Geçenlerde merhum Üstad Sezai Karakoç’un öncülüğünde çıkan ve elimde mevcut olan Diriliş dergilerine ve gazetelerine yeniden bir göz attım. Öncelikle belirteyim ki Üstadın kitaplarını oluşturan yazıların büyük çoğunluğu, daha önce gazetelerde ve dergilerde yayımlanmış yazılardan oluşuyor. Bunun yanında kitaplarına girmeyen ama toplum ve kültür hayatımız için önemli olduğunu düşündüğüm o kadar çok yazı var ki… Üstadın bu yazıları kitaplarına almayışının sebeplerinden birisi sanırım güncel içerikli olması… Diriliş düşüncesi güncel olaylar içerisinde boğulup kalmaz. Ama güncel olayların da hakkaniyet ölçüleri içerisinde gerçekçi değerlendirmesini yapar. Şimdi, kitaplara alınmayan bazı yazı başlıklarını kısa açıklamalar yaparak hatırlatmaya çalışalım.
Başta biyoğrafi yazıları ki, bunlardan Nobel ödüllü Fransız yazar Albert Camus’u değerlendirdiği “Camus ve Gerçek” başlıklı yazısını, yazımızın sonunda alıntıladık.
“Siyasi bir portre: Turgut Özal” başlıklı yazısı onüç sayı boyunca tefrika edilmiş. Üstad bu yazılarında Osmanlıların son döneminden başlayarak 90’ yıllara kadar ülke yönetimiyle ilgili nitelikli değerlendirmeler yapıyor. Özellikle devlet ve siyaset adamları için el kitabı olacak değerde yazılardan oluşuyor.
“ Ölümlerin En Güzeli” başlıklı yazıda 1988 yılında bir uçak kazasında ölen (bu olayın sabotaj olduğunu düşünenler de var) Ziya ül Hak’tan bahsediliyor. İslam dünyasının meseleleri ve dış politikayla ilgili günümüze de ışık tutacak tespitler yapılıyor.
“Filistin’in Kara Yazısı” başlıklı yazıda İslam milletinin bir parçası olan Filistin halkının çektiği çileler, çözüm önerileri, ve Yaser Arafat’ın yıllarca devam eden mücadelesi ile ilgili değerlendirmeler yapılıyor.
“Enflasyon” başlıklı yazı birkaç sayı devam ediyor. Hayat pahalılığının sebeplerini ve çözüm yollarını açıklıyor. Yaptığı tespitlerin birçoğunun günümüz için de geçerli olduğunu düşünüyorum.
“Neticeler” başlıklı yazıda 88 yılında yapılan referandum sonuçlarını yani 12 Eylül rejimiyle kapatılan siyasi partilere tekrar siyaset hakkı verilmesiyle ilgili düşüncelerini açıklıyor ve çeşitli uyarılar yapıyor.
Kırmızıya: ‘Geç!’, Yeşile: ‘Dur” başlıklı yazıda 12 Eylül sonrasındaki yıllarda komünist partilerin kuruluşuna izin verilmesi gerektiği gündem olurken İslami partilere bu hakkın verilmemesinden duyduğu üzüntüleri dile getiriyor. Ülkemiz aydınlarının yabancı ideolojilerin bir şubesi durumundaki partilere çeşitli hakların verilmesini savunurken bin yıldır bu toprakların asıl sahibi durumunda olan İslam düşüncesinin gündemde bile olmayışını eleştiriyor.
“Örtünme Medeniyettir” başlıklı yazıda başörtüsünün kanunlarla yasaklanmasının insan hakları ve özgürlükleri açısından hiçbir doğruluk tarafının olmadığını söylüyor ve örtünmenin hem inançlarımız açısından hem de geleneksel olarak önemi üzerinde duruyor.
“Şeytan Oyunu” başlıklı yazıda Hint asıllı yazar Salman Rüşdi’nin “Şeytan Ayetleri” kitabının yayımlanması ve o yıllarda yapılan tartışmalarla ilgili düşüncelerini belirtiyor. İslam’ın hem Doğu’da hem de Batı’da yayılmasının bu tür provakasyonlarla önlenmeye çalışıldığı üzerinde duruyor.
“Belirsizlik” başlığı altında yayımlanan birçok yazı var. Üstad bu yazılarında 90’lı yıllardaki siyasi ortamları, seçim sonuçlarıyla ortaya çıkan koalisyon hükümetleri ve yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki belirsizlikler üzerinde durarak çözüm önerilerini dile getiriyor.
“Büyük Şehirlere Mektuplar”. Bu mektuplar İzmir, Adana, Erzurum ve Konyalılara mektup adıyla yayınlanmış ve bu şehirlerde yaşayan insanlara dağıtılarak 1990 yılında kurulan Diriliş Partisi’nin bazı düşünceleri anlatılmıştır. Adeta şiir diliyle yazılmış bu mektuplardaki duygu yoğunluğu dikkat çekmektedir.
“Kıyamet Kopmuş Gibi”. 90’lı yıllarda Irak’ın Kuveyt’i işgali bahanesiyle Amerika’nın Ortadoğu’ya hakim olma planlarını, Müslümanların esaretiyle doğacak sonuçları ikaz eden uzunca bir yazıdır. Yüz binlerce insanın ölümü ve İslam medeniyetinin eşsiz şehirlerinin ve eserlerinin yok edilmesini adeta kıyametin kopuşu olarak değerlendirir.
“Sessizce Başlayan Üçüncü Dünya Savaşı, Sıra Süveyş Kanalı ve Libya’da mı?” Üstad bu yazısında Üçüncü Dünya Savaşının başladığını ve bu savaşın Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarından farklı olarak kesik kesik ve bölge bölge olarak uzun yıllar devam edebileceğini belirtiyor ve Müslümanların birleşip çeşitli oluşumlarla geleceklerini güven altına almaktan başka çıkış yolunun olmadığını ısrarlı bir şekilde vurguluyor. Ortadoğu’da yaşanan ve yaşanacak olan felaketleri yıllar öncesinden haber veriyor.
“Çok Yönlü, Çok Boyutlu Politika”. 90’lı yıllarda yazılan bu yazıda nitelikli bir iç ve dış politikanın nasıl olması gerektiğiyle ilgili dünyadan da örnekler vererek görüşlerini açıklıyor. Üstadın görüşlerinin birçoğunun günümüz içinde geçerli olduğu söylenebilir.
Doğu’dan ve Batı’dan yapılan özgün çeviriler, özellikle haber-yorum niteliği taşıyan ve bu kısa yazıda değinilmesi mümkün olmayan daha yüzlerce yazı…
Yazının başında alıntı yapılacağını belirttiğimiz Sezai Karakoç’un 1976 yılında gazete boyutunda çıkardığı Diriliş dergisinde (S.Y) mahlasıyla yazdığı ve kitaplarına almadığı “Camus ve Gerçek” başlıklı yazısı:
“Albert Camus’un uyumsuzu (absürd), bana kalırsa, dünyanın geçiciliğinin bir başka adla anlatımıdır. Camus’un şuuraltından gelen bir kanaatın kılık değiştirmiş ve bu değişimle onu bile aldatmış anlatımı. Camus, itiraf etmek istemiyor; her şeye rağmen, O, Akdeniz’in kuzey yakasındaki, bir Roma’nın değil de, onun güney simetriği bir Roma’nın yurttaşıdır. Eninde sonunda bir Romalıdır Camus. Ebedilik görüntüsüne vurgundur, ebediliğin kendisine değil, mermerdeki mümkün ebedileşmeye Romalının kafasındaki kalıcılık, geçicilik onu yaralıyor; öylesine yaralıyor ki, onun varlığını bile kabul etmek istemiyor. Sürekli bir gök, sürekli bir yer görüntüsüyle faniyi boğmaya çalışıyor. Ama boşuna. Dikkatli bir göz, onun bütün cümlelerinde içe akıtılmış bir kızgın maden eriyiği, boğulmuş ve tuzla buz edilmiş hıçkırık parçalarını görür. Sisyphos’da bile umutsuz bir ebedilik denemesi yatmakta. Kalbi yaralı bir filozof-Sezardır Camus. İnsanoğlunun avukatlığı adı altında kendi kendinin avukatı Sezar.
Geçiciyi uyumsuz olarak betimlemekle, özgürlüğe kavuştuğunu sanıyor insanın Camus. Böylece onu eşyadan ve oluştan soyutlamış oluyor kendine kalırsa. O, insanı, kurşunların üzerine yağmur gibi gelip de şapır şapır yere döküldüğü bir kahraman gibi düşlüyor, oluş kurşunlarının.
Alçak gönüllü olamadı Camus, son tahlilde. Öyle olabilseydi, önemli bir noktaya varacaktı; yaklaştığı ışığı yadsıyarak Avrupalı kaldı yine de. Avrupalılık zarını delemedi. Sartre’ın kuzey yakası roma imparatorluğuna karşı, güney yakası imparatorluk konseyi kararına uymuş gibi bir durumalışı benimseyişi onun sınırlı prometeci alınyazısını çizdi. “Büyük Öğle Uygarlığı” muştuculuğundan yoksun bırakıp bir usluba feda etti kendini. Biçim yönünden bir intihardır bu. Konuştuğuna inanmayan, hatta konuşmasıyla bu inançsızlığını bastırmaya çalışan bir İvan Karamozof’tu o. Dolaylı bir intihar İvanı. Labirent intiharının İvanı.
Diyalog görünümünde bir monolog gibi olsun, gerçeğe yaklaşmayı denemedi. Bir Tanrı kaçkınıdır o.” (Diriliş dergisi, 7 Haziran 1976)
Umarım kitaplara girmeyen yazılar da bir gün toplanıp yayımlanarak okuyucuların ve kültür hayatımızın istifadesine sunulur.
Nizamettin YILDIZ