Ortadoğu’nun emperyalist hegemonya savaşlarıyla kanlı bir bölgesel savaşa doğru sürüklendiği bu süreçte antiemperyalist mücadele ve görevler sorununa yaklaşım kritik bir anlam kazanıyor.
 
     Emekçiler yaşadıkları ülkelerin siyasal iktidarlarının emperyalist emellerinden bağımsız olarak kendi özgün politik duruşlarını net bir biçimde ortaya koymalıdır.
 
     Ülkemizin 1950’li yıllardan bu yana Gerek NATO’nun bölgesel jandarması olduğu, gerekse ABD’nin stratejik müttefiki ( siz tam bağımlılık diye okuyun) olduğunu unutmadan ve fakat en çokta son 30 yılda yaşadığı sıçramalı ekonomik gelişimin kazandırdığı öz güvenle bölgenin belirleyici aktörlerinden biri olma hevesine ülkemiz yöneticilerinin ve elbette onları iktidara taşıyan zenginlerimizin  kapıldığını gerçekliğini görmemiz gerekir.
 
      Ayrıca ülkemiz yönetici erkinin yayılmacı heveslerle bölgedeki jeopolitik konumunu da emperyalist güçlerle pazarlık masasına yatırıp, özellikle Kürt nüfusunun kalabalık olduğu bölgeler üzerinde belli bir söz hakkına sahip olma planları kurduğunu görmezden gelemeyiz.    Elbette bu ülkemiz egemenleri için kuru bir heves de değil, gelinen noktada bir zorunluluktur!
     Ülkemiz uluslararası sermayeyle entegrasyonunu tamamlamış zenginleri 2008 kriziyle birlikte sarsılan dünya dengeleri içerisinde kimi boşluklardan da yararlanarak bölgesel konumunu pekiştirmek, üretimin altyapısını daha gelişkin bir donanıma kavuşturmak zorunluluğunu görerek hareket etmektedir. Bu zorunluluk hali Türkiye egemen sınıfının büyük sermaye birikimine sahip olmasını zaruri kılıyor. Onun iktidara taşıdığı temsilcilerinin son dönemlerde dış politikada belirgin bir militarist söylem kullanması, hatta silahlanma konusunda belirgin hamlelere gitmesi bu zorunluluklar, hayaller ve konjonktürün sunduğu olanaklar ve elbette ki risklerin toplamı içerisinden okunmalıdır.
 
      Bölgesel dengelerin İran, Irak, Suriye topraklarında yaşayan Kürt halkı açısından ortaya çıkardığı avantajların ülkemiz egemenlerinin huzurunu kaçırmaması için de siyasal iktidarın daha fazla jandarmalık; ama aynı zamanda buna karşı daha fazla ekonomik kazanım stratejisiyle ilerlediği biz emekçiler tarafından açık seçik bilinmelidir.
 
     Emekçi bakış açısıyla baktığımızda ülkemiz uluslararası sermayeyle entegrasyonunu tamamlamış zenginleri ve onların emrindeki siyasal iktidarlarının, Türkiye ezilenleri ve emekçilerini ucu bölgesel savaşa açık olan bu kanlı sürecin göbeğine taşımakta kararlı olduğunu görüyoruz. İşte bu noktada emekçiler nezdin de antiemperyalist görevlerin kavranışı kritik anlamlar kazanıyor. Bugünkü koşullarda antiemperyalist mücadele, emperyalist kapitalizmin son on yıllardaki neoliberal birikim politikalarıyla birlikte daha güçlü bir antikapitalist içeriğe kavuşmuştur.
 
       Çünkü artık iç dış; dış da iç haline gelmiş, emperyalist entegrasyonla birlikte emperyalizmin dışsal bir olgu olduğu kavrayışı nesnel gerçeklik içinde tamamen geçersizleşmiştir. O açıdan da bugün emperyalizme karşı verilen mücadele, emekçilerin yaşadıkları ülkelerdeki iş, ekmek, özgürlük mücadelesi top yekûn bu emperyalist kapitalist barbarlık sisteminin yıkılması için verilecek sınıf mücadelesinde somutlaşmaktadır.
 
       Sınıf bilinçli emekçiler olarak yaşanan Suriye krizindeki birincil tavrımızın yukarıda işaret ettiğim boyutlarıyla antiemperyalist olmalıdır.
 
        İkinci olarak faşist BAAS gericiliği gibi bölge gericiliklerine dönük böylesi karmaşık denklemler içerisinden gelişen bu tür saldırıların işçi ve emekçilere sayısız manüpülasyon aracılığıyla kabul ettirilmesine karşı net bir tutum almak şarttır. BAAS gibi faşist gericilikler bölgenin işçi ve emekçilerinin demokratik isyanlarıyla yıkılmalıdır!
 
       Bugünkü gibi bir emperyalist saldırganlık bölge halklarına kan, sömürü ve zulüm dışında bir şey getirmeyecektir. Bu tür müdahaleleri iç yüzünü, bölge gericiliklerinin iç yüzünün teşhiriyle birlikte işçi ve emekçilerde antiemperyalist-antikapitalist ve her türden gericiliğe karşı mücadele bilincine dönüştürmek önemlidir.
 
     Bölgenin kurtuluşunun antiemperyalist ve antikapitalist bir mücadeleyle söz konusu olabileceğini sokak, sokak, kapı, kapı gezilerek emekçi yığınlara her türden iletişim aracıyla Esat gericiliğiyle emperyalist haydutların bir ve benzer olduğunu net bir ifadeyle anlatılması da bize düşen önemli görevler arasındadır.
 
     Bölgede ortaya çıkan boşluklar Irak ve Suriye de yaşayan Kürt halkı açısından tarihsel fırsatlar yaratması gerçekliliği kardeş Kürt halkının bu fırsatları değerlendirirken emperyalizm ve her türlü gericilikle sınırlarını net bir şekilde çizerek, onların taşeronu olmaması zorunluluğuna işaret etmeyi kendimize görev bilmeliyiz.
 
    Sözün özü, özcesi; “Yaşasın işçilerin birliği, halkların kardeşliği” şiarını içselleştirip, yayılan şoven söylemlerin zehrine kapılmadan kedi görüş ve düşüncelerimizi emekçi sınıf perspektifiyle bıkmadan, usanmadan ve elbette yılmadan savunmalıyız.