa karşı dinamik bir direniş gücü gelişiyor. Nitekim internet yasağına karşı sokakları tutuşturan halk, AK Parti iktidarının oluşturmaya çalıştığı zulüm ve baskı rejimini sokakta parçalayacak enerjiye ve iradeye sahiptir. Yasak fermanları he daim devletin, sokaklar halkındır.