İçinde yaşadığımız bu yaşlı dünyada biz insanoğluna ibret olsun diye nice ilginç olaylar yaşanıyor. Gökyüzünde seyreden yıldızları, gezegenleri, ay ve güneşi dikkatle incelediğinizde, bunların sistematik bir şekilde çalıştığını görürüz. Bu dünyada canlıların en güzeli, en mükemmeli ise insandır ve o da sebepsiz, gayesiz bir varlık değildir. İnsandaki göz, görünüşe göre güzeldir. Görmenin önemini bilmeyen var mıdır? “İşitme” kulağın, “koklama” burnun, “tatma” dilin özelliğini, güzelliğini ortaya koymaktadır. Kalbin, midenin, beynin, aklın gayesi ve faydası elbette ki tartışılmaz. Her yaratılan şeyin insanlar için ayrı bir önemi vardır. Gelip geçen zamanın içinde, değişen mevsimler, yağan yağmurlar, denizler, karalar, ağaçlar, bitkiler, hayvanlar, toprak, su ve ateş, bir bütün halinde insanların hizmetine sunulmuştur.
Fransız bilim adamı DESCARTES diyor ki; “Düşünüyorum o halde varım. Fakat düşününce anlıyorum ki, ben eksik bir varlığım. Çünkü biliyorum ki, tabiatım gereği olarak şüpheciyim. Şüphe ise gerçeği bilmemekten doğan bir eksikliğin sonucudur. Düşününce, kendi varlığımın yaratıcısı olmadığımı anlarım. Eğer bende, kendimi yaratma gücü olsa idi, kesinlikle kendimi eksik değil mükemmel yaratırdım ve üstün vasıflı olurdum. Öyleyse ben var olma, yaratma gücüne sahip değilim.
Yaratılanların hepsinde aynı noksanlık vardır. Anne ve babam benim var olmama vesiledir. Beni yaratan, bütün noksanlıklardan uzak olandır” derken bir diğer bilim adamı New-York ilimler Akademisi başkanı Prof. A. GRESAY MERRİSON savunduğu tezinde ise; “ Hiç değişmeyen matematik kuralı gereğince Dünya düzeni bir sistem içinde çalışmaktadır. Buna göre Dünya kendi ekseni etrafında saatte bin (1000) mil yapmaktadır. Eğer böyle olmayıp da saatte yüz (100) mil yaparak dönseydi gündüz ve gece uzun sürecekti. Bu takdirde her gün bitki cinsinden ne varsa yanıp kavrulacaktı. Gecelerin uzun olması neticesinde ise her şey donup buz kesilecekti.
Hayat kaynağımız olan güneşin dış kabuğun da ısı (12.000) Fahrenheit’tir. Dünyamızın güneşten uzaklığı öyle ayarlıdır ki, sanki sönmeyen ateştir. Her yere ölçülü ısı vermektedir. Bu ısı yarı yarıya azalacak olsa her yer soğuktan donardı. Yarısı kadar fazlası olsa idi ortalık cehenneme dönerdi.
Dünyaya 23 derecelik meyil verilmeseydi mevsimler olmazdı. Aksine okyanuslarda yükselen buhar kütlesi kuzey ve güneye yönelecek ve kıtalar buz dağı haline dönecekti.
Ay dünyaya şu andaki konumundan farklı uzaklıkta olsaydı yani elli bin mil ötede bulunsaydı denizlerde med ve cezirler şiddetlenirdi ve dünya günde iki kez su altında kalırdı ve dağlar kısa sürede aşınıp yok olurdu.
Şayet yer kabuğu (10) kademelik kalın olsaydı, karbondioksitle oksijeni emer, bitki namına bir şey bırakmazdı. Dünya çevresindeki atmosfer tabakası daha ince olsaydı, her gün bizden uzakta olan binlerce meteor dünyamıza çarpıp, yangın yerine çevirirdi. Bütün bu örnekler gösteriyor ki dünya üzerinde hayat tesadüflere bağlı değildir.
Bir diğer bilinmeyen denklem ise can yâda ruhtur. Bugüne kadar hiç kimse bunun nedenini anlayabilmiş değildir. Ruh denen nesnenin boyu, eni, ağırlığı var mıdır? Bilen varsa söylesin. Fakat bir gerçek var ki, o da ruhun varlığı kesinlikle kabul edilmekte ve o da bir yüce kudretin eseridir.
Gözle görülmeyecek kadar küçük protoplazma damlası şeffaf, pelte gibi hareketli güneşten güç alan tek hücreli, bulanık halde bulunur. Bu damlacıktaki güç bütün bitki, hayvan ve insanların sahip olduğu kuvvetten daha fazladır. Hayatın bütün sırrı da onda gizlidir. Bu sır nereden gelmektedir? Onu veren kimdir?
Her ağacın yaprağına şekil veren, her çiçeği rengârenk boyayan, her kuşa aşk şarkısını söyleten, her böceğe bin bir çeşit ses müziği ile iletişimi sağlayan, sebze ve meyvelere tat, çiçeklere renk ve koku veren kimdir? Bütün bunların sebebi doğa gereği midir? Yoksa tesadüfî midir?” diyen bilim adamı, akıl ve mantık çerçevesinde insanoğlunun düşünmesi gerektiğini ifade etmektedir.
Depremden önce bütün hayvanların feryat ederek bulundukları bölgeyi terk etmeleri, mezarlıkta yayılan hayvanların hiçbir neden yokken ürküp kaçmaları, kuşların içgüdüsel yaptıkları her iş, her davranışlarının bilimsel bir açıklaması olmalıdır.
Örneğin yılan balıkları neslini üretme vakti geldiğinde, dünyanın bir ucundaki göl ve nehirlerden binlerce millik okyanusu aşıp, BERMUDA adalarına yakın bir yerde denizin derin noktalarına yavrularını bıraktıktan sonra ölürler. Bu derin sularda dünyaya gelen yavru yılan balıkları, hiç tanımadıkları bu yerden, anne ve babalarının yaşadığı nehir ve göllere doğru giderler. Bugüne kadar hiçbir Amerika’da bulunan yılan balığı Avrupa’da, hiçbir Avrupa’da bulunan yılan balığının da Amerika’da yaşadığı görülmemiştir. Her ne hikmetse Avrupa’da bulunan yılan balıklarının ömrü uzun yolculuk yaptıkları için midir, nedir bilinmez, diğerlerinden bir yıl fazla yaşadığı tespit edilmiştir. Bunun sebebi, bilim adamlarınca henüz tespit edilmiş değildir.
İlginçtir eşek arıları çekirgeyi öldürmeden bayıltıp, üzerlerine larvalarını (yumurtalarını) bıraktıktan sonra, doğacak arı yavrularının gıdalarını temin için de soktuğu çekirgeyi konserve şekline getirdikten sonra uzaklara gittikleri ve bir daha da geri dönmedikleri bilinmektedir.
Peki! Bal arısına bal yapma tekniğini öğreten kimdir? Buna benzer dünyada çözülmeyen birçok sırların sahibini arayıp bulma akıllı insanların gaflet ve sapıklığa sapmadan çözme görevi olmalıdır. İşte sırlarla dolu yaşantımızdan bazı kesitler. Bunları biliyor muydunuz?