Başbakan Tayyip Erdoğan da “Aziz milletin, yokluk ve imkansızlara rağmen, işgalci güçlere karşı gösterdiği bu amansız mücadele, hürriyet ve bağımsızlık hedefimize bir adım daha yaklaştırmış; büyük bir moral kaynağı olmuştur” dedi.
***
Burada anahtar kelime “Sevr” dir. Biraz uzatırsanız, “Sevr’de hazırlanan plan” diye ifade edebilirsiniz ve “Anadolu’nun paylaşılması” nı da ekleyebilirsiniz..
Peki işgal ile hedefine ulaşamayan emperyalizm, 10 yıllık AKP iktidarı döneminde özelleştirme çerçevesinde Anadolu’yu, Trakya’yı işgal etmedi mi? Ekonomiyi ele geçiren, medyayı da ele geçirir. Nitekim Amerikan şirketleri, ortaklığı bir kenara bırakıp doğrudan bazı televizyon kanallarını satın aldı. Bir ülkede kamuoyunu, ekonomi ve medyayı elinde tutan güçler belirlediğine göre siyaset de bu yolla yabancı istihbarat servislerinin kontrolüne girmez mi? Böyle bir ülkede hürriyet ve bağımsızlıktan bahsedilebilir mi?
Kaldı ki bugün Türkiye’nin siyasi coğrafyasının eyalet sistemi adı altında bölünmesini savunan da Tayyip Erdoğan ve AKP sözcüleridir. Erdoğan, “Lazistan ve Kürdistan vardı” diyerek eyalet modelini savunuyor.
Okurumuz Ramazan Bayraktar ise “Tarihte Lazistan ve Kürdistan vardı ise Germiyanoğulları, Saruhanoğulları, Canikoğulları, Karamanoğulları vb. yok muydu? O zaman neden Osmanlıcılık yapıyoruz? Hem de en yenisinden, en BOP’lusundan...” diyor.
Gerçi Kürdistan siyasi bir coğrafyanın adı değildi ama Yavuz ve Kanuni dönemlerinden itibaren, Şii tehlikesini bertaraf etmek için, Türkiye ile İran arasındaki coğrafyaya Kürtlerin yoğun olarak yerleşmesi sağlanarak, bir tampon bölge oluşturuldu. Yani Türkiye ve İran’ın bugünkü sorunlarının temelinde Sünni-Şii mücadelesi vardır. ABD de Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve Mısır üzerinden oluşturmak istediği Sünni ekseni ile, İran, Irak, Suriye, Lübnan’ın Şii eksenini kırmaya çalışıyor.
Bir de ABD’nin 1896 tarihli Kongre kararı ile Türkiye’nin Hıristiyanlaştırılması projesi var ki onun da temeli eyalet sistemine dayanıyor.
***
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ise Türkiye’nin son 10 yılda hayata geçirdiği “hücre yenilenmesi” nin dış politika ve ekonomi boyutlarının birbirleriyle bağlantılı olduğunu söyledi. Elbette bağlantılıdır... “Büyük Orta Doğu Projesi, Türkiye’nin dış politika ilkelerine uygun. ABD ile birlikte hareket ediyoruz. Amacımız İslâm ülkelerine özgürlük ve demokrasi getirmek. Olumsuz bir tablo çıkarsa İran’a kapılarımızı kapatmak zorunda kalırız” diyen de kendisinden önceki Dışişleri Bakanı Abdullah Gül idi
Tayyip Erdoğan, aynı projenin eş başkanlığını üstlenmiştir.
Projenin mimarı MOSSAD idi. Türkiye’yi ortadan kaldırmayı, yerine Orta Doğu federasyonu kurmayı öngören ABD-İngiltere-İsrail ortak yapımı Büyük Orta Doğu Projesi’nin ekonomik ayağı da Erdoğan’ın her yıl İstanbul’da topladığı Uluslararası Yatırım Danışma Konseyi ile sürdürülüyor. Bu konseyin üyeleri, daha çok ABD ve İngiltere merkezli şirketlerin başkanlarından oluşuyor ve bunların çoğu Yahudi’dir. Bu toplantılarda Türkiye’de hangi sektörün kime satılacağına karar verilmektedir!
Gül, Çankaya Köşkü’nde İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres onuruna verdiği yemekte yaptığı konuşmada da İsrail’in güvenliği ve tanınmış sınırlar içinde yaşama hakkına sahip olmasının, Türkiye’nin Orta Doğu politikasının değişmez önceliklerinden olduğunu da söylemiştir.
***
Burada anahtar kelime “Sevr” dir. Biraz uzatırsanız, “Sevr’de hazırlanan plan” diye ifade edebilirsiniz ve “Anadolu’nun paylaşılması” nı da ekleyebilirsiniz..
Peki işgal ile hedefine ulaşamayan emperyalizm, 10 yıllık AKP iktidarı döneminde özelleştirme çerçevesinde Anadolu’yu, Trakya’yı işgal etmedi mi? Ekonomiyi ele geçiren, medyayı da ele geçirir. Nitekim Amerikan şirketleri, ortaklığı bir kenara bırakıp doğrudan bazı televizyon kanallarını satın aldı. Bir ülkede kamuoyunu, ekonomi ve medyayı elinde tutan güçler belirlediğine göre siyaset de bu yolla yabancı istihbarat servislerinin kontrolüne girmez mi? Böyle bir ülkede hürriyet ve bağımsızlıktan bahsedilebilir mi?
Kaldı ki bugün Türkiye’nin siyasi coğrafyasının eyalet sistemi adı altında bölünmesini savunan da Tayyip Erdoğan ve AKP sözcüleridir. Erdoğan, “Lazistan ve Kürdistan vardı” diyerek eyalet modelini savunuyor.
Okurumuz Ramazan Bayraktar ise “Tarihte Lazistan ve Kürdistan vardı ise Germiyanoğulları, Saruhanoğulları, Canikoğulları, Karamanoğulları vb. yok muydu? O zaman neden Osmanlıcılık yapıyoruz? Hem de en yenisinden, en BOP’lusundan...” diyor.
Gerçi Kürdistan siyasi bir coğrafyanın adı değildi ama Yavuz ve Kanuni dönemlerinden itibaren, Şii tehlikesini bertaraf etmek için, Türkiye ile İran arasındaki coğrafyaya Kürtlerin yoğun olarak yerleşmesi sağlanarak, bir tampon bölge oluşturuldu. Yani Türkiye ve İran’ın bugünkü sorunlarının temelinde Sünni-Şii mücadelesi vardır. ABD de Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve Mısır üzerinden oluşturmak istediği Sünni ekseni ile, İran, Irak, Suriye, Lübnan’ın Şii eksenini kırmaya çalışıyor.
Bir de ABD’nin 1896 tarihli Kongre kararı ile Türkiye’nin Hıristiyanlaştırılması projesi var ki onun da temeli eyalet sistemine dayanıyor.
***
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ise Türkiye’nin son 10 yılda hayata geçirdiği “hücre yenilenmesi” nin dış politika ve ekonomi boyutlarının birbirleriyle bağlantılı olduğunu söyledi. Elbette bağlantılıdır... “Büyük Orta Doğu Projesi, Türkiye’nin dış politika ilkelerine uygun. ABD ile birlikte hareket ediyoruz. Amacımız İslâm ülkelerine özgürlük ve demokrasi getirmek. Olumsuz bir tablo çıkarsa İran’a kapılarımızı kapatmak zorunda kalırız” diyen de kendisinden önceki Dışişleri Bakanı Abdullah Gül idi
Tayyip Erdoğan, aynı projenin eş başkanlığını üstlenmiştir.
Projenin mimarı MOSSAD idi. Türkiye’yi ortadan kaldırmayı, yerine Orta Doğu federasyonu kurmayı öngören ABD-İngiltere-İsrail ortak yapımı Büyük Orta Doğu Projesi’nin ekonomik ayağı da Erdoğan’ın her yıl İstanbul’da topladığı Uluslararası Yatırım Danışma Konseyi ile sürdürülüyor. Bu konseyin üyeleri, daha çok ABD ve İngiltere merkezli şirketlerin başkanlarından oluşuyor ve bunların çoğu Yahudi’dir. Bu toplantılarda Türkiye’de hangi sektörün kime satılacağına karar verilmektedir!
Gül, Çankaya Köşkü’nde İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres onuruna verdiği yemekte yaptığı konuşmada da İsrail’in güvenliği ve tanınmış sınırlar içinde yaşama hakkına sahip olmasının, Türkiye’nin Orta Doğu politikasının değişmez önceliklerinden olduğunu da söylemiştir.