Yaklaşan sonbaharı eskiler "Ağustos ayının yarısı yaz , yarısı kıştır" diyerek kışın zorlu geçecek günlerin "tedarikini" yapma amaçlı kullanırlarmış. Gerçektende iklimsel olarak da siyasal olarak da gelecek zorlu günleri görüp tedarik yapmak bir zorunluluktur. Şimdilerde mevcut iktidar yapısı içerisinde kendi gücünü pekiştirmeye çalışan AKP hükümeti, yaklaşan zorlu günleri görmesine rağmen toplumun sinir uçlarına dokunmak zorunluluğunu yaşıyor.
11 yıldır toplumun bastırılmış dinsel birikimine yaslanarak, iktidar içerisinde ele geçirdiği tüm mevzileri sağlamlaştıran, iktidarın sağladığı araç ve olanaklarla kendisine muhalif tüm kesimleri ezerek kendisine biat etmeye mecbur bırakan politikaları ustaca kullanarak bu günlere gelen AKP bundan gayrı "dikensiz gül bahçesi" ön görürken Gezi direnişiyle pembe hayaller dağılıverdi.
Bir bütün olarak rejimin stratejik hesaplarında ciddi bir kırılma yaşandı. Bu kırılganlığı aslolarak bölgesel dengelerde yaşanan farklılaşmalar ve inişli çıkışlı da olsa belli bir istikrar-süreklilik kazanan toplumsal direniş doğurdu. Toplumsal kutuplaşma büyüdü, siyasal kriz derinleşti. Evdeki hesap çarşıya uymadı. Şimdi buna önemli bir kısmı cari açığa dayalı hormonlu büyümenin faturası olarak kapıya dayanan yeni bir ekonomik kriz beklentisi de eklenince, kırılganlığın kendisini genişletme eğilimi artacak.
Bunlarla doğru orantılı devlet baskısının kapsamı büyüyecek. Önümüzdeki günler, sokak hakimiyeti ve inisiyatifini elinde tutma ekseninde yaşanan kapışmaların katlanarak artma olasılığına gebe olduğunu rahatlıkla söyleye bilirim.
Yakın zamana kadar “bölge liderliği” lafazanlığıyla “komşularla sıfır sorun” stratejik hattından dem vuruluyordu. Öyle ki, bölge düzleminde gelişmelerin kendi istek ve kontrollerinde seyredeceği havası estiriyorlardı. Emperyalist egemenlik çatışmasının bölge üzerindeki kapsam ve derinliğiyle birleşik kendilerinin bu çatışma içerisinde belirleyici bir inisiyatife sahip olmadıklarını hesaba katamadılar.
Yaşanan dalgalanmalara göre oradan oraya sürüklenmek durumunda kaldılar. “Stratejik derinlik” olarak pazarlanan hattın alabora olmasıyla Suriye kuşatmasında rol çalmaya soyundular. Burada da Esad rejimi şahsında aslonan onun arkasında duran bloğun (Rusya-Çin-İran-Lübnan Hizbullah’ı-Irak) etki gücünün öyle kolay kırılamayacağını, yön değiştirmeyeceğini göremediler. Bel bağladıkları “muhaliflerin”, çeteci-radikal İslamcı yapısının kendilerinin dayandığı blok tarafından (ABD-AB başta olmak üzere) beklenen kabulü görmemesi, “Esad’dan sonra ne olacak?” sorusunun kapsamlı bir müdahaleye girişmelerini kilitlemesi de bu hayal kırıklığında önemli bir rol oynadı.
Emperyalizmin sağdık ve gönüllü işbirlikçiliği yapmasına rağmen ülkemiz siyasal iktidarının manevra alanı daraldı. Üstelik tarihsel fobileri olan Kürt sorunu, koşulların itiliciyle de birleşik, dört parçada öz örgütlülüğü güçlü olan halkın inisiyatif almasıyla, bölgesel düzeyde farklı bir zemine oturdu.
Bunların yanında bir de hamilik yapmaya soyunduğu Mursi’nin Mısır’ını ve Hamas’ı yanına alarak küçük de olsa bölgede “yeni Osmanlıcılık” kisvesiyle “oyun kurucu” olma hayallerine kapıldı. Mursi gitti, Hamas yeniden İran’la ilişkilenmeye başladı. Bu hesap da Bağdat tan döndü.
Dıştaki hesapları yanlışta içeridekiler doğru mu? Ebette değil. Bölge üzerinden bunların yarattığı sıkışmışlığı yaşayan rejim, içerde de girilen dönemin ve sokağın basıncını ensesinde hissediyor. “Çözüm süreci”, “yeni anayasa yapımı”, üst üste gelen üç seçim (yerel, genel ve Cumhurbaşkanlığı) ve bunların orta yerinde boy veren, bir türlü dindirilemeyen toplumsal kabarış.
Ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel olarak kendi meşrebince yaratmak istediği toplum kalıbının içine sığmayanların başını çektiği bu kabarışa karşı AKP kurmayları açık bir savaş yürütüyor. Bu açık saldırı hali elbette kendi zıddını oluşturup ve fakat çoğaltarak kendi geleceksizliğini de yaratıyor.
Ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel olarak kendi meşrebince yaratmak istediği toplum kalıbının içine sığmayanların başını çektiği bu kabarışa karşı AKP kurmayları açık bir savaş yürütüyor. Bu açık saldırı hali elbette kendi zıddını oluşturup ve fakat çoğaltarak kendi geleceksizliğini de yaratıyor.
Siyasal iktidar hedef saptırılıp, toplumsal kutuplaşmayı derinleştirilerek emekçi halklarımızı karşı karşıya getirtmek yani yüzde elliyi yüzde elliye kırdırmak istiyor. İhbarcılık ve eli sopalı, palalı güruhlar özendirilip, teşvik edilmeye çalışılıyor. Ergenekon olarak kodlanan kontrgerilla davasına çizdiği sınırlarla kontrgerillayı seçilmiş hükümete darbe hazırlığı yapan bir örgüte indirgeyerek basitleştirmeye ve daha derinlerde örgütlenmesinin olanaklarını sağlıyor.
17-18 Ağustos ta Anakara da gerçekleştirilecek HDK ve HDP kongreleri sınıfın, emekçilerin, gadre uğrayanların, ötekileştirilenlerin yok ve hor görülenlerin yaklaşan sonbahara nasıl hazırlık yapmaları gerektiğinin reçetesini hep beraber hazırlayacaktır diye ümit ediyorum. Meclisler, Forumlar, sosyal ağ tipi örgütlenmeler ve bunların eşgüdümü sorunsalı iki gün boyunca çok iyi irdelenip "sıcak" geçeceği dillendirilen sonbahar kış günlerinin tedariklerine ezilenler neslinde de derhal başlanmalıdır.