Hepimiz kuş sürüleri gibi eşitçe bir arada uçsak sorun yok, her dinin uçma hiyerarşisi var, önce peygamberler sonra havariler azizler evliyalar. Ülkemiz medyasında gördüğümüz, bu hiyerarşiyi fazlasıyla karıştıran yazarlar peydah oldu, uçmada ilk sırayı zorluyorlar. Vecdle vahiyle cinnet çığlıklarını çorba edip fazlasıyla karıştırıyorlar. Hatta kimi açıkgözler sonsuz uçmaya destur almak için önce Pensilvanya’ya uçuyorlar.
Amerikan demokrasisini beğenin beğenmeyin ama çok özendiğiniz aşikar, söyler misiniz on yıllardan beri her akşam ABD TV’lerinde Jon Stewart, Conan, Joy hatta David Letterman neden ‘siyasi mizah yapıyor’. Hatta Stewart’ın Bush döneminde Bush için ‘kan emici sülük’ dediğini hatırlıyorum. Biz de ise yıllardır siyasi mizaha dair tek cümleyi TV’lerde bulamazsınız. Atatürk diktatör demek kolay sorun Tayyip diktatördür diyebilmek, üstelik Atatürk’ün sofrasında yüzüne karşı dahi söylendi, aradan seksen sene geçti hadi biri Tayyip’in sofrasında yüzüne karşı demokrasiyi biraz ilerletebilsin, görelim.
Ancak siyaset yapmadıkları için uçak sahibi olma sayısıyla dünyayla yarışan bir şovmen mizahçı kadrosuna sahibiz, yani bir şekilde uçmayı becerirler. Tatlıya tuzluya karışmayan her TV’cu bilin ki AKP’nin hissedarları gibidir. Geçtik siyaseti kokain aleminden grup seks alemlerine kadar herkesin gözü önündeki rezillikleri tek satır yazabilecek tek yazarınız yok, değil yazmak, ima etmeye dahi korkan yüzlerce yazar, TV’cu. Bu suskunluk neyin işareti? Çok eski dinlerdeki ‘karanlık’ en popüler kavram oldu. Avrupa’nın çeyrek filozofu Zizek’in ağzına doladığı ünlü psikiyatrist Lacan’ın gerçeği idrakte meşhur aşaması: önce sembolik, sonra hayal, sonra gerçek.
TV’lerin bu suskunluğu AKP iktidarının ilk günleri sembolikti, gözlerinizin önünde hayal olduğunu gördünüz, tam anlamıyla gerçek olup ülkeyi kararttığında ise zaten o karanlıkta hiçbir şey göremez olacaksınız.
Leonardo Vinci insanları üçe ayırır, görenler, gösterilince görenler, göremeyenler.
Peki yıllardır gösterilen ne, içerde yatan namuslu tertemiz gazetecilerin dart tahtasına dönüştürülmüş sahipsiz sırtları, dartlar fikir özgürlüğü ileri demokrasi için, yürüyün kim tutar sizi.
Kimsecikler ekonomik ve siyasi analizlere artık bakamaz değerlendiremez oldu.Muhafazakarlar oldum olası grafiklere değil ‘huzura’ bakarlar, muhafazakarların huzurdan anladığı sindirilmiş bastırılmış diktatöryel bir sessizliktir. Bu süreçte kim konuşursa ‘cıngar çıkartan’ deli muamelesi görür. Aslında bizleri dışlamaya çalışan siyasi iktidardan çok bu sessizlikte ceplerini dolduran mizahçılar sanatçılar aydınlardır. Çünkü ancak bu mum ışığı karanlığında cüce boyları ekran duvarlarında kocaman görünür.
Bizler konuştukça bu hissedarların hisseleri değer kaybeder, bizi düşmanca görmelerinin sebebi bu kadar basittir ve isimlerini yazarak karşımıza asla çıkacak yürekleri olmadıkları için fare sürülerini üstümüze sürmekten başka çareleri yoktur.
…
Bir futbolcuda aranan en önemli özellik kondüsyon, güçlü becerikli kas yapısı, hızı seriliği çevikliği. velhasıl sportif üstün yeteneklerdir. İnsan bedeni bu marifetleri beş-on yıllık disiplinli antrenman programıyla edinebilir.
Bugünlerde bir futbolcuda aranan en büyük özellik ise çok başka bir yetenek: OYUNU ANLAMA YETENEĞİ.
Çünkü, oyunu iyi anlayan futbolcu, nerde durması, nereye baskı yapması, enerjisini hangi yönde harcamasını, ayağındaki topu ekonomik ve çabuk nasıl kullanabileceğini iyi bilir ve kas ve çalım becerisi çok yüksek oyuncular karşısında sırf zekasıyla üstünlük sağlar.
Köylüm olduğu için söylemiyorum, Yeniçağ Gazetesi’nden yazar Arslan Bulut’u kardeşim gibi severim. Arslan Bulut diğer köşe yazarları gibi yazmıyor, yıllardır usanmadan sadece Büyük Siyasi Oyun’u yazıyor.
Konumuz ‘büyük oyunu’ anlayanlar ve anlamak istemeyenler üzerine.
Arslan Bulut geçen günlerde yazdı, bir cemaatçi gencin ‘Amerikan ordusunda gizli Müslüman generaller varmış’ fikrine iman eder gibi inandığını.
Bu denli uçuk bir düşünce olabilir mi demeyin, Anadolu’nun dünyalar güzeli köy ve kasabalarından toplanmış binlerce tertemiz evladının beyinleri, siyasetleriyle ne kadar acıklı ters hallere düştüğünü bu dünya gözlerimizle görerek, şaşırarak çaresizlik içinde seyrediyoruz işte.
Irak İşgali günlerinde cemaatten bir genç ‘Amerikan ordusuna asker yazıldığını’ bana söyledi, doğru yalan bilemem, aklım kafam çekiçle dövülmüş gibi neye uğradığımı şaşırdım, yıllar sonra bu genci tekrar gördüğümde hainliğine rasyonel bir açıklama getirmeye çalışır gibi: ‘Nihat ağbi kanser hastasıydım Amerikan Ordusu’na yazılarak tedavi masraflarımı Amerika’ya ödetmek istedim’ dedi.
Hastalığına da tedavi masrafından kurtulmak için düşündüğü kurnazlıklarına da inanıp inanmamak umurumda değil. Çocuğa: doğru ya da yanlış kurduğun cümleler içinde Amerika’ya asker yazılmak diyorsun, senin gibi tertemiz bir Anadolu çocuğu bu cümleleri kurduğunda Nihat Genç olarak ben deliriyorum.
Aradan çok zaman geçti artık alıştık Anadolu çocuklarının Amerikancılığına, ama hala inanmak istemiyorum.
Çünkü yüzlercesini tanıyorum, mutlak bir idealizmle dünyaya bir iyilik yapmak için hayatlarını feda etmişler.
Cemaatin tavanındaki (en üstteki) ABD işbirlikçilerine kızıp zemindeki (aşağıdaki) bu dünya temizi çocukların saf gayretlerini hiç karıştırmadım. Çünkü aynı sokak aynı daire aynı mahallelerde onlarca yıldan beri birbirimizi iyi tanıyorduk.
Uzun yıllar içinde bir çok gözlemim oldu, en önemlisi, Irak İşgali yıllarında onbinlerce çocuğun ‘bizimkiler Amerikayla mı işbirliği yapıyor’ deyip şoka girmesi… Ve sonra yaşanan bu şok’u kendilerine ne tür bir düşünceyle izah etmeye çalıştıklarına şahit oldum.
Bilimsel deney gibi müthiş bir örnek vermek istiyorum, Irak İşgali’nin ilk aylarında yazar arkadaşlarla Ürdün’deydik. Sabah gazeteleri elimize aldığımızda neye uğradığımızı şaşırdık çünkü Müslüman bir Arap ülkesinde işkence sahneleri üstelik pornografinin ötesinde ve manşete kare kare yerleştirilmişti. Sadece cinsel bölgeler mozaikleştirilmiş ancak korkunç sahneler ayan beyan ortada, insanın kalemi dili varmıyor, Arap Müslüman kadın yerde ve kolları bağlı önünde Amerikan askeri pantolonunu indirmiş, mahküm kadının ağzına…
Otel lobisinde bayan arkadaşlar da vardı gazete benim elimde olduğu için yanıma üşüştüler, herkes bu ne ya deyip utanıp korkup kaçışırken… Amerikan’ın Irak’a özgürlük için girdiği iddiasıyla yazılar yazmış bir bayan arkadaşımız, ‘ne var burada ben göremiyorum.’ dedi.
Hepimiz hayretle arkadaşımızın yüzüne nasıl göremezsin diye baktık, arkadaşımız, ısrar etti, hayır göremiyorum, arada mahremiyet var bu kadar aşikar görüntüleri parmağımızla şurası şöyle diye izah etmek sosyal terbiyeye sığmaz, gazeteyi fırlattım ve bayan arkadaşıma, ‘sahiden bir şey görmediniz mi, dedim.
‘Hayır, görmedim’ dedi, işte o an deliye döndüm ve gazetedeki aleni fotoğrafı bir insan nasıl göremez diye çok kitap okudum, çok düşündüm, bu bir inkar hastalığı başlangıcına benziyordu.
Bir de ‘ihmal hastalığına’ bir örnek vermek istiyorum, Irak İşgali’nin ilk günü dünyada bütün TV’ler canlı yayınla verirken o günlerde Türkiye’de en çok izlenen haber bültenlerinin başında Kanal 7 geliyordu. Haberler başladı ve Irak İşgali’nden tek satır bahsedilmedi, sunucu, İstanbul Üniversitesi rektörüyle laik bir kavgayı yarım saat kadar sürdürdü ve haber bülteni kapanırken, haa bir de der gibi, bugün Irak İşgal edildi haberini kenarından verdiler.
Ve devam eden aylarda Irak işgali pekiştirilmedi, hatırlatılmadı, insanlarımızın duygu vadisine çekilmedi, tekrarlanmadı, Müslüman kadınlara tecavüzler tekrarlanmadı ve netice Irak İşgali kasıtlı şekilde ihmal edilerek insanlarımızda Irak İşgali ‘duygusu’ derinleştirmedi.
Dile kolay bir milyon üstünde insan öldürüldü ve TV’ler sadece Irak bombalanırken Amerikan’ın isteğiyle tüm dünya görsün korksun diye canlı yayın görüntülerini yayınladılar, bu kadar.
Bu örnekler kısaca inkar ve ihmal hastalığına giden yolun ilk yol taşlarıydı, bir yandan kitleler uyutuldu ama diğer yandan binlerce genç işbirliğinin farkındaydı ve neye uğradıklarını şaşırdılar.
…
Mesela o günlerde bu şok’u fark eden Müslüman dergi yöneticileri kitlelerini ayakta tutabilmek için dergileri için benden yazı üstüne yazı demeç üstüne demeç alıyordu. Anti-emperyalist duyarlılığı ayakta tutmak, işbirlikçileri kınamak için. Bu arkadaşlar bugün çoktan yandaş medyanın ınternet sitesi sahipleri oldular ve bana yazdığım bir yazı için alçak şerefsiz Nihat Genç başlıklarını kolayca atabilir hale geldiler.
Oysa asıl gerçek, bu şok, binlercesini sessizliğe gömdü ve onbinlerce genç o gün bugün ‘ büyük oyunu okuyamaz’ hale geldi.
Mesela sizler kaç tane sessizlik tanırsınız, diktatörlüğün getirdiği sessizlik’i iyi bilirsiniz. Ancak ‘dikte’ edenler yani iktidar sürenler bu cemaatin Amerikan ve AKP işbirliği siyasetleri olduğu halde, bu onbinlerce genci ‘sessizliğe’ sürükleyen şey ne olabilir?
Hareketlerini aşırı denetim kontrol altında bastırdıkları bir ahlaki terbiye yüzünden asla değil. Suskunluklarının sebebi: ‘tutarlılık ölçülerini kaybetmeye’ başlamış olmalarıdır.
Her insan evladı öğrendiği inandığı fikirlerle yapılanlar arasındaki ölçüsüzlüğü görünce, bu yaman çelişkilere verdiği ilk tepki: sessizleşir, içe kapanır.
Sessizliklerini koruyan binlerce çocuğun hayal kırıklıklarını iyi bildiğim için bu kurbanlara karşı çok dikkatli bir dil kullanırım, çünkü aynı sessizlik bir kuluçka bir dinleme, neyin ne olduğunu anlama dönemidir. Allah büyük oyunu anlamaları için yardımcıları olur inşallah, unutmayın bizler arkadaşlar arası iyi tanırız, ülkemizin en uç ateist ve anarşistleri bu sıkıştırılmış deliklerden türemiştir.
Ancak Amerika ve AKP’nin işbirliğiyle sessizliğini bozup saldırgan hatta gaddar hatta tarihte görülmemiş bir zalimlikle, gestapo SS subayları gibi konuşanları da hergün ibretle izliyoruz.
İşte konumuz dünün sessiz bugünün alikıran başkeseni bu çocuklarının aşırı saldırganlığını anlamaya çalışmaktır.
Saldırganların bir kısmını felç hastalarının yaşadığı İNKAR VE İHMAL HASTALIĞI’yla anlamaya çalışıyorum.
Saldırganların diğer kısmını ‘bazen meseleleri saptırmak inkar etmekten daha kolaydır’ diye izah eden düşünceyle kendime izah ediyorum.
Bir ‘yalan, unutma, inkar, ihmal, reddetme’ hastalığı beynin sol lob’unda yaşanan bir hastalık, özellikle sol kol ve sol ayağını kullanamayan felç hastalarında görülür.
Hatta hasta saçının solunu taramaz, hatta yüzünün soluna makyaj yapmaz, hatta yolda giderken solda yanan binaları solda kaza yapmış arabaları hatta yemek yerken tabağının solundaki yiyemez.
Mesela hastaya alkış yap diyorsun tek eliyle alkış yaptığını sanıyor, mesela hastaya ayakkabılarını bağla diyorsun tek elle bağcıklarına düğüm attığını sanıyor, hani neden yapmadın deyince: ‘Yaptım ya. alkışladım ya, bağladım ya…’ diye sizleri çok şaşırtan bir cevap veriyor.
Halk arasında kötürüm ya da inme denilen felç hastalarında ‘beyin’ çalışmayan iptal tarafını tamamen ‘yok sayıyor’. Hatta hastadan bir papatya çizmesi isteniyor, hasta, papatyanın sol yaprakları tamamen soyulmuş bir papatya çiziyor.
İnsan aynaya baktığında sağını sol, solunu sağ gördüğü için yani ayna hileli bir yanılsama gösterdiği için ihmal hastalarına çoğunlukla ayna testleri yapılır.
Mesela hastanın yok saydığı felçli sol eline bir yüzük takılır ve aynada hastaya bu yüzük gösterilir, doktor, hadi bana yüzüğünü çıkar ver dediğinde, hasta, inanılır gibi değil, sağ eliyle sol elindeki yüzüğü değil, aynanın içine ya da aynanın arkasına doğru uzanıyor.
Yani beyin öyle mutlak şekilde sol elini inkar ediyor ki hasta olsa olsa bu yüzük ya aynanın içinde ya arkasında diye tepki veriyor.
Irak İşgali’nde Anadolu’nun bir cemaate mensubiyet sağlamış tertemiz çocukları tam bir travma yaşadılar. Her travma gibi beyinleri düşünceleri alt üst oldu, kendilerine bir açıklayan izah eden ise hiç çıkmadı.
Ve devreye yani liderliğe hastalığın ikinci grubunda baş rolleri oynayan‘meseleleri saptırma kolaylığıyla’ yazılar döşeyip konuşmalar yapanlar çıkıverdi.
Meseleleri saptıran saldırganlar beynine felç inmiş cemaat çocuklarının hastalığını sömürmeye başladı. Çünkü, solunu inkar eden hastalarda bir başka bozukluk ortaya çıkar, bu sefer sağ gözleri fazlasıyla çok detaylı en ince ayrıntıların zerresini dahi açıklıkla görmeye başlar.
Ergenekon davaları başladığı günden beri ‘meseleleri aşırı şekilde saptırmak ve olmayacak gereksiz ayrıntılara gözleri çevirmek’ üzerine binlerce makale okuduk, binlerce gazete manşetine şahit olduk.
Hatta bunlar insan olamaz diye bizler de bu tuhaflığı satırlarımızda haykırdık. Hayır onlar da insan, ama artık kabul edelim gerçek bir Beyin Felciyle karşı karşıyayız.
Bundan seksen sene önce Atatürk’ün bir konuşmasından ya da bir ODA TV yöneticisinin özel telefon konuşmasından ya da bir sıradan subayın not defterinden öyle büyük öyle dehşetli ayrıntılı fotoğraflara, ne zamandır hepimizi, hatta hukuku hatta insanlığı inandırmaya çalışıyorlar.
İnkar ve ihmal hastalığının asıl tezahürü hastanın kendisine yalan söylemesi, çok çarpıcı bir örnek: maymun muzlarını yaprakların arasına saklar, arkadaşı muzları aradığında arkadaşına yalan söyler, muzlar, der, derenin taa ötesinde.
İnsanlar gibi hayvanların da yalan söyleyip söylemediklerini yüz mimikleri ele verir, bu yüzden maymunlar dahi yalan söylediğinde kendi yalanına sahiden inanmak zorunda.
Muzları arayan arkadaşıyla birlikte derenin ötesine giderler ve muzları birlikte aramaya başlarlar, öyle ki muzları saklayan maymun artık muz sakladığını, nereye sakladığını dahi hatırlayamaz, muzların yerlerini muzların varlığını dahi unutmuştur. Basitleyerek anlatırsak:
Kocakarı ninelerimizin çocuklar çar çur etmesin diye parasını çok gizli yerlere saklaması ve para istediğinde çok inandırıcı şekilde kendini acındırarak ağlaması ve sonra paranın yerini kendisinin dahi unutması gibi.
Muzların saklandığı yeri Okyanus ötesi Pensilvanya’yı gösterenlere sesleniyorum, muzların asıl saklandığı yer Anadolu’nun her mevsim sağanak yağmurlarla sonsuzlukla yıkanan topraklarında saklı, korkarım, muzların gizlendiği yeri giderek tek tek sonunda hepiniz unuttunuz, mavi sedirlerle süslü kendi köylerinize birgün olur ya geri döndüğünüzde, korkarım, arkanızda bıraktığınız ülkeyi yerinde bulamayacaksınız.
Sonunda ihmal ve inkar hastalığına karşı doktorlar mucizevi bir tedavi yöntemi bulurlar. Hastanın sol kulağına su fışkırtıldığında hasta tekrar hatırlamaya başlıyor. Yani inkar kaybolup, kabulleniyor, diye, uzun uzun deneylerini anlatıyor Beyindeki Hayaletler kitabının yazarı, ancak geçici bir süre.
Suyun kulakla ilişkisi çok çarpıcı, bilinçaltının derinliklerinde saklanmış her şeyi bir fırtınaya tabi tutuyor yani gün ışığına çıkartıyor.
İslam alimleri bu mucizeyle yakından ilgileniyor olmalı, çünkü namaz kılanlar günde beş vakit kulak meme ve içlerini suyla ovmak zorunda. Şaka değil, suyla kulak içinin teması eskiden önceden çok gerilerden ne varsa ortaya çıkartıyor. Ve müminin Allah’la namazla muhasebesinde kendi günahlarını itiraf edip yüzleşmesi ve çok derinden yakarışlarla tövbe ve af dualarına eşlik ediyor.
Bu bilimsel deneylere bakıp dini bütün bir Müslüman istediği kadar bastırsın yok saysın inkar etsin, günde üç beş vakit kulağıyla suyun temasından bir çok şeyi kendiliğinden hatırlar diyebilirsiniz. Ancak içimizde sonsuzlukla insanlıkla dertleşen o abdestleri alan kaldı mı? Pensilvanya çeşmelerinden, Rocky Dağları’nın kar sularından abdest alanlar, geçmişi, köyünü, yoksul halkımızı, cumhuriyetini, bağımsızlık savaşını bilmem bir daha hatırlar mı?
Bu günlerde okuma yazma bilen herkes, gereksiz ayrıntılara gereğinden çok fazla yoğunlaşmak, ya da inkar ve ihmal ya da meseleleri saptırma kolaylığının ne olduğunu, bilimsel bir ders gibi az buçuk öğrenmiş oldu.
İşte mesela gündemden bugünden tek bir örnek, kendi kanallarının sunucusu türkücü grup sekste resmi polis kayıtlarına geçti, tıss yok, örttüler, aynı gün İsrail Gazze’ye giden yardım gemilerini bastı, tıss yok, aynı gün bir küçük çocuğa onlarca adam tecavüz etti, tıss yok.Ne katil Amerikalılar’a bir kez şerefsiz alçak diyebilecek gücü iradeyi gösterebildiler, ne grup sekscilere, ne Üzmez’ler’e ne de sapık şeyhlerin polis kayıtlarına girmiş pornografik görüntülerine şerefsiz alçak diyebildiler ne de enkazın altında kalan yüzlerce yoksul sahipsiz insanın cesedlerine rağmen müteahhitlere alçaksız şerefsiz diyebildiler.
Peki aynı gün kime şerefsiz alçak manşeti attılar?
ODA TV’ye tadından yenmez dünya güzeli bir yazı yazdım, lezzet, fikir, tad, her şey kıvamında. Anında manşete çektiler: Alçak şerefsiz Nihat Genç.
Nihat Genç’in şerefini siz mi tayın edeceksiniz? Bizim onurumuzu yazarların özgürlük mücadelesi için içerde yatan gazeteci yazar arkadaşlarımız tayin ediyor.
…
Çalıştığım yazdığım konuştuğum her yere polis baskını yaptınız patronları ya içeri attınız ya da vergi cezalarıyla korkutup beni işten arttırdınız.
Artık benim patronum yok ki sizden korkup beni işten atsın.
Çalıştığım şirket yok ki vergi cezasıyla korkutup işten attırın.
Devlet memuru değilim ki mahkeme disiplin cezası bir sonuca varın.
Nihat Genç adını gazeteleriniz meşhur etmedi ki şimdi şöhretimi geri alın.
Yazarlığıma sizin eleştirmenleriniz yazarlarınız karar vermedi ki.
Ya da cemaat başbakan övgüsü tayiniyle maaşlı yazarlarınızdan hiç olmadım,
Mesela hastanın yok saydığı felçli sol eline bir yüzük takılır ve aynada hastaya bu yüzük gösterilir, doktor, hadi bana yüzüğünü çıkar ver dediğinde, hasta, inanılır gibi değil, sağ eliyle sol elindeki yüzüğü değil, aynanın içine ya da aynanın arkasına doğru uzanıyor.
Yani beyin öyle mutlak şekilde sol elini inkar ediyor ki hasta olsa olsa bu yüzük ya aynanın içinde ya arkasında diye tepki veriyor.
Irak İşgali’nde Anadolu’nun bir cemaate mensubiyet sağlamış tertemiz çocukları tam bir travma yaşadılar. Her travma gibi beyinleri düşünceleri alt üst oldu, kendilerine bir açıklayan izah eden ise hiç çıkmadı.
Ve devreye yani liderliğe hastalığın ikinci grubunda baş rolleri oynayan‘meseleleri saptırma kolaylığıyla’ yazılar döşeyip konuşmalar yapanlar çıkıverdi.
Meseleleri saptıran saldırganlar beynine felç inmiş cemaat çocuklarının hastalığını sömürmeye başladı. Çünkü, solunu inkar eden hastalarda bir başka bozukluk ortaya çıkar, bu sefer sağ gözleri fazlasıyla çok detaylı en ince ayrıntıların zerresini dahi açıklıkla görmeye başlar.
Ergenekon davaları başladığı günden beri ‘meseleleri aşırı şekilde saptırmak ve olmayacak gereksiz ayrıntılara gözleri çevirmek’ üzerine binlerce makale okuduk, binlerce gazete manşetine şahit olduk.
Hatta bunlar insan olamaz diye bizler de bu tuhaflığı satırlarımızda haykırdık. Hayır onlar da insan, ama artık kabul edelim gerçek bir Beyin Felciyle karşı karşıyayız.
Bundan seksen sene önce Atatürk’ün bir konuşmasından ya da bir ODA TV yöneticisinin özel telefon konuşmasından ya da bir sıradan subayın not defterinden öyle büyük öyle dehşetli ayrıntılı fotoğraflara, ne zamandır hepimizi, hatta hukuku hatta insanlığı inandırmaya çalışıyorlar.
İnkar ve ihmal hastalığının asıl tezahürü hastanın kendisine yalan söylemesi, çok çarpıcı bir örnek: maymun muzlarını yaprakların arasına saklar, arkadaşı muzları aradığında arkadaşına yalan söyler, muzlar, der, derenin taa ötesinde.
İnsanlar gibi hayvanların da yalan söyleyip söylemediklerini yüz mimikleri ele verir, bu yüzden maymunlar dahi yalan söylediğinde kendi yalanına sahiden inanmak zorunda.
Muzları arayan arkadaşıyla birlikte derenin ötesine giderler ve muzları birlikte aramaya başlarlar, öyle ki muzları saklayan maymun artık muz sakladığını, nereye sakladığını dahi hatırlayamaz, muzların yerlerini muzların varlığını dahi unutmuştur. Basitleyerek anlatırsak:
Kocakarı ninelerimizin çocuklar çar çur etmesin diye parasını çok gizli yerlere saklaması ve para istediğinde çok inandırıcı şekilde kendini acındırarak ağlaması ve sonra paranın yerini kendisinin dahi unutması gibi.
Muzların saklandığı yeri Okyanus ötesi Pensilvanya’yı gösterenlere sesleniyorum, muzların asıl saklandığı yer Anadolu’nun her mevsim sağanak yağmurlarla sonsuzlukla yıkanan topraklarında saklı, korkarım, muzların gizlendiği yeri giderek tek tek sonunda hepiniz unuttunuz, mavi sedirlerle süslü kendi köylerinize birgün olur ya geri döndüğünüzde, korkarım, arkanızda bıraktığınız ülkeyi yerinde bulamayacaksınız.
Sonunda ihmal ve inkar hastalığına karşı doktorlar mucizevi bir tedavi yöntemi bulurlar. Hastanın sol kulağına su fışkırtıldığında hasta tekrar hatırlamaya başlıyor. Yani inkar kaybolup, kabulleniyor, diye, uzun uzun deneylerini anlatıyor Beyindeki Hayaletler kitabının yazarı, ancak geçici bir süre.
Suyun kulakla ilişkisi çok çarpıcı, bilinçaltının derinliklerinde saklanmış her şeyi bir fırtınaya tabi tutuyor yani gün ışığına çıkartıyor.
İslam alimleri bu mucizeyle yakından ilgileniyor olmalı, çünkü namaz kılanlar günde beş vakit kulak meme ve içlerini suyla ovmak zorunda. Şaka değil, suyla kulak içinin teması eskiden önceden çok gerilerden ne varsa ortaya çıkartıyor. Ve müminin Allah’la namazla muhasebesinde kendi günahlarını itiraf edip yüzleşmesi ve çok derinden yakarışlarla tövbe ve af dualarına eşlik ediyor.
Bu bilimsel deneylere bakıp dini bütün bir Müslüman istediği kadar bastırsın yok saysın inkar etsin, günde üç beş vakit kulağıyla suyun temasından bir çok şeyi kendiliğinden hatırlar diyebilirsiniz. Ancak içimizde sonsuzlukla insanlıkla dertleşen o abdestleri alan kaldı mı? Pensilvanya çeşmelerinden, Rocky Dağları’nın kar sularından abdest alanlar, geçmişi, köyünü, yoksul halkımızı, cumhuriyetini, bağımsızlık savaşını bilmem bir daha hatırlar mı?
Bu günlerde okuma yazma bilen herkes, gereksiz ayrıntılara gereğinden çok fazla yoğunlaşmak, ya da inkar ve ihmal ya da meseleleri saptırma kolaylığının ne olduğunu, bilimsel bir ders gibi az buçuk öğrenmiş oldu.
İşte mesela gündemden bugünden tek bir örnek, kendi kanallarının sunucusu türkücü grup sekste resmi polis kayıtlarına geçti, tıss yok, örttüler, aynı gün İsrail Gazze’ye giden yardım gemilerini bastı, tıss yok, aynı gün bir küçük çocuğa onlarca adam tecavüz etti, tıss yok.Ne katil Amerikalılar’a bir kez şerefsiz alçak diyebilecek gücü iradeyi gösterebildiler, ne grup sekscilere, ne Üzmez’ler’e ne de sapık şeyhlerin polis kayıtlarına girmiş pornografik görüntülerine şerefsiz alçak diyebildiler ne de enkazın altında kalan yüzlerce yoksul sahipsiz insanın cesedlerine rağmen müteahhitlere alçaksız şerefsiz diyebildiler.
Peki aynı gün kime şerefsiz alçak manşeti attılar?
ODA TV’ye tadından yenmez dünya güzeli bir yazı yazdım, lezzet, fikir, tad, her şey kıvamında. Anında manşete çektiler: Alçak şerefsiz Nihat Genç.
Nihat Genç’in şerefini siz mi tayın edeceksiniz? Bizim onurumuzu yazarların özgürlük mücadelesi için içerde yatan gazeteci yazar arkadaşlarımız tayin ediyor.
…
Çalıştığım yazdığım konuştuğum her yere polis baskını yaptınız patronları ya içeri attınız ya da vergi cezalarıyla korkutup beni işten arttırdınız.
Artık benim patronum yok ki sizden korkup beni işten atsın.
Çalıştığım şirket yok ki vergi cezasıyla korkutup işten attırın.
Devlet memuru değilim ki mahkeme disiplin cezası bir sonuca varın.
Nihat Genç adını gazeteleriniz meşhur etmedi ki şimdi şöhretimi geri alın.
Yazarlığıma sizin eleştirmenleriniz yazarlarınız karar vermedi ki.
Ya da cemaat başbakan övgüsü tayiniyle maaşlı yazarlarınızdan hiç olmadım,
Cumhurbaşkanı sofralarında Kültür Bakanlığı ödüllerinde hiç bulunmadım, ya da Orhan
Pamuklar gibi sessiz Elif Şafaklar gibi şeyhlere dostum güzellemeleri yazmadım.
Sizlerin savcıları, sizlerin zorba bir iktidarı, sizlerin neyle kazandıkları bilinmeyen cemaat zenginlikleri, sizlerin kırk çeşit TV kırk çeşit gazetesi, sizlerin rötatifleri var, sizlerin arkasında Amerika var…
Benim de Irak Savaşı günlerinde yazdığım bir kitabım var: Amerikan Köpekleri.
Zulmünüzden gaddarlığınızdan bu halk ağlamak için dahi ağzını açamaz oldu. Atın manşetlerinizi Nihat Genç alçak şerefsiz diye.
Nihat Genç durmaksızın yazacak: bağımsızlık o en soylu ruhani enerjinin kaynağıdır ve tek mal varlığımız tek haysiyetimiz Anadolu’nın bağımsızlık savaşından beri bu kaynağın hala gürül gürül akıyor oluşudur.
Benim de Irak Savaşı günlerinde yazdığım bir kitabım var: Amerikan Köpekleri.
Zulmünüzden gaddarlığınızdan bu halk ağlamak için dahi ağzını açamaz oldu. Atın manşetlerinizi Nihat Genç alçak şerefsiz diye.
Nihat Genç durmaksızın yazacak: bağımsızlık o en soylu ruhani enerjinin kaynağıdır ve tek mal varlığımız tek haysiyetimiz Anadolu’nın bağımsızlık savaşından beri bu kaynağın hala gürül gürül akıyor oluşudur.
Nihat Genç