Kabahatin Çoğu Kimin? Nazım büyük şair. 1947 yılında yazdığı “Dünyanın En Tuhaf Mahlûku” başlıklı şiirinde sorumun yanıtını şu dizelerle veriyor;
“…Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
Kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!”
— demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!”
Evet, işçi sınıfı yalnız acı çeken değil mücadele eden sınıftır. Günümüz toplumunda mücadeleci devrimci rolü liberal burjuva ideologlarınca örtülmeye çalışılsa da içerisinde yaşadığımız ekonomik sistemi alaşşa edip kendini ve tüm ezilenlerin kurtuluşunu sağlama görevi işçi sınıfının sorumluluğundadır.
Egemenler ve siyasi temsilcileri işçi sınıfını etkisizleştirmek ve daha çok artı değer sızdırmak için paket üstüne paket açarken, safları yeni işçileşen kesimlerle durmaksızın genişleyen işçi sınıfının direnişleri ve örgütlenme girişimleri de ters yönde ilerlemeye başladı. Lokal direniş sayısındaki artışların yanılsamasından kurtulup iş havzalarını iş kollarını kapsayan yâda sınıf dayanışmasını ören örgütleyen hiçbir uzun soluklu eylem ve etkinliğin örülememesi taşeron, güvencesiz çalışma koşullarıyla izah edilemeyecek sığlıkta çözümlemelerle ifade edilemez.
Stratejik, hedefli, örgütlü, enerjik, soluklu, azimli sınıf çalışması yürüten öncü sendikal ve siyasal güçlerin çok çok sınırlı olması gerçekliği görülmeden, işçi sınıfının hiçbir ihtiyacına yanıt vermeyen, bürokratik, işveren kuklası sendikaların işçi sınıfı üzerinde yarattığı tahribat bilinmeden işçi sınıfı direnişleri artıyor demek safdillilikle eş değerdir..
2013′te Ulusal İstihdam Stratejisinin en sivri dişleri gündemleştiğinde, bunları onaylayan Hak-İş ve Türk-İş kılını bile kıpırdatmadı. DİSK ise göstermelik bir kampanya yürütüp, kıdem gaspı şimdilik ertelenince hemen son verdi. Küresel kölelik stratejisinin geçtiğimiz aylarda geçirilen yeni paketi konusunda, Orta Vadeli Programla göstere göstere gelen katmerli kölecilik saldırıları karşısında tüm yaptıkları bir iki basın açıklaması. Kendine işçi sınıfı partisi, örgütü diyen siyasetlerin çoğu ise, Gezi’den bu yana adeta işçi sınıfını, siyasal işçi sınıfı çalışmasını unutmuş durumda.
Gezi, Lice, Kobane kuşkusuz çok önemli, rejimin yöneteme krizini derinleştiren önemli gelişmelerdir. Fakat işçi sınıfının büyük örgütlü gücü ile birleşmedikçe, hem etkileri sınırlı kalmakta hem de ufukları kapitalizm ve düzen demokrasisini aşamamaktadır. Üstyapıdaki devam eden şiddetli sarsıntıların arka planında altyapıdaki uzlaşmaz sınıf çelişkilerinin giderek keskinleşmesi vardır. Bu yüzden üstyapıdaki sarsıntılara yönelik demokrasi talepli mücadeleler küçümsenmeden işçi sınıfı mücadelesiyle birleştirilmelidir.
Bu düzende (kapitalizmde) İstihdam güvencesizliği, sosyal güvencesizlik, gelir güvencesizliği, sendikal güvencesizlik gibi aklınıza gelebilecek her türlü güvencesizlik mevcuttur ve her geçen gün daha da fazla olacaktır. Lakin çok çok önemli bir güvencesizlik daha var ki bilinmesine rağmen pek üzerinde kalem oynatılmaz. O güvencesizlik “İrade güvencesizliğidir!”
İşçi sınıfının kendi hayatına sahip çıkacak ve yaratıcılığına, enerjisine güvenerek geleceği tasavvur edip biçimlendirebilecek bir iradenin yokluğundan bahsediyorum… İradeyi oluşturamama, onu sarih şekilde ifade ederek ortaya koyamama, taleplere dönüştürememe ve bir program çerçevesinde yeniden biçimlendirememe halini “irade güvencesizliği” olarak tanımlamak kanımca doğru bir tanım olur. İrade güvencesizliği kendisini tereddüt, bunalım, özgüvensizlik, güçsüzlük, egemen ideolojisinin büyük öznelerine kolaylıkla kapılma gibi semptomlar üzerinden açığa vurur.
Cumhuriyetin 91. yaşında iş cinayetlerinden, maden göçüklerinde katledilmelerden kurtulmak isteniyorsa bir iki göstermelik basın açıklaması ve protesto ile yetinmeyip daha bütünlüklü eylem ve etkinlikleri örmek için kafa yorulmalıdır. Fıtrattan kurtulmamın tek yol ve yöntemi kendine sınıf olmaktır vesselam..