Geçtiğimiz cumartesi akşamı; Niğde Bor yolu üzerinde Sabancı kız yurdu civarında akşam saatlerinde karşıdan karşıya geçmeye çalışırken bir otomobilin çarpması sonucu yaşamlarını yitiren üniversiteli kızlarımızın hazin sonu, bu kentte yaşayan birçoğumuzu derin bir hüzne boğuyordu.
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğrencileri Fatmagül U. ve Kader K. ömürlerinin yirmili yıllarının gencecik yaşlarında elim kazanın kurbanı oluyorlardı.
“Fatmagül’ün suçu ne” veya “Kader ağlarını Kader için örmüştü” gibi sansasyonel gazete başlığı veya haber spotu dışında, insani yönümüzle ele alıp değerlendirmemiz gereken böylesine elim bir kazanın düşündürttükleri ise şahsım adına, acı bir tecrübe haliyle yansıyordu.
İnsan denen varlığın yücelerden yüce olabildiği kadar, nasıl da aşağılık bir varlık olabileceğinin izlenimlerini bu tarz bir kaza vesilesiyle bir kez daha test etmek içimi burkuyordu.
Kazanın duyulması sonrası hastanenin acil servisi önüne ulaştığımda, Rektör Sayın Muhsin Kar, yardımcıları ve Üniversite çalışanlarından bir ekiple karşılaşırken, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Sayın Haluk Bengü ile kazanın nasıl olduğu ve çocukların ailelerinin durumu ile ilgili basından arkadaşlarımızla konu konuşuluyordu.
Rektör Bey ve üniversite ekibi baştabipliğe doğru çıkarken arkadaşlar kendi aramızda Niğde de ki bu tarz kazaların ve Bor yolunun durumunu değerlendiriyorduk. Bu esnada sohbete dışardan karışan ve kim olduğunu bilmediğim birinin yaptığı yorumlar karşısında hayrete düşüyor ve sinir krizi geçirtebilecek söylemleri karşısında nutkum tutuluyordu.
Üniversiteli gençler zaten çalışmıyorlardı.(Kendi nereden biliyorsa)
Akşamın o saatinde kızların dışarda işi neydi.(Sanki üniversitenin gece bölümü yoktu, kaldı ki hava daha yeni yeni kararıyordu veya öğrenciler her hangi bir ihtiyaçları için dahi olsa bir yere çıkamazlarmış gibi)
Bu tarz yorumları yapan arkadaşı dinlerken acaba yerel medyamıza yeni gelmiş biri de ben mi tanımıyorum diye düşünürken ağız ishaline tutulmuş şahsın “büyük ihtimal alkollüydüler” sözü karşısında artık tahammülümü yitiriyordum.
“Sen kimsin, basından mısın, bu gençleri tanıyor musun ya da bildiğin bir bilgi mi var? soruma “hayır tanımıyorum, Niğdeliyim, basından değil Adana da galericiyim, bildiğim bir şey de yok” cevabını aldığımda, insan denen türümüzün ne kadar alçalabileceğinin canlı örneği karşısında tiksinti duyuyordum.
İki üniversiteli gencimizi yaşamlarının baharında kaybederken ölümün saygı duyulması gereken realitesinden uzak bir insan müsveddesiyle, bu tarz bir acı karşısında yüzleşmek de acı verici oluyordu.
Hepimiz insandık…
İnsan olmanın iyi ile kötü arasında ki gelgitlerinde gidip gelmek, zaten yaşam denen sınavın önümüze koyduğu seçeneklerdi.
Yolda ki hız durumları, ışıklandırmaların yerleri, alt üst geçit yapımları, yaya kaldırımlarının düzeni veya kimlerin buna sahip çıkıp çıkmayacağının daha bir ton tartışması yapılıp, konuşulacak ve geçilecek.
Lakin üstün körü geçilmemesi gereken bir şey var ki…
O da kaybettiğimiz insanlığımızı…
Nasıl yeniden inşa edebileceğimiz olacak…