KURAN’I KERİMDE ALLAH, MÜ’MİN OLARAK KİMLERDEN BAHSEDİYOR;
İnsanların genel düşüncesi mutlu olmak ve kıyametten sonra da cennette yaşamak; tabi bu belirsizliği bir parça olsun bir ümit olsun diye din görevlileri günahlarınız kadar cehennemde kalacak sonra cennete gireceksiniz uydurması ile insanların bu dünya yaşantısında Allah’ın İslam dinini (Allah’a teslim olma dinini) öğrenme ihtiyacı duymuyorlar. Bu insanların mutluluğun ne anlama geldiğini bilemedikleri ve hiçbir zaman yaşayamayacakları kavgalı ve mutsuz bir dünya yaşamını istemeyerek seçmek zorunda kalmalarına neden oluyor.
Peki, Allah; insanları mutlu olsunlar diye yarattığı halde neden sıkıntı içinde geçen hayatları var?
NAHL - 97:Men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu’minun fe le nuhyiyennehu hayâten tayyibeh(tayyibeten), ve le necziyennehum ecrehum bi ahseni mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Mü'min olan kadın ve erkekten kim salih (nefsini tezkiye ve tasfiye edici) amel işlerse, o taktirde ona mutlaka tayyib (temiz, helâl) bir hayat yaşatırız. Ve onları, mutlaka yapmış oldukları amellerin ecirlerinden (bedellerinden), daha ahseni (güzeli) ile mükâfatlandıracağız.
Rabbimiz böyle bir vaatte bulunduğuna göre, neden korku ve telaş içinde yaşarız ki?
Burada tek cevap var oda MÜ’MİN miyiz değil miyiz? Kendimizi sorgulamak gerekmektedir. Çünkü mutlu bir dünya ve ahiret hayatımız buna bağlıdır.
O zaman Allah’a göre MÜ’MİN nasıl olunur?
NİSA - 12:Ve men ya’mel mines sâlihâti min zekerin ev unsâ ve huve mu’minun fe ulâike yedhulûnel cennete ve lâ yuzlemûne nakîrâ(nakîren).Ve erkeklerden ve kadınlardan kim salih amelde bulunursa, kim salih amel işlerse yani nefsi (tezkiye edici amel) işlerse onlar, MÜ'MİNLERDİR. İşte onlar, cennete girerler ve onlara zerre kadar, hurma çekirdeğinin lifi kadar zulüm yapılmaz.
Rabbimiz ayette salih amel işleyenlerden bahsetmiş, yani insan nefsini ıslah eden amel; peki nefsimizin nasıl ıslah edici amel işleyeceği hakkında bilginiz var mı? Mutlaka birçok duyumlarınız vardır, belki de bu duyumları uyguluyorsunuz da, iyide o zaman nefsinizdeki kötülükler yok olup iyiliklerin sahibi olan bir insan ola biliyor musunuz?
AL-İ İMRAN - 119:Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tû’minûne bil kitâbi kullih(kullihi), ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri). (Ey mü'minler)! Siz öyle kimselersiniz ki; onlar, sizi sevmedikleri halde siz, onları seversiniz ve siz Kitab'ın bütününe îmân edersiniz. Onlar, sizinle karşılaştıkları zaman: “Îmân ettik.” derler. Ama tenhada, kendi başlarına kaldıkları zaman size olan öfkelerinden (dolayı), parmak uçlarını ısırırlar. De ki: “Öfkenizle ölün.” Hiç şüphesiz Allah, sinelerde olanı bilir.
Bizlere kötü davranan insanların dahi bizim mutsuz olmamıza bir sebep olamazlar eğer Kuran-ı Kerimin tümünü yaşarsak. Gerçek dini yaşamış oluruz Rabbimiz bu konuda işaret etmiş.
MAİDE - 68:Kul yâ ehlel kitâbi! lestum alâ şey’in hattâ tukîmût Tevrâte vel İncîle ve mâ unzile ileykum min rabbikum ve le yezîdenne kesîren minhum mâ unzile ileyke min rabbike tugyanen ve kufr(kufren), fe lâ te’se alâl kavmil kâfirîn(kâfirîne).De ki; "Ey Ehli Kitap! Tevrat'ı, İncil'i ve size Rabb'iniz tarafından indirileni, yerine getirip uygulamadıkça siz birşey (bir din) üzerinde değilsiniz. Ve sana Rabb'inden indirilen, mutlaka onların birçoğunun azgınlık ve küfrünü artırır. Artık sen kâfirler topluluğuna üzülme.
Rabbimiz Kuran-ı Kerimi okuyup anlamamızın yeterli olmadığını, anladığımız ayetlerinde yaşanmasını istemektedir. Bilip de yapmamak küfürde olanların işidir. Bu neden ile Rabbimiz bizlere sahabeyi örnek gösteriştir;
BAKARA - 214:Em hasibtum en tedhulûl cennete ve lemmâ ye’tikum meselullezîne halev min kablikum messethumul be’sâu ved darrâu ve zulzilû hattâ yekûler resûlu vellezîne âmenû meahu metâ nasrullâh(nasrullâhi), e lâ inne nasrallâhi karîb(karîbun). Yoksa siz, kendinizden önce geçenlerin başına gelenlerin, sizin de başınıza gelmedikçe, cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Onlara öylesine şiddetli belâ ve sıkıntılar (felâketler) dokundu ki, resûl ve onun yanındaki âmenû olanlar: “Allah'ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar sarsıldılar. Allah'ın yardımı mutlaka yakındır, (öyle) değil mi?
O zaman sahabe kuranın tümünü öğrenerek yaşamışlar. Kimden, peygamberimizden; bu konuda peygamberimiz ne söylemiş,
YUSUF - 108:Kul hâzihî sebîlî ed’û ilallâhi alâ basîretin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn (muşrikîne). De ki: “Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah'ı görerek) Allah'a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah'ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.”
Peygamber Efendimiz insanları Allah’a davet etmiş, iyide bizi Allah’a davet eden kimse yok ki vardır da, ya duymadık veya önemsemedik. Ama her gün inanan kişiler Fatiha suresini defalarca okur okuruz da neden yaşamayız ki?
FATİHA - 5:İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu). (Allah'ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE isteriz.
Allah’a kul olmak istiyoruz ve bunun için Allah’dan yardım istiyoruz.
FATİHA - 6:İhdinas sırâtel mustakîm(mustakîme). (Bu istiane'n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM'e (Allah'a ulaştıran yola) hidayet et (ulaştır).
Allah’a kul ola bilmek için sıratı müstakimi istiyoruz; Neden? Çünkü Rabbimiz sıratı müstakimde olanlar için kendisine kul olduğunu söylüyor.
YASİN - 61:Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun). Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.
Neden Sıratı Mustakîm üzeri olmamız gerekiyor dersek? Gene cevabı Rabbimiz kendisine ulaştıran yol diyor
NİSA - 175:Fe emmellezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen). Allah'a âmenû olanları ve O'na sarılanları (sarılmayı dileyenleri), Allah kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran Sıratı Mustakîm'e (Allah'a ulaştıran yola) hidayet edecektir, ulaştıracaktır.
Bu ayetten anlayacağımız Sıratı Mustakîm üzeri olmak sadece kul olmayı değil aynı zaman da Allah’a kul olmak değil Allah’a AMENÛ olmayı ve Allah’a sarılmayı (kavuşmayı, ona ermeyi ermişlerden olmayı) ve derviş denilen Allah’ın veli kullarından olabilmeyi de sağlıyor.
Rabbimiz Kuran-ı Kerimi yaşayanlar dini yaşıyor derken bizler kurandan uzaklaştıkça uzaklaşmışız İslam’ı farz olan beş şarta indirmişiz.
NE OLACAK BU HALİMİZ?
Kimse mutluluğu bilmiyor, kimse tevhidi oluşturacak hidayet dinini yaşamıyor; ACABA BU ŞARTLARA GÖRE KULMUYUZ?
Kulluğumuz kime acaba Allah’a mı? Yoksa iblise mi? Ne de olsa Rabbimiz uyarmış şeytana kul olmamamızı da ne yaptığımızın farkında değiliz;
YASİN - 60:E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).
Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.
Aslında felaha nasıl ereceğimizi rabbimiz ayet ile belirtmiş,
ŞEMS - 7:Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.Nefse ve onu sevva edene (dizayn edene) (andolsun).
ŞEMS - 8:Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasını ilham etti.
ŞEMS - 9:Kad efleha men zekkâhâ.Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha (kurtuluşa) ermiştir.
Hani çevremizde veya din öğretmekle görevli kişiler vardır; benim kalbim temiz derler işte bu bir kocaman yalandır. Çünkü hiçbir insan nefsi terbiye olmadıkça iyiliği emreden bir nefsi yoktur.
YUSUF - 53:Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun). Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Çünkü nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm'dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).
Onun için Rabbimiz kimse kendi nefsini temizleyemez diyor sa; ve Allah dilediğinin nefsini temizler diyorsa; bizlere dini öğretenler farkına varmadan Allah’ın emri ile değil de birilerini sözü ile dini yaşatıyorsa, bu güzel insanlara ve hatta dini ikame etmek ve ettirmek ile görevli bu millete kötülük ve Allah’a karşı düşmanlık yapılmıyor mu?
NİSA - 49:E lem tere ilellezîne yuzekkûne enfusehum belillâhu yuzekkî men yeşâu ve lâ yuzlemûne fetîlâ(fetîlen). (Habibim), nefslerini tezkiye ettiklerini söyleyenleri görmedin mi? Hayır, öyle değil (nefsini tezkiye ettiğini söyledi diye kimsenin nefsi tezkiye olmaz). Ancak Allah, dilediği kişinin nefsini tezkiye eder. Ve onlar, hurma çekirdeğinin ince ipliği kadar bile zulüm olunmazlar.
İşte ben MÜ’MİNİM derken Allah’a karşı yalan söylemiş olmayalım, Allah korusun yoksa bedelini ağır öderiz. Neden mi?
EN'AM - 21:Ve men azlemu mimmenifterâ alâllâhi keziben ev kezzebe bi âyâtih(âyatihî), innehu lâ yuflihuz zâlimûn(zâlimûne).
Allah'a karşı yalanla iftira eden veya onun âyetlerini yalanlayan kimselerden daha zalim kim vardır? Muhakkak ki O, zalimleri felâha ulaştırmaz (kurtuluşa eremezler).
Buna da bir bahane bulmuşlar günahlarımız kadar yanıp cennete geçeceğiz diye. Nasıl bir hesabın içine gireceklerinin farkında değiller.
Kıyamet ten sonra kazandıklarımız kaybettiklerimizi geçecek mi acaba? Çünkü Allah’ın kitabına göre yaşanmayan bir dünyadayız da;
MU'MİNUN - 102:Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.
MU'MİNUN - 103:Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).Ve kimin mizanı (sevap tartıları), hafif gelirse işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.
MU'MİNUN - 104:Telfehu vucûhehumun nâru ve hum fîhâ kâlihûn(kâlihûne).Onların (ızdıraptan) ekşimiş olan yüzlerini ateş yalar.
MU'MİNUN - 105:E lem tekun âyâtî tutlâ aleykum fe kuntum bihâ tukezzibûn(tukezzibûne). Âyetlerim size okunurken; onları tekzip edenler (yalanlayanlar), siz değil miydiniz?
MU'MİNUN - 106:Kâlû rabbenâ galebet aleynâ şıkvetunâ ve kunnâ kavmen dâllîn(dâllîne).Dediler ki: “Ey Rabbimiz! Şâkîliğimiz (azgınlığımız), bize gâlip geldi ve biz, dalâlette olan bir kavim idik.”
MU'MİNUN - 107:Rabbenâ ahricnâ minhâ fe in udnâ fe innâ zâlimûn(zâlimûne).Rabbimiz, bizi oradan (cehennemden) çıkar. Bundan sonra dönersek; o zaman biz, mutlaka zalimler oluruz.
MU'MİNUN - 108:Kâlahseû fîhâ ve lâ tukellimûn(tukellimûni).Dedi ki: “Orada (cehennemde) kalın ve bana (bir şey) söylemeyin!”
İnsanların kurandan sorumlu olduğunu söyler de Rabbimiz fakat İslam’ın beş şartından oluşmuş bir din değil ki!
ZUHRUF - 44:Ve innehu le zikrun leke ve li kavmik(kavmike), ve sevfe tus’elûn(tus’elûne).Muhakkak ki O (Kur'ân), senin için ve senin kavmin için mutlaka bir zikirdir (öğüttür). Ve siz, (Kur'ân'dan) sorumlu olacaksınız
O zaman bizler MÜ’MİN birer kul olalım ki Tevhit dinini yaşaya bilelim. Bu da Allah izin verirse.
YUNUS - 100:Ve mâ kâne li nefsin en tu’mine illâ bi iznillâh (iznillâhi), ve yec’alur ricse alellezîne lâ ya’kılûn (ya’kılûne).Ve Allah'ın izni olmaksızın, bir kimsenin (bir nefsin) mü'min olması (mümkün) olamaz. Ve (Allah), akıl etmeyen kimselerin üzerine ceza (azap, pislik) verir.
O zaman Rabbimizin izni ile nasıl Mümin olacağız? Allah dilerse mutlaka oluruz da bizim de Allah’ın dostu olmayı onun devamlı yardımını alabilmeyi kalbi ve samimi talebimizle olması gerekmez mi?
İNSAN - 29:İnne hâzihî tezkireh(tezkiretun), fe men şâettehaze ilâ rabbihî sebîlâ(sebîlen).Muhakkak ki bu bir öğüttür. Artık kim dilerse Rabbine bir yol ittihaz eder (edinir).
Rabbimiz dileyin diyor, dilersek her şeyi kendi yapacak. O zaman ona MÜLAKİ olmayı, Allah’a teslim olmayı ve Allah’ın dostu olmayı dilememiz samimi isek yetecek.
ANKEBUT - 5:Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât (leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).Kim Allah'a mülâki olmayı (hayattayken Allah'a ulaşmayı) dilerse, o takdir de muhakkak ki Allah'ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah'a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.
NEDEN DURUYORUZ Kİ BİRAN ÖNCE DİLEYİM VE ALLAHDAN YOLUMUZU HER NAMAZIMIZIN ARKASINDAN SORALIM VE TEVHİDİ OLUŞTURUP KÖTÜLÜLLERİ YOK EDELİM İNŞALLAH.
Rabbimiz hepimizin yardımcısı olsun.