7 Haziran seçimlerinin peşi sıra başlayan erken genel seçim tartışmaları nihayetinde “saray” tarafından ilan edilen 1 Kasım seçimlerine sayılı günler kaldı. Evet,7 Haziran genel seçimlerinin ardından tek başına iktidar olamayan AKP kendi yarattığı tıkanıklığı aşmak adına bir kez daha sandıkları önümüze sürdü.

 

       Bu nedenle, başta sermaye çevreleri olmak üzere, bütün düzen güçleri tamamen seçimlere ve onun ortaya çıkaracağı sonuçlara kilitlenmiş durumda. Genel akım medya da özellikle son günlerde seçim sonuçları üzerinden çeşitli senaryolar yazılıp çiziliyor. Düzen açısından alternatif gelişmeler tartışılıyor. Gün, gün anket sonuçları ile toplum telkin edilmek isteniyor.

       Tabi bu sürecin esas vitrin güçleri olan AKP-CHP ve MHP bin bir türlü vaatle halklarımızın kafasını karıştırma yarışında. Buraya kadarı olağan bir seçim oyununun resmini görüyoruz. Fakat egemen siyaset açısından işlerin hiç de olağan gitmediği fazlasıyla açık. Zira ülkemiz kapitalizmi çok yönlü sorunların derinleştiği bir dönemden geçiyor. Özelikle de ekonomik kriz kapıda. Türkiye’de işsizlik gün be gün artıyor, sermaye açısından yurtdışı pazarları daralıyor, ihracat azalıyor, emekçilerin kredi kartı borç yükü giderek büyüyor, sosyal kutuplaşma her geçen gün derinleşiyor vb. Ekonomik kriz gerçeğini siyasal planda yaşanan belirsizlik ve dış politikada yaşanan iflas olgusu tamamlıyor.

 

       Hal böyle olunca, yeni kurulacak hükümetin, bir sosyal yıkım ve savaş hükümeti olarak oluşturulması ve düzeninin ihtiyaç duyduğu saldırı paketlerini kusursuzca hayata geçirmesi; sermaye çevrelerinin ve emperyalist merkezlerin seçimlere yönelik asıl beklentisini oluşturuyor. 7 Haziran seçimlerinden önce ve sonra emperyalist merkezler ve yerli işbirlikçileri tarafından telkin edilen AKP-CHP koalisyonu, bu beklentinin bir ifadesi idi.  

 

       Sermaye çevrelerinin ve emperyalistlerin bu beklentilerinin boşa çıkarılması ve AKP’nin iktidar gücünü paylaşmak istememesi, düzen siyasetinde yaşanan tıkanıklığı daha da derinleştirdi. Yanı sıra, pervasızca uygulanan ekonomik-sosyal yıkım ile yürütülen kirli savaş uygulamaları ve baskı politikaları toplumun derinliklerinde mayalanan gerilimleri daha da güçlendirdi. Şimdi sermaye açısından bu güvensiz ortamdan çıkmak, yeni saldırı programlarını uygulamak için uygun zeminleri yaratmak asıl kaygıyı oluşturuyor ve 1 Kasım seçimlerinden böyle bir sonuçla çıkmayı planlıyor. Bu nedenle büyük koalisyon konusundaki tutumunu ve isteğini çeşitli vesilelerle ortaya koyuyor. Koalisyon hükümeti konusundaki ısrarını çok daha kararlı bir şekilde yineliyor.

 

      1 Kasım seçimleri ve düzen siyasetinde yaşanan tıkanıklık kapsamında genel akım medyaya ve dünya basınına yansıyan bir diğer tartışma başlığını ise askeri darbe oluşturuyor. ABD merkezli yayın kuruluşları, Türkiye düzeninde seçimler üzerinden yaşanan krizin 1 Kasımın ardından devam etmesi durumunda ordunun sürece müdahale edebileceğini tartışıyor. “Türkiye’nin sıradan bir Ortadoğu ülkesi olmadığı -ki buradaki sıra dışılık ABD ile kurduğu kölece işbirliği oluyor- Türk devletinin köklü geleneklerinin olduğu, bir yönetim boşluğuna ordunun izin vermeyeceği üzerinden çeşitli değerlendirmeler yapılıyor. Kısacası sistem, 1 Kasım'ın ardından yaşanabilecek gelişmeler karşısında her türlü kirli ve kanlı planı şimdiden masaya yatırmış görünüyor.

 

       Bugünden bakarak bir kesinlik içerisinde yaşanabilecek gelişmeleri ön gemeyiz elbette. belki. Fakat şunun kendisi tüm çıplaklığı ile önümüzde durmaktadır; 1 Kasım'ın ardından işçi sınıfını, emekçileri, Kürt halkını, ilerici ve devrimci güçleri kapsamlı bir saldırı süreci beklemektedir. İster büyük koalisyon gerçekleşsin, isterse sermaye düzenine ordu eliyle ayar verilmeye çalışılsın, her iki gelişme de ilk başta ve en ağır biçimiyle işçileri, emekçileri, ilerici ve devrimci güçleri vuracaktır. Bu kadarı bile HDP’nin düzenin çarkına çomak sokacak yegâne demokratik güç olması açısından önemini ve gereğini daha da belirginleştiriyor.

 

       Dahası, 7 Haziran’dan günümüze kadar geçen zaman diliminde devreye sokulan kirli savaş politikaları, Kürt illerinde seçimleri kilitlemeye dönük hazırlıklar, toplumu hedef alan ağır polis devleti uygulamaları, en vahşi biçimiyle devreye sokulan katliamlar HDP nin olası seçim zaferini engellemek üzere kurulu olduğunu Mısır’ın işitme engelli sultanlarının bile duyduğu bir ortamda kıymeti kendinden menkul bazı çevrelerin hala HDP ye yönelik anlamsız bir karşıtlıkla CHP yazan bir tutumla “boykot-sandığa gitmeyin” vb. çağrılarda bulunması moda deyimle “manidar”dır.

 

         Tüm bu olguların gücüne yaslanarak bir kez daha hatırlatmakta fayda var, gerçek seçim düzen partileriyle HDP arasındadır. Savaşla onurlu bir barış arasındadır. Düşmanlaştırma söylemiyle kardeşlik şiarını arasındadır Evet, günün görevi işçi sınıfını dahil tüm ezilenleri, gadre uğrayanları, zulüm çekenleri, yok ve hor görülenleri HDP saflarında toplayıp sandığa ve geleceğine sahip çıkmaktır.