Komşu ile olan sıcak gelişmeler yaygın medyanın birinci ve öncelikli gündemini meşgul ettiğinden 27 şehirde startı verilen kentsel dönüşüm (siz yıkım diye okuyun) çalışmaları kamuoyunun dikkatini fazla çekmedi. Elbette Suriye tartışmaları “uçaktı, bomba taşıyordu vb. söylemlerle diğer birçok önemli gündemi de gölgede bıraktırdı.
Bu arada, siyasal iktidar daha önce de örneklerini gördüğümüz gibi insan ve çevre için çok önemli sonuçlar doğuracak kentsel dönüşüm çalışmalarını bu araya sıkış tırı verdi. Zaten fiili olarak inşaat sahasına dönmüş ülkemizin hemen her şehrinde ve ilçesinde TOKİ marifetiyle bir ve benzer projelerle şantiye alanına çevrilmiş durumdayken, kamu kaynakları ile bir kentsel dönüşüm planını devreye sokulmasının görünürdeki tek dayanağı “olası deprem tehlikesine karşı can ve mal güvenliği.” Ne hikmetse konutlar dışında ne fabrika ne iş yeri ne bir atölye kentsel dönüşüm kapsamız girmiyor.
Gelecek otuz yılda, eskiden yapılan ve güvenli olmayan tüm binaların yıkılıp yerine yenilerinin dikilmesinin emri aylar öncesinden verilmişti. Bu uygulamaya konulan İstanbul dahil 27 ilde yıkımlara bir anda başlanmasının ardında rant sal getirinin dayanılmaz cazibesi yatmakta olduğunu ilgili meslek kuruluşları ve odaları bangır bangır aylardır söylüyor. Tabi gören göz, işiten kulaklar için.
“Depreme dayanıklı daha modern ve daha yaşanabilir konutların yapılması” söylemi kulağa güzel geliyor. Keza, deprem bir gerçek olarak Türkiye’nin bir parçası ve şu anki Çevre ve Şehircilik Bakanımızın da itiraf ettiği gibi kendisi de 90lı yıllarda gayet dayanıksız malzemeler ile (deniz kumu vs.) bina yapmış. Bakanın bu itirafı ibretlik ve akıl almaz bir açıklama olsa da ülkedeki binaların büyük bir bölümünün çürük olduğu bir gerçek. Bu gerçek de kentsel dönüşüm için iyi bir neden gibi başarıyla servis ediliyor.
Ancak kentsel dönüşümün neden şimdi başladığı sorusuna gelince, (ki hatırlayın; ilk önce DSİ, Çevre Bakanlığı’na bağlandı, HESler başını aldı gitti, şimdi de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı kuruldu, kentsel dönüşüm başını alıp gidecek, Çevresel engeller böylece kolaylıkla aşılacak), şimdi kentsel dönüşüm projesine kapitalist üretim ilişkileri ve para politikaları üzerinden bakarsak neyin ne olduğu daha iyi anlaşılır kanaatindeyim.
Birçok sanayileşmiş ülke başkenti Paris te dâhil olmak üzere 100-120 yıl önce yıkılmış ve yeniden inşa edilmiştir. Bunda en önemli etken kapitalist birikim yasasının zenginliği bir avuç sermaye gurubunun elinde bulundurması ve bu sermaye guruplarının yeni yeniden sermaye üretme, büyüme iştahı olduğu bilinmelidir.
Şöyle ki, özel sektör, elindeki para ile yatırım yapar ve bu yatırımdan karşılık bekler; bu yatırım karşılığında kazandığı para birikimdir; kapitalist büyümenin devamı için bu birikimin tekrar yatırım olarak geri aynı dönmesi gerekir; alanda yatırım yapmaya devam ettikçe bir müddet sonra yatırım yeteri kadar birikim olarak dönmemeye başlar, bu yüzden kamu eliyle yeni sektörlerin ve yatırım kanallarının büyümenin karşılanması için açılması gerekir.
Paris dahil bir çok batı başkentinin yeniden yapılandırılması hikayesinin ardında sermaye guruplarına devlet tarafından rant kapılarının açılarak olası tıkanıkların önüne geçilmesi ve semirilerek daha iyi büyümelerini sağlamak amaçlı olduğu bilinmelidir.
Kapitalist kentsel dönüşümlerin ilk uygulamalarından bu güne kamu eliyle ya da mortgageler ile yeni sermaye birikimi inşaat sektörüne yönlendirilerek daralma ve ekonomik açmaz çözülmeye çalışıldı. Bu tür politikaların ise, sadece balon büyüme olduğu, kamu ya da bireysel fonlama fark etmez; gelecekte gelmesi planlanan bir paranın şimdiden kullanılması ile sanal bir rahatlama yaratıldığını Yunanistan’da, İspanya’da, ABD’de, İtalya’da yaşanan ve yaşanmaya devam eden kriz bize gösterdi.
Benzer birikim son on yılda ülkemiz siyasal iktidarı eliyle palazlandırılan yeni bir zenginliğin (Anadolu kaplanları, MÜSİAD vb. isimlerle anılan) yükseldiğini gördük. Bu kaynaklar ve birikimler siyasal iktidarın Müslüman Ortadoğu ve Afrika ülkelerine yaptığı ihracat ve kaynak transferleriyle gerçekleşirken son bir yıldır gerek “Arap Baharı” gerekse dünya ticaretindeki daralma yüzünden yeterli sermaye birikimi yapılamaz oldu. Kaçınılmaz olarak gözlerde iç pazara döndürüldü.
İşte kentsel dönüşüm emrinin arkasındaki siyasal iradenin gerçek niyeti bu. Anlaşılan şantiyeye dönen ülkeyi, lokomotif olarak gördükleri inşaat sektörüne yeni yatırımlar için kamu eliyle kaynak yaratarak ekonomik daralmayı aşmaya çalışıyor.
Tabii bunun yanında kendilerini destekleyen ve iktidarı bahşeden, şu anki birikimlerinin üzerine katlayarak birikim koymalarını sağlayacak kendi zenginlerine yeni işler yaratarak onların önündeki olası pürüzleri de temizlemek istiyor.
Bu kentsel dönüşüm planın bütçede ciddi bir açık yaratacağı hatta bazı noktalarda insanların geleceklerini ipotek altına alacak; Olan yine ezilenlere, emekçilere dar gelirli geniş halk yığınlarına olacak.
Biz emekçilerin kentsel dönüşüm konusundaki okumalarımız bu yönde. Türkiye’deki bina kalitesinin yenilenmesi gerekiyor. Ancak bunu bir bahaneye çevirerek ülkenin geleceğini ipotek altına alarak, insanları 10-20 yıl borçlandırarak kaliteli barınma haklarını ranta çevirerek değil, insanı ve çevreyi merkeze koyan toplumcu politikalarla çözümlenmesi gerekiyor.