İstanbul’un merkezindeki bir parkın nasıl düzenleneceğinin kendilerine sorulmamasını protesto edenlerin başlattığı barışçıl itiraz, AKP iktidarının tahammülsüzlüğü ve saldırganlığı ile 8 gencin ölümü, 11 kişinin göz kaybı, binlerce yaralanma ve göz altılarla sürdü.
O dönemde pik noktasına ulaşan polisin “orantısız güç kullanma” durumu, ülkenin her yerinde demokratik protesto hakkının kullanılmasına yöneldi. İktidara yönelik her eleştiri polis şiddetiyle, haksız ve keyfi baskılarla karşı karşıya kaldı.
Meydanlar, sokaklar demokratik gösteri hakkının kullanılmasına kapatıldı. Başbakan Erdoğan, polis in orantısız güç kullanmasını engelleyeceğine teşvik etti. Artan ivmeyle devam eden ve bugün de süren polisin orantısız güç kullanmasını cezasız bırakarak cesaretlendirdi ve kışkırtıcı bir dili kullanmaya devam etti.
Ancak ülkenin dört bir yanında emeğine, parkına, ağacına, deresine, suyuna, soluduğu havaya, yaşamına, haklarına sahip çıkanlar bütün baskılara rağmen insani değerlerinden, demokratik taleplerinden vazgeçmediler. Sermayenin topluma dayattığı rant projeleri karşısında, yaşanılır kent talebi, daha fazla özgürlük ve daha fazla demokrasi talebiyle birleşti.
Gezi Direnişi, ekolojik dengenin altüst edilmesine, her parka ve yeşil alana bir AVM dikme hevesine, ranta dayalı kent dönüşümüne ve elbette bütün bunların temsilcisi olan AKP iktidarına karşı bir tepkiydi. Gezi Direnişi, yerel demokrasiden başlayan bir genel demokrasi talebiydi ve açığa çıkardığı çoğul muhalefet ile toplum, kent ve demokrasi tarihimizde onurlu bir iz yarattı. Gezi için sokağa çıkanlarla, Soma madenci katliamı karşısında sesini yükseltenlerin ve Lice’de karakol yapımına karşı mücadele edenlerin ortak mücadele ruhunu yakalaması büyük önem taşıyor.
Gezi Direnişinin birinci yıldönümünde, direnişi doğuran koşulların ve ortamın değişmediğini görüyorum. Demokratik ve sosyal bir cumhuriyet, daha özgür bir Türkiye hedefi için mücadeleyi büyütme ihtiyacı o günden bugüne azalmadı, arttı. Kürt halkı ve Aleviler başta olmak üzere, halklarımızın barış ve eşitlik talepleri adına yeni bir adım atılmadığı gibi, her geçen gün artan gerginlik kaygılarımızı büyütüyor.
Karakol-kalekol inşaatlarına karşı haklı bir direniş gösterenlere örneğin Lice’de yapılan saldırılar, Rojava sınırından geçmek isteyen kadın ve çocuklara, Okmeydanı’nda Alevi yurttaşlara yönelik cinayetler sadece bazı örnekleri oluşturuyor. Sermayenin her geçen gün yaşam ve yaşam alanlarına yönelik saldırganlığı devam ediyor; bedelini ise emekçiler, işçiler, halklar ve tüm ekosistem ödüyor.
Siyasi iktidar karşısında kapsayıcı bir ortak mücadele ihtiyacı apaçık ortada. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve ardından milletvekili genel seçiminde bu siyasi ihtiyaç doğru kavranmadıkça, Başbakan Erdoğan ve AKP, yürüdükleri hedefe doğru adımlarını daha sık atacaktır.
AKP’nin “tek adam” rejimine doğru yürüyüşünü engellemek, Cemaat-CHP-MHP üçgeninin rızasını aramaktan değil, Gezi Direnişi’ndeki mücadele anlayışını gerçek bir alternatif siyasete büründürmekten geçtiği bilinmelidir. Şiddete ve adaletsizliğe, eşitsizlik ve baskıya karşı özgürlük ve demokrasiyi kazanmak için yapılması gereken budur.
Şantiyelerde, madenlerde, Reyhanlı’da, Roboski’de, Gezi Direnişi’nde, Rojava’da, özgürlük ve demokrasi mücadelelerinde katledilen canların geride bıraktıklarından biricik isteği demokratik özgür bir ülkede bir arada kardeşçe yaşanmasıdır. Bu dileği yerine getirmek için tüm gücümüzle ele vererek çalışmalıyız.