Tarihimize baktığımızda güçlü sultan ve devlet adamlarının arkasında hep bu bilim ve gönül adamlarını görmekteyiz. İstanbul’un kuşatılması esnasında bazı vezir ve komutanlar zafere inanmayıp açıktan açığa “Bu devletin askerine, akçesine yazık değil mi?” diyorlardı. O günlerde, tıpkı günümüzde olduğu gibi, hainlerin iş başında olduklarını görmekteyiz.
Sultan Mehmet Han’ı Bizans’la boğuşmak değil, yanındakilerin dedikodusu yoruyordu. Muhasara başlayalı 50 gün olmuştu. Fakat gözle görülür bir ilerleme yoktu. Akşemseddin Hazretleri “Sakın ha! Asla vazgeçme!” diyordu. Peygamber Efendimizin malum Hadis-i Şerifini sık sık hatırlatıyordu. Onun zaferden zerrece şüphesi yoktu. Fetih sırasında padişaha ve askerlerine moral veriyor, alnı secdede C. Hakka sürekli niyazda bulunuyordu. İstanbul düştüğünde Fatih Sultan Mehmet Han derin bir nefes almıştı.
Akşemseddin Hazretleri Ayasofya’da ilk cuma namazını kıldırıp, hutbeyi okumuştu. Bunun üzerine Fatih, “Muhterem hocam! Elhamdülillah büyük yardımınızla İstanbul’u aldık. Artık beni talebeliğe kabul buyurmanızı diliyorum” dedi.
Akşemseddin; “Sultanım sen bizim tattığımız lezzeti tadacak olursan, saltanatı bırakırsın. Devlet işlerini tam yapamazsın. Bu devletin ayakta kalması şarttır. Talebelikle sultanlığın bir arada yürütülmesi çok zordur. Halkımız perişan olur. Bunun vebali büyüktür” dedi ve sultanın vereceği iki bin altını da kabul etmedi.
Şimdi Fatih Sultan Mehmet Han’ın tek arzusu vardı. Allah Resulünü Medine’deki evinde misafir eden Ebu Eyyub-ül Ensari’nin kabrini bulmaktı. Büyük keramet sahibi Akşemseddin Hazretleri, mezarın bulunduğu yere gelerek Fatih’e; “ O büyük sahabe burada yatıyor!” diyerek mezarın yerini işaret etti. Ancak etraftan “Ne malum burada olduğu?” dedikoduları karşısında, sultanın bilgisi dâhilinde işaret yerleri değiştirildi. Fatih, ilk işaret edilen yer kaybolmasın diye mührünü oraya gömdürdü.
Akşemseddin Hazretleri ertesi günü ilk gösterilen mezar yerine geldi ve bir ara durdu; “Sultanımızın mührü burada ne arıyor?” diye sordu ve sonra; “Kazın burayı” dedi. Kazıldığında bir taşın üstünde kûfi harflerle “Haza Ebu Eyyub-ül Ensari’nin kabri” yazılı mezar taşı ortaya çıkmıştı. Orada bulunanlar şaşkınlık içinde olanları izlerken Fatih, Akşemseddin’e; “Kalbimde şuanda bir şüphe kalmadı.” diye teyitte bulundu.
Bir müddet sonra kerameti izhar olan Akşemseddin Hazretleri İstanbul’dan gizlice ayrılıp Göynük’e geldi ve buraya yerleşti, burada bir camide inzivaya çekildi. Şubat 1459 yılında gözlerini tebessüm ederek kapattı, öylece kaldı.
Büyük veli Akşemseddin’in “Mâddef’ûl-Hayat” adlı eserinde; “Hastalık, insandan insana bulaşmak suretiyle geçer. Bu bulaşma ise, gözle görünmeyecek kadar küçük, fakat canlı tohumlar vasıtasıyla olur” diye ifade edilmektedir.
Akşemseddin Hazretleri, bundan 550 yıl önce mikrobu bulan bir Türk hekimidir. Ünlü tıp bilimcisi Pasteur aynı neticeye, Akşemseddin’den tam 400 yıl sonra varabilmiştir. Aslında mikrop teorisi, yanlış olarak Pasteur’a mal edilmiştir. Bu tarihi yanıltının düzeltilmesi gerekmektedir.
Gerçek devlet ve gönül adamı Akşemseddin hazretlerinin Mekânı Cennet olsun. Lütfen bu tarihi değerlerimize sahip çıkalım.