MİT-Başbakanlık cephesi “özel yetkili yargı”ya karşı
Son dokuz yıldır “Yeni Türkiye” istikametine çıkan her yolu mübah sayanlar, o yolda yürürken kimlerin üzerine bastıklarını zerre umursamayanlar şimdi keskin çizgilerle ikiye, nüanslara bakınca da üçe, beşe... ayrılmış haldeler. Dün “aynı tornadan çıkmış gibi”  görmeye alıştığımız yandaş medya sayfaları  “mozaik müzesi” gibiydi. Dolayısıyla bugün size bir nevi tur rehberleri yapacak ve o müzede sergilenen “farklı renklerdeki” eserleri tanıtacağız...
Önce Hakan Fidan’a sahip çıkanlar...

Yeni Akit Erdoğan’ın yanında 
mücadeleye çağırdı

Yandaş medyadaki birçok yayın organının “dışı başka, içi başka” telden çalarken, Yeni Akit “İsrail’in hedefindeki Fidan’a Türkiye sahip çıktı: Suç yok görev var” manşetiyle MİT Müsteşarına “tam destek” vermeyi tercih etti. Gazetenin Başyazarı Hasan Karakaya’nın satırları da aynı istikametteydi:
“MİT, polis ve asker”leri, eğer yaptıkları “görev”lerden dolayı suçlamaya kalkarsak, bu kurumlarda çalışan insanların morallerini bozar ve oralarda “çalıştıracak insan” bulamayız!.. Bu da illegal örgütlerin ekmeğine yağ sürer!..
Herhalde; En çok da İsrail’i sevindirir.”
Yeni Akit Ankara Temsilcisi Serdar Arseven ise destekte doz aşımı algısı yaratan yazısında  Erdoğan’ın “Final oyunu”nu oynadığını vurgulayarak “dindarları” Başbakan ile mücadeleye davet etti:
“Vatanseverliğinden zerre şüphe duymadığım Sayın Hakan Fidan’ın suçu PKK’lılara “gittikleri yolun yol olmadığını” anlatmak...
“Günler boyunca gündemimizi meşgul eden “dindar nesil” tartışmasının nereden icap ettiğini düşünüyordum ki, bu “çatışma” çıktı gün yüzüne. Evet, “dindarlık” bir sinyal. Sayın Erdoğan bu ülkede özgürlük alanının genişlemesini, Türkiye’nin daha çok üreten dolayısıyla daha az muhtaç bir ülke olmasını isteyen herkesi “dindarlık” rumuzu altında topyekün mücadeleye çağırmış oluyor...” 

STAR’dan yargıya ayar: 
Ne yaptığınızın farkında mısınız?

Eski AKP Milletvekili Tevhid Karakaya’nın sahibi olduğu Star Gazetesi dün hem “Hedef Fidan KCK Bahane” manşetiyle, hem de Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu’nun yargıya yollanan “tehditkar bir mektup” havasındaki yazısıyla “resmi söylemi”nin MİT, dolayısıyla da Başbakanlık’tan yana olduğunu gösterdi. Yargının Hakan Fidan’ı  “içeride ve dışarıda” hedef haline getirdiğini savunan Karaalioğlu “Manzaranın kimleri sevindireceği, kimlerin işine yarayacağını tahmin etmek zor değildir. Zaten sevinenler de kendilerini gizlemek ihtiyacı da hissetmemektedirler” diyerek, şu iki kritik soruyu sordu:
“Yargı, o çağrıya imza atarken sadece bir kurumlar bütünü olarak devleti değil, siyaseti de hedefe koyan son derece stratejik bir karar verdiğinin farkında mıdır? 
Bir kez böyle bir karar verildiğinde demokratik sistem üzerinde oluşan hasarı onarmanın ne kadar güç olduğu analiz edilmiş midir?  
Umarız edilmemiştir... 
Edilmemiştir de hatadan dönmek için geride bir manevra alanı kalmıştır.” 

Sınırı aştılar; bunun anlamı 
hükümete savaş açmaktır

“Resmi duruşu” itibarıyla safını MİT-Başbakanlık olarak belirleyen gazetelerden biri de Sabah’tı. 
Nazlı Ilıcak gibi aksi yönde ses çıkaran, Mehmet Barlas gibi ortada kalmaya özen gösteren yazarları barındırmakla birlikte Sabah da hem birinci sayfasında, hem de haber sayfalarında MİT’in “görevini” yaptığını vurgulayan bir dil kullandı. Gazetenin önemli yazarlarından Hasan Bülent Kahraman hedefin Hakan Fidan değil Tayyip Erdoğan olduğunu düşünenler arasındaydı:
 “Orgeneral İlker Başbuğ tutuklandığında yazmış ve yargının “aşırı özgüven” içine girdiğini söylemiştim. MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın hem de böylesi konularla ilgili olarak soruşturmaya davet edilmesi yargının bu sınırları aştığını da gösteriyor. Zaten “aşırı özgüven” kavramı da biraz metaforikti; aslında yargının sınırlarını aşmaya başladığını dile getiriyordu. Tastamam o noktadayız...
Sonuç çok açık: Kürt sorunu çözülmesin isteniyor belli çevrelerce, demokratikleşme girişimleri (en genel anlamda) yarım kalsın diye çalışılıyor, Fidan burada bir semboldür, bu hamle bütün kanatlarıyla merkeze, yani hükümete, siyasi otoriteye ve başbakana yönelmiştir.  Savaş birileri tarafından sürdürülüyor, bazı savaşlar hep devam etsin isteniyor.” 

Yeni Şafak yazarı kazananı 
açıkladı: MİT Müsteşarı

Kahraman’ın ifade ettiği gibi bir “savaş”sa ortadaki soru belli:
“Kazanan kim olacak?” 
Bu sorunun cevabını “peşin peşin” veren kişi Yeni Şafak yazarı Abdülkadir Selvi’ydi:
 “AK Parti, Hakan Fidan olayını ilk kez içlerinden bir kelle alınması olarak gördü. Tedirgin oldu.
Başbakan ve Cumhurbaşkanı seviyesindeki sahiplenme, hükümet düzeyindeki çaba Hakan Fidan’ın bu iktidar için ne denli önemli olduğunu ortaya koydu.
MİT Müsteşarı bu süreçten güçlenerek çıktı.” 
Yeni Şafak’tan Ali Bayramoğlu da “polis-yargı vesayeti”ni eleştirdi:
“Ergenekon, Balyoz gibi davalar üzerinden götürülen değişim süreci, eski aktörlerin önemli ölçüde tasfiye olmasına rağmen, özellikle 2010’dan itibaren adli süreçlerle daimi kılınmaya çalışılan bir güvenlik politikasına teslim olmuş ve polis-yargı yargı cihazına teslim edilmiştir.” 
İktidar içindeki güç savaşında “Milli Görüş”ün konumu da hayli önemli. Milli Gazete’nin dün “Derin Savaş” manşetinin altına yerleştirdiği notlar, bu kesimde ibrenin MİT’ten yana olduğunun sinyaliydi. Milli Gazete dün birinci sayfasında Fidan’ı  “CIA ve MOSSAD’ı rahatsız eden isim” olarak nitelendirdi. 

Yargı-Emniyet cephesi AKP politikalarını eleştirdi
Yandaş medya mahallesinde kalemden kılıçlar çekildi. 
Daha önce çeşitli zamanlarda bu gazetede “derin çatlak”, “iktidar içinde iktidar savaşı” gibi başlıklarla varolduğu öne sürülen “ayrışma”ya “Yok öyle bir şey” diye itiraz edenler, şimdi ilişkilerin bağlı olduğu “pamuk ipliği”ni kendi elleriyle çekiyorlar. 

BUGÜN: Aklanmak için 
yargılanmaları gerekiyor
Dünkü manşetler ve köşe yazılarına bakıldığında yayın politikasının Emniyet-Yargı paralelinde olduğu net olarak gözlenebilen gazeteler arasında en öne çıkanı Bugün’dü. Gazetenin yazarlarından Erhan Başyurt PKK ve KCK’yla ilgili olarak “vahim ithamlar”a muhatap olan MİT’in aklanabilmesi için MİT mensuplarının yargılanması gerektiğini savundu: 
“PKK’yı MİT kurdurdu” diye dillerde pelesenk olan ifadeler gibi “KCK’yı da MİT kurdurdu” imajının akıllarda yer etmesi, kuruma zarar veren bir husus. 
Keşke MİT yöneticileri gidip ifade verseler ve bu iddiaların ne kadar saçma olduğunu ortaya koysalardı. 
Yargıdan kaçmak, restleşmek, sadece kendilerine pozisyon kaybettiriyor. 
Hakeza, siyasileri kamuoyunda zora sokuyor. 
Generaller, emniyet müdür yardımcıları ifade veriyor, aklanıyor ya da yargılanıyorsa, MİT’in “Ben dokunulmazım” tezinin arkasına gizlenmesi abes. 
Yapılacak en iyi şey, MİT yöneticilerinin aklanmasına fırsat vermek ve iddiaların ne kadar boş olduğunu ortaya koymaktır. 
Unutmayalım ki, aksi iddiaların gerçek gibi algılanmasına neden olur...” 
Bir başka Bugün yazarı Adem Yavuz Arslan da MİT Müsteşarı’nın siyasi koruma altına alınmasına itiraz etti:
 “Kurumsal koruma refleksi ile hareket edip suça bulaşan ya da terör örgütleri ile irtibatlı olanları yargıya teslim etmeyeceksek buraya hukuk devleti denebilir mi?” 

ZAMAN adını koydu: Devlet 
iktidarı yeniden şekillendiriyor

AKP iktidarı ve özellikle de Tayyip Erdoğan’a “kritik eşikler aşılırken” yönelttiği eleştirilerle dikkat çeken Zaman gazetesi, bu “muhalif” tavrına rağmen bugüne kadar hep “siyasi iktidarla çatışma halinde” görünmemeye gayret gösterdi. Ancak dün Mümtaz’er Türköne “devlet iktidarının yeni sahibinin yargı olduğunu” ilan etti:
“Aslında birden fazla kutup var; ama hesaplaşma bu kutupları iki merkezde toplamış olmalı. 
(...) Bu kutuplaşmayı Kürt sorununu yakından takip edenler zaten 
biliyordu. Yine de ortalığı sarsan bu kılıç şakırtılarını kimse tahmin etmiyordu. 
O zaman mesele sadece Kürt sorunu değil. Kürt sorununun çözümü üzerinden devlet iktidarı yeniden şekilleniyor. Bu kavga, devlet içinde askerden boşalan yeri artık yargı erkinin aldığını gösteriyor. Kürt sorunu gibi hayatî bir konuda hükümete meydan okumak, aynı zamanda “devlet benim” anlamına geliyor.” 
Zaman yazarı Hüseyin Gülerce de biraz selden kütük kapar gibi bir edada iktidardan, -bu sorunlardan kurtulmak istiyorsa- “Yeni Anayasa” sürecini hızlandırmasını istedi.

Ilıcak Başbakan’ı hedef aldı: 
İzin mi alacaklardı yani

Sabah’ın Erdoğan’a destek çıkan genel tavrının tersine bu gazetede yazan Nazlı Ilıcak dün  -hem de hiç yumuşak olmayan bir üslupla- Erdoğan’ın MİT’e sahip çıkmasını eleştirdi:
 “Tayyip Erdoğan, MİT-PKK arasındaki Oslo görüşmesinin meydana çıkmasından sonra, Hakan Fidan’ı sahiplenmişti. Uludere faciasında MİT’i sorumlu gösteren Mehmet Baransu’ya da verip veriştirmişti. Bu durumda, acaba, Fidan’ın kendisinden habersiz savcı tarafından çağrılmasını “iktidarına müdahale” gibi gördüğünü söyleyebilir miyiz? Ama “Savcıya dokunamıyoruz, şu iki polis müdürünü görevden alalım” denklemi ne kadar doğru? Polis müdürlerinin suçu ne? KCK operasyonlarında ele geçen bilgi, belge, dijital imajlar gibi delilleri savcılığa teslim etmeleri mi? Ne yapsalardı yani, gizleseler miydi? Soruşturmayı yürüten savcılar, KCK içinde ciddi bir MİT yapılanması görünce, bunu ört bas mı etmeliydiler? Yoksa yargı bağımsızlığını hiçe sayıp, Başbakan’dan izin mi istemeliydiler? O zaman ortaya şöyle bir mantık mı çıkıyor: “Askere dokunabilirsiniz, ama MİT’e dokunursanız karşınızda beni bulursunuz.” 

Arabuluculuğa soyunan 
Koru, takma adıyla vurdu

Dünün en “ilginç” ismi şüphesiz Fehmi Koru oldu. Koru “resmi olarak” MİT-Başbakan cephesinde yer alan Star gazetesindeki yazısında önce “büyük ağabey” rolüne soyundu:
“İki vazoyu birbirine vurduğunuz zaman nasıl bir sonuç ortaya çıkar? Ya da iki yumurtayı? İkisi de kırılır, değil mi? Vazo ile yumurtayı tokuşturduğunuzda da aynı sonucu alırsınız; farklı olmaları ikisinin de kırılmasını engellemez. 
Ak Parti ve hükümetiyle destekçisi konumundaki bir siyaset-dışı yapının birbiriyle kapışması da farklı bir sonuç getirmez: Siyasi güç elbette yıpranır, ama siyaset-dışı gücün durumu da ondan farklı olmaz. İkisi de varlığını benzer değerlere bağlılık ve ortak amaçlar için çaba göstermeye borçlu olan, birbirine yakın fakat farklı alanlarda çalışan güçlerdir bunlar... İkisinin çatışmasından, en iyimseri gücünü kaybetmiş bir iktidar ile en kötümseri bambaşka bir hükümet tablosu doğar.”
Bu yazıdan sadece birkaç sayfa sonra aynı Koru, Taha Kıvanç takma adıyla kaleme aldığı yazıda “arabuluculuk”tan çok uzaktı: 
“KCK operasyonlarından birinde, ikisi de yurtdışına açık, ikisi de belli bir kamuoyunun yakından tanıdığı -biri öğretim üyesi, diğeri yayıncı- iki kişi daha cezaevine kapatıldı. 50 gündür onların hapislikleri yüzünden kopan gürültüyle boğuşuyoruz...
 Ak Parti’nin oluşturduğu hassas ittifaklar da bu yüzden bozuldu. Tabii daha yakın zamanlarda yaşanmış, devlet adına PKK’lılarla görüşen görevlilerin ses kayıtlarının internet sitelerine düşmesi, Uludere’de yaşanan 34 vatandaşın hayatını TSK uçaklarının açtığı ateşle kaybetmesi tuhaflıkları da var... Daha doğrusu, hükümetin bu iki konuda sergilediği atalet görüntüsü... 
Hangi hükümet veya siyasi çizgisinin destekçileri, sonuçta iktidarlarını zora düşürecek, kendi kamuoylarını bile afallatacak, çok zor kurulmuş ittifaklarını yerle bir edecek yanlışlığa göz göre göre imza atar?”


* * * * * * * * * * * *