İpi kesilen koç evin açık kapısından içeri girince karşısındaki tarihi aynada kendi resmini görmüş ve hışımla rakibine saldırmış.
Kendisi için manevi değeri çok büyük olan aynanın tuz-buz olduğunu gören evin hanımı mahallenin kasabını çağırttırarak koçu kestirmiş.
Koça gözü gibi bakan evin reisi onun kesildiğini duyunca öfkeyle eve gelip duvarda asılı duran tüfek ile eşini vurmuş.
Bütün bu olanları gören komşu, “Ben bir şey yapmadım. Sadece koçun ipini kestim.” Demiş.
Evet… Fitne öyle bir ateştir ki girdiği yeri yakıp kavurur.
Nitekim Bakara suresinde, Tevbe suresinde ve Enfal suresinde fitne ile ilgili ayetlere baktığımızda, bu tavrın toplum bünyesinde açtığı zararlara ve fitne ile mücadele etmenin gereğine vurgu yapıldığını görürüz.
Hadislerde de fitneyi çıkarana lanet edilmiş ve fitneden sakınmak gerektiği beyan edilmiştir.
Türk- İslam Tarihindeki fitne hareketlerinin devletlerin yıkılmasına kadar uzanan süreçlerine şahit oluruz.
İbn-i Sebe’nin fitnesi çağımıza kadar ulaşmış, Emevi’lerin sebep olduğu ayrımcılık İslam dünyasını kana bulamış, Yezid’in şirreti Kerbelalar doğurmuştur.
Teoman’ın, ikinci eşinin isteği ile oğlu Mete Han’ı Çin yönetimine esir olarak verdirerek fitne ateşini yakmış ve Hun Devleti büyük bir kaos yaşamıştır.
Osmanlı döneminde yaşanan Kabakçı İsyanları, Celali İsyanları, Balkan İsyanları ve Kürt aşiret reislerinin kırkın üzerinde başlattığı Kürt isyanları… Osmanlı yönetimi, iki yüz yılı aşkın bir süre bu isyanları bastırmakla meşgul olmuş; içeriden ve dışarıdan desteklenen bu fitne hareketleri, nihayetinde Osmanlı İmparatorluğun çökmesine sebep olmuştur.
Velhasıl cumhuriyet döneminde de gerek idare edenlerin basiretsizliği gerek iradelerini ipotek ettirenlerin ihanetleri pek çok fitne odaklarının kışkırtması ile çıkmıştır.
Bütün bu hatırlatmaları yapma sebebimiz ise temiz, pak, sade ve erdem dolu bir fikriyata sahip olan ülkücü hareketin de pek çok kez fitne olaylarına maruz kaldığının hatırlatılması içindir.
Gerek 12 Eylül öncesinde yaşanan olaylar, gerek günümüze kadar gelen süreçte sahnelenmek istenen köksüz girişimler, ülkücü hareketi hep iç kargaşa ile uğraşmaya yönelik adımlar olarak karşımıza çıkmıştır.
Çünkü, ülkücü hareketin toplumla buluşması, millet ve memleket için tasavvur ettiği projelerin gündeme oturması, bu coğrafya için tahayyülleri olanların korktuğu bir durumdur.
Bu tahlil doğrultusunda bir irdeleme yapmak gerekirse, ülkücü olduğunu söyleyen kişi, kurum ve kuruluşlar asla fitne girişimlerine prim vermemelidir.
Unutulmasın ki fitnenin önüne geçmek ise ancak feraset, liyakat ve meşveret ile mümkün olur.
Öyleyse fitnenin çıkmasını engelleyecek en etkin irade, harekette söz sahibi olanlardır.
İşin ehli olanlar;
1. Her ülkücünün kıymetli olduğunu unutmadan ona hak ettiği değeri vermelidir.
2. Ülkücü kuruluşların, yerelden genele ehil isimlerce idare edilmesi noktasında azami titizlik gösterilmelidir.
3. Ulaşılmadık yer, fethedilmedik gönül bırakılmaması için planlı, projeli, ayakları yere basan ciddi ekipler ve çalışmalar sergilenmelidir.
4. Çözümü olan eleştirilere kulak verilmeli, her aykırı söylem “ihanet” olarak yargılanmamalıdır.
5. İrade sahipleri, ülkücüleri sık sık hatırlamalı meşru yol ve yöntemlerle sahip çıkılmalıdır.
6. “Ben, biz” yerine” hepimiz, yaşatma ideali için biriz” denilecek bir samimi yaklaşımla vefa dolu bir yapılanma inşa edilmelidir.
Şüphesiz ki fitneyi ortadan kaldırıp, ülküdaşlığı pekiştirecek daha nice yaklaşımlar vardır. Gayemiz kardeşlik hukukuna katkı sağlamaktır.
Çünkü ülkemiz de coğrafyamız da Türk- İslam alemi de ülkülerini hayat gayesi yapmış ülkücüleri beklemektedir.