Yirmili yaşlarda bir genç Atatürk heykellerine saldırmış, zarar vermiş. (basın)
İnsanlar, Cumhuriyet’in kurucusunun heykellerine neden saldırır? Bize bir vatan bırakan Mustafa Kemal Atatürk’e bu nefret neden? Elbette bu soruların cevapları bizce malûm… Buradan tekrara gerek duymuyoruz. Biz, 40’lı, 50’li yıllara doğru şöyle bir gezinti yapalım ve heykel sorununun günümüze kadar nasıl getirildiğini bir hatırlayalım.
Atatürk’ün ilk heykeli, 3 Ekim 1926’da Atatürk henüz sağ iken, İstanbul Sarayburnu’na dikilen üç metrelik heykelidir. 1926-1938 yılları arasında Türkiye’de otuz dört Atatürk heykeli dikilir. Atatürk’ün ölümünden sonra heykel dikilmesi yavaşlar ancak 1946’dan sonra sanki bir el düğmeye basmış gibi, yeniden hız kazanır. Yurdun her köşesi, meydanları, okulları, devlet daireleri vb. yerler, Atatürk heykel ve büstleriyle donatılır.
1 Mayıs 1950 tarihi, Türkiye için yeni ve çok tartışılacak bir dönemin başlangıcı olur. Milletvekili seçimlerinde DP, 411 milletvekili çıkartarak, ezici bir çoğunlukla seçimleri kazanır ve iktidar olur. 1950 yılının Eylül ayında gerçekleştirilen yerel seçimlerde de DP, ezici bir zafer kazanır. 600’den fazla belediyeyi elinde tutan CHP’den 560 belediye, DP’ye geçer.
1951 yılına girildiğinde irtica kıpırtıları tırmanışa geçer. Kırşehir’de Atatürk’ün büstü tahrip edilir; gençlik ve halk temsilcilerinin katılımıyla protesto mitingleri düzenlenir. Mart ayında DP’nin Konya kongresinde fes, çarşaf ve Arap alfabesinin serbest bırakılması dile getirilir.
1951 yılı âdeta Atatürk heykellerine ve büstlerine saldırı yılı olur. Bu konuda Ticaniler tarikatı başı çekmektedir. Menderes bir taraftan Atatürk’ü koruyor görünürken diğer taraftan da Atatürk ve devrim düşmanı ne kadar yazar-çizer ve yayın varsa hepsine kol kanat germektedir. Bunların içerisinde en saldırganı şüphesiz Necip Fazıl Kısakürek’in yönetimindeki Büyük Doğu Dergisi’dir. Dergi, 1943-1978 yılları arasında yayınlanan bir dergidir; şeriat ve padişah taraftarlığı ile Atatürk düşmanlığı içeren yazıları nedeniyle de birkaç kez kapatılmıştır. Necip Fazıl’ın Atatürk hakkında yürüttüğü ikiyüzlü çizgi, Ata’nın ölümünün ardından yazdığı övgü dolu yazılar, Bayar hükümetinde devlet kademesine alınmasında ve yükselmesinde etkili olur. Sonraki zamanlarda bu övgü dolu yazıların yerini dinî içerikli, şeriata övgüler düzen, Atatürk heykellerini yerden yere vuran yazılar alacaktır.
Menderes hükümeti 25 Temmuz 1951 tarihinde bir kanun çıkarır: Atatürk Aleyhinde İşlenen Suçlar Hakkında Kanun.* Amaç, Atatürk devrimlerini korumak, Atatürk heykel ve anıtlarına saldırıların önüne geçmektir. Esasında yapılmak istenen, “Atatürk’ü de biz koruruz” düşüncesini yaymaktır.
Atatürk’ü korumak için kanuna gerek var mıydı? DP döneminde her köşe başına dikilen Atatürk heykelleri, Atatürk’e karşı alttan alta yürütülen ihanetin kışkırtıcı objeleri olabilir miydi? Günümüzde yaşananlara bakılacak olursa, evet, olabilirdi!”**
50’ li yıllardan itibaren yürütülen Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı kendisini, daha çok Atatürk heykellerini tahrip ederek göstermektedir. Nerede bir heykel saldırısı olsa, kendisini Atatürkçü ve Kemalist olarak gören kesim, ayağa kalkıp veryansın eder. Atatürk’ün 100. doğum yılı 1981’i “Atatürk Yılı” ilan eden 12 Eylül, bir yandan da heykel çılgınlığı başlatır. Atatürk’ü ve rejimi korumak adına ortaya çıkan (!) Kenan Evren iktidarı dönemi, Özal iktidarını ve AKP iktidarını yaratan dönemdir. Yani, Atatürk’e sahip çıktığını söyleyenler (kişi ya da kurum) Atatürk’e ihanet etmiştir. Bunların, heykellerin tahrip edilmesi karşısında çıkarttığı sesler, parlamenter sistemin değişikliğinde pek de fazla duyulmamıştır.
1950, 1970, 1980, 2002… İrticanın ayak seslerinin en fazla duyulduğu dönemlerde sözde Atatürkçü ya da Kemalistler neredeydiler? Cumhuriyet’in millî değerleri özelleştirme yoluyla elden çıkarılırken neredeydiler? Türk eğitim sisteminin altı oyulurken anlı şanlı Atatürkçü (!) Sivil Toplum Kuruluşları (STK) neredeydiler?
“Ya istiklâl Ya Ölüm! Tam bağımsız Türkiye!” diye haykıran Denizlerin asılması karşısında, sessiz kalanlar kimlerdi?
Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni dualarla açtıran, öncesinde Hacı Bayram camiinde Cuma namazı kılan, Kur’an’ı Kerim’i ve Buhari Şerhi’ni Türkçe’ye tercüme ettiren, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurduran Mustafa Kemal Atatürk’ü “dinsiz” (!) olarak tanıtmaya çalışanlar sadece irticacı kesim miydi? Yüzde 99’u Müslüman olan ülkede, İslam dinini görmezden gelip, Kur’an’ı elinin tersiyle itenler, sözde Atatürkçüler değil miydi?
Atatürk’e en fazla zararı bunlar vermedi mi? Bunlar, Cumhuriyet’i, Atatürk ile aldatmadı mı? Bugün içine düşürüldüğümüz durumda, Atatürk ile aldatan sözde Atatürkçülerin hiç mi suçu yoktur?
Bugün artık, Atatürk’ün heykellerine saldırdılar ya da camilerde adını anmadılar diye feryat figan etmenin bırakılması gerekmekte, “fikri hür, vicdanı hür” nesiller yetiştirmenin yolları aranmalıdır. Bu çerçevede bu ülkenin bir İslam (barışa çağıran) ülkesi olduğunu unutmamak gerekmektedir.
“Benim manevi mirasım bilim ve akıldır” diyerek ülkenin geleceğinin bilim ve akılda olduğuna işaret eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk, heykelleriyle değil, fikirleri ve devrimleriyle yaşatılmalıdır. Heykel yarıştırmayı bırakıp fikirlerini ve devrimlerini hayata geçirelim. Yoksa yol tükenmek üzeredir!
Tülay Hergünlü – SMMM
İstanbul,
*Yürürlüğe Giriş: 31 Temmuz 1951’de 5816 Sayılı Kanun ile…
** Tülay Hergünlü, “İngiliz Sicimi’nden Amerikan Bezi’ne”, Doğu Kitabevi, Sayfa: 189, 190 ve 204, 205, 206.