Kainatı yaratan Allah, yarattığı insanlar için bir din (Allah'ın istediği yaşam şekli) kaideleri koyduysa; bu kaideler yani Allah'ın indirdiği şeriat, insanları yobaz yapmamalı. Dinini yaşayan kimseler her geçen gün o kadar güzelleşmeliler ki, insanlar bu kişileri imrenmeli. Pozitif ilimde de, manevi ilimde de ileri sosyal konum olarak (insan ve toplum ilişkileri) mükemmel olmalı. Güç ve ekonomi açısından ileri olmalı ama her şeyde adalet ile hükmetmeli.

Yok, böyle bir din, olur mu derseniz; unutmayın yaratılışımızın nedeni yeryüzünde Allah'ın halifesi olmak.
BAKARA - 30 :Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî câilun fîl ardı halîfeh(halîfeten), kâlû e tec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ ve yesfikud dimâ(dimâe), ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek(leke), kâle innî a’lemu mâ lâ tâ’lemûn (tâ’lemûne).Ve Rabbin meleklere: “Muhakkak ki Ben, yeryüzünde bir halife kılacağım.” demişti. (Melekler de): “Orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birisini mi (halife) kılacaksın? Biz Seni, hamdinle tesbih ve Seni takdis ediyoruz.” dediler. (Rabbin de): “Muhakkak ki Ben, sizin bilmediklerinizi bilirim.” buyurdu.
Yeryüzüne bir halife yaratılıyor ama, yer yüzünde fesat çıkaracak, kan dökecek kadar kötü ve zalim bir mahluk. İşte yaratılan İNSAN.
Demek ki başlangıçta kötü ama dinini yaşarsa mükemmel(AHSEN) OLACAK KİŞİ.
TİN - 4 :Lekad halaknel insâne fî ahseni takvîm(takvîmin). Andolsun ki Biz, insanı (nefsini), ahseni takvim içinde (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparak en güzele ulaşabilecek özellikte) yarattık.
İnsanı ahsen (en güzel) olacak şekilde; yani ahsen olma imkânına sahiptir fakat ahsen olmamış, yani ham olgun değil.
TİN - 5 :Summe redednâhu esfele sâfilîn(sâfilîne).Sonra onu, esfeli safiline (en sefil hale, nefsinin karanlıklarına) iade ettik (çevirdik).
Başlangıçta cehennemin en altına (esfeli safiline ) layık şekilde yarattık diyor.
En kötüden en iyiye çıkabilmesi için ne yapması gerekliliğini de yazmış.
TİN - 6 :İllellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti fe lehum ecrun gayru memnûn(memnûnin). Âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler) ve amilüssalihat (nefsi tezkiye edici amel) işleyenler hariç. İşte onlar için kesintisiz ecir (mükâfat) vardır.
ÂMENÛ olmak ve AMİLÜSSALİHAT yapanlar hariç, bunlar kesintisiz mükâfat alırlar Ahsen olurlar diyor.
ÂMENÛ olmak ne demek; herkesin bir bilgisi vardır da biz gene Allah'ın vahyine bakalım.
HUD - 29 :Ve yâ kavmi lâ es’elukum aleyhi mâlâ(mâlen), in ecriye illâ alâllâhi ve mâ ene bi târidillezîne âmenû, innehum mulâkû rabbihim ve lâkinnî erâkum kavmen techelûn(techelûne).Ve ey kavmim! Buna (tebliğ ettiğim şeylere) karşılık sizden mal olarak (bir şey) istemiyorum. Eğer ücretim (ecrim) varsa ancak Allah'a aittir. Ve ben âmenû olanları ((Allah'a ulaşmayı dileyenleri) tardedecek (uzaklaştıracak, kovacak) değilim. Muhakkak ki onlar, Rab'lerine mülâki olacaklar (ulaşacaklar). Ve lâkin ben, sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.
Demek ki âmenû olan kişi Allah'a mülâki olacaktır, yani Allah'a kavuşacak veya Allah'ın içine üflediği emanet olan ruhunu Allah'a ulaştırmayı dilediği için Allah da onu kendisine ulaştırıyor. Allah böyle söylüyor.
YUNUS - 45 :Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yete ârefûne beynehum, kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne). Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah'a mülâki olmayı (Allah'a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimse(ler) olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah'a ulaştıramadılar).
Allah'a mülâki olmayı kalben dilemeyen kişi hüsranda ve HİDAYETE EREN olmadı diyor Rabbimiz.
İyide bu Allah'ın şeriat kitabının başında Bakara suresinin ikinci ayetinde ne diyor Rabbimiz. Şeriat hidayettir demiyor mu?
BAKARA - 2 :Zâlikel kitâbu lâ reybe fîh(fîhi), huden lil muttekîn (muttekîne).İşte bu Kitap; O'nda hiç(bir açıdan) şüphe yoktur. Takva sahipleri için bir hidayettir.
Demek ki Kur’an-ı Kerim ki dinin nasıl yaşanacağı öğretir, ancak takva sahiplerini hidayete erdirir diyor.
Hani Allah'a ulaşmayı dileyince hidayete erecektik? Doğru; ulaşmayı kalben diler de Allah'ın da seni kendisine hidayet edeceğine tevekkül edersen takva sahibi olursun ve Allah'ta seni hidayet eder.
RUM - 31 :Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne). O'na (Allah'a) yönelin (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
O zaman dinimi HİDAYET dini; yani İslâm (Allah'a teslim olma) dini. Dininizi ne olursa olsun her şartta yerine getirin diyor.
NİSA - 135 :Yâ eyyuhellezîne âmenû kûnû kavvamîne bil kıstı şuhedâe lillâhi ve lev alâ enfusıkum evil vâlideyni vel akrabîn(akrabîne), in yekun ganiyyen ev fakîren fallâhu evlâ bihimâ fe lâ tettebiûl hevâ en ta’dilû, ve in telvû ev tu’rıdû fe innallâhe kâne bi mâ ta’melûne habîrâ(habîran). Ey îmân edenler! Kendiniz üzerine de olsa; anne, babanız ve yakınlarınız üzerine de olsa; zengin olsalar, fakir de olsalar Allah için adaleti yerine getiren şahitler olun. Çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp hevanıza yani nefsinize uymayın ve eğer dîninizi, yeyip içerseniz, haktan, adaletten yüz çevirirseniz şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
Ama ADALETİ YERİNE getirerek. Var mı böyle bir tanıdık? Dini yaşayan biri. Hâlbuki İslam’ın beş şartı yeterli denir, bu farz emirle insanı ne hidayete erdirir ne de takva sahibi kılar. Ameldir ama yetmiyor yetse AHSEN İNSAN olurduk.
O zaman kötü olan tarafımızı düzeltmemiz lazım ki dini yaşayanlardan olalım. Peki, insanların kötülük yapan tarafı neresidir? Bu konuyu pek bilen yoktur.
Rabbimiz nefsin devamlı kötülük yapacağını, ancak rahim esması tecelli eden nefsler kötülük yapamıyor.
YUSUF - 53 :Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun). Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Çünkü nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm'dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).
Nefsin kötülüğünün engellenmesi demek ki Allah'a ait, Allah dilediğinin nefsini temizliyor. Hani derler ya "benim kalbim temiz kimseye kötülük yapmam". İyi de arkadaş sen zaten kendine kötülük yapıyorsun. Her şeyden önce Allah'a karşı bilmediğin bir şeyi söylüyorsun.
NİSA - 49 :E lem tere ilellezîne yuzekkûne enfusehum belillâhu yuzekkî men yeşâu ve lâ yuzlemûne fetîlâ(fetîlen). (Habibim), nefslerini tezkiye ettiklerini söyleyenleri görmedin mi? Hayır, öyle değil (nefsini tezkiye ettiğini söyledi diye kimsenin nefsi tezkiye olmaz). Ancak Allah, dilediği kişinin nefsini tezkiye eder. Ve onlar, hurma çekirdeğinin ince ipliği kadar bile zulüm olunmazlar.
O zaman nefsimizin kurtulması, dolayısı ile bizim kurtulmamız için tezkiye olmamız şart.
ŞEMS - 7 :Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).
ŞEMS - 8 :Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasını ilham etti.
ŞEMS - 9 .Kad efleha men zekkâhâ.Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha (kurtuluşa) ermiştir.
Ancak nefsini tezkiye eden kurtuluşa ulaşır demesindeki neden, başlangıçta cehennemin en altına (esfeli safiline) layık şekilde yarattık dediği nefsin temizlenmesi şart.
Şimdi İslam’ın beş şartı ile nefsin islâhı olmadığına göre, yani farz olan beş şart nefsini temizleyemediğine göre yalan söylenmiş olmuyor mu?
ŞEMS - 10 :Ve kad hâbe men dessâhâ. Ve kim, onun (nefsinin) kusurlarını örtmeye çalıştıysa (nefsini tezkiye etmemiş ise) hüsrana uğramıştır.
Rabbimiz bakın ne diyor?
NUR - 21 :Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm(alîmun).Ey âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına tâbî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allah'ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah'ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah, Sem'î'dir (en iyi işitendir) Alîm'dir (en iyi bilendir).
Allah'ın RAHMETİ VE FAZLI üzerinize olmasa idi hiç biriniz ebediyyen CENNETE giremezsiniz diyor. Ee hani günahlarınız kadar yanıp çıkacaktınız; öyle değilmiş demek rabbimiz böyle söylüyor.
Allah'ın RAHMETİ VE FAZLI hangi şartta insana ulaşıyor bakalım.
NİSA - 175 :Fe emmellezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen). Allah'a âmenû olanları ve O'na sarılanları (sarılmayı dileyenleri), Allah kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran Sıratı Mustakîm'e (Allah'a ulaştıran yola) hidayet edecektir, ulaştıracaktır.
Demek ki amenu olmak şart yani Allah'a mülaki olmak şart. Eğer Allah'a mülaki olmayı kalben diliyorsanız işte o zaman salih amel yapma imkânınız oluyor ve yeryüzün de Allah'ın SALİH dediği kişiler arasına ulaşma imkânınız oluyor.
KEHF - 110 :Kul innemâ ene beşerun mislukum yûhâ ileyye ennemâ ilâhukum ilâhun vâhid(vâhidun), fe men kâne yercû likâe rabbihî fel ya’mel amelen sâlihan ve lâ yuşrik bi ıbâdeti rabbihî ehadâ(ehaden).De ki: “Ben sizin gibi sadece bir beşerim. Bana sizin ilâhınızın tek bir ilâh olduğu vahyolunuyor. O taktirde kim Rabbine mülâki olmayı (ölmeden evvel Allah'a ulaşmayı) dilerse, o zaman salih amel (nefs tezkiyesi) yapsın ve Rabbinin ibadetine başka birini (bir şeyi) ortak koşmasın.”
Deme ki dinimizi Kur’an-ı Kerimden yaşaya bilmemiz için Allah'a ulaşmayı hidayeti) dilememiz yani Allah'a mülaki olmayı dilemek lazım.
O zaman sizi Allah'a davet edenin davetine icabet edin.
AHKÂF - 31 :Yâ kavmenâ ecîbû dâiyallâhi ve âminû bihî yagfir lekum min zunûbikum ve yucirkum min azâbin elîm(elîmin).Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine icabet edin. Ve O'na îmân edin ki, sizin günahlarınızı bağışlasın ve mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve sizi elîm azaptan korusun.
AHKÂF - 32 :Ve men lâ yucib dâiyallâhi fe leyse bi mu’cizin fîl ardı ve leyse lehu min dûnihî evliyâu, ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin). Ve Allah'ın davetçisine icabet etmeyen kimse, yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah'tan başka dostları yoktur. İşte onlar apaçık dalâlet içindedirler
.
Bu davetçi kim diye aramayın Allah'tan hacet namazı ile isteyin
NE KAYBEDERSİNİZ?
Hacet namazını perşembeyi cumaya bağlayan gecelerde veya kandil gecelerinde kılınması asildir. Ama bütün gecelerde kılınabilir. Önce boy abdesti alınır. Sonra hacet namazına niyet edilir.
Namazda aşağıdaki âyetler okunur:
1. Rekâtta: Subhaneke + Fatiha + 3 Âyetel Kürsî
2. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
2. Rekâtın sonunda : Ettehiyyâtü
3. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
4. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
Namaz tamamlandıktan sonra Allah’tan hacet neyse o istenir. Allah’tan mürşid istemek için bu namaz kılındıysa mürsid istenir.
Bu namazdan sonra hiç konuşmadan yatmak gerekir. Yatarken kıbleyi sağa alacak şekilde yatak kurulur. Vücudun ön cephesi kıbleye çevrilerek yan üstü yatılır, 3 Âyetel Kürsî okunur ve Allah’tan mürşid istenir. Eğer kişinin haceti mürşid değil de başka bir hedefe ulaşmaksa (zahirî veya Batıni bir hedef olabilir) o hedefe ulaşmak istenir. Sessiz zikir (hafî zikir) bu istekten sonra baslar. Yanüstü yatıldığı için sağ kulak yastığa gelecektir. Bas biraz sağa, sola oynatılarak kulakta kalbin atışlarının, basınç sebebiyle rahatça duyulacağı pozisyona gelinir. Ve kalbin her çift atışında “Allah, Allah” diyerek kişi Allah’ı zikr-i hafî ile (yani sessiz olarak) içinden zikredecektir.
Eğer ilk namazdan sonra yatıldığında birşey görülmez ise tekrar tekrar, her perşembeyi cumaya bağlayan gece namaza devam edilmelidir. Her gece de kılınabilir.
[email protected]
Allah'a emanet olun.