8 Aralık tarihli Niğde Anadolu Haber Gazetesinde Ömer Fethi Gürer üstadımızın köşesindeki yazısını her gün olduğu gibi dikkatle okur iken 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün içeriğini anlatan ve neden kutlandığı açıklayan bir yazı olduğunu gördüm. “Her halde gazete çalışanları 8 Mart ile 8 Aralık tarihlerini karıştırıp, üstadın arşivdeki yazılarından birini kullandılar.” Diye düşündüm.

      Ve fakat takvimsel şartlanmışlık, günün veya haftanın gününde veya haftasında öne çıkarttığı konuların günlük yaşamda çözümlenmeden devam ettiği halde unutulduğunu, kadına yönelik baskı ve şiddetin 8 Mart ve 25 Kasımlar dışında saldırıya maruz kaldıkça (maalesef çok sık gerçekleştiği için rutinleştirildi) yaşamımız içerisinde fark etmemizden öte gitmeyen toplumsal tepkisizlik halini de düşünmeme neden olduğu için haftada bir ailecek gerçekleştirdiğimiz “evde film izleme” etkinliğimizdeki film seçimim “Kadının Fendi” filimi oldu.

     Kadının Fendi, 1968 yılında Londra’daki (Dagenham) Ford Fabrikası'nda çalışan 187 kadın işçinin “eşit işe eşit ücret” talebiyle başlattıkları direnişi anlatan bir film. Direnişi yaşandığı dönemin ruhundan biraz kopuk anlatsa da işlediği konuyu seyirciye başarılı olarak aktarmasını bilmiş. Film, içeriğiyle ironik bir tezatlık oluşturan bir otomobil reklâmıyla başlıyor. Ford’un gücünün propaganda edildiği reklâmın ana unsuru tahmin edebileceğiniz gibi kadın bedenidir!

     Hemen ardından filmin konusunu oluşturacak tarihsel-rakamsal bilgiler verilerek konuya giriliyor. Bu bilgilere göre o dönemde fabrikada 55 bin erkek işçiye karşın 187 kadın işçi çalışıyor. Kadın işçiler otomobil koltuklarına kılıf dikiyorlar. Çalıştıkları mekân fabrikanın derme çatma bir bölümüdür. Film, mekâna dair çarpıcı tasvirleriyle daha başında kadın emeği karşısındaki hoyratlığı anlatmaya başlar.

    Herhangi bir politik bilinci olmayan kadınlar, en doğal halleriyle resmedilir. Patronları, sendika ve erkek sınıf kardeşleri onları dev çaplı üretim organizasyonunun en anlamsız zinciri olarak görürler. Fakat bu “anlamsız zincir” kendisi için sınıf olma yolunda attığı adımlarla o dev çaplı üretim zinciri içinde nasıl bir yerde durduğunu tüm çıplaklığıyla gösterir. Bu açıdan film kolektif işçi kavramının somut bir belgeselini de oluşturmayı başarıyor.

     “Makineciler” olarak adlandırılan kadın işçilerin direnişi, “vasıflı işçi” olduklarının kabul edilmesi talebiyle başlar. Bu talep doğrultusunda işyerinde örgütlü sendikanın temsilcileriyle fabrika yönetimi bir görüşme yaparlar. Görüşmeye usulen sendikanın işyeri temsilcisi kadın işçi ve daha sonra direnişin lideri haline gelen Rita isimli işçi de götürülür. Rita’nın gidişi kadın emeğinin sömürüsü konusunda duyarlılık sahibi olan sendikacının inisiyatifiyle olur. Görüşmeye işyerinde kadın işçilerle muhatap olan bu sendikacının yanı sıra sendika bürokratlarından Monty Taylor da katılır. Taylor sendika bürokrasisinin cinsiyetçi, bağnaz bir o kadar da kirli yüzünün temsilcisidir. Daha görüşmeye girmeden önce kadın işçilere içerde asla konuşmamaları, başlarını hep öne eğik tutmalarını salık verir. Film sendika bürokrasisinin sadece bu erkek egemen yaklaşımını teşhir etmekle sınırlı kalmaz. Taylor şahsında sendika bürokrasisi ve bir bütün olarak emek sömürüsü arasındaki dolaysız ilişkiyi de deşifre ederek ilerler.

     Bürokratik sendikacılığın o satılık yüzünü resmederken tabii ki sendikayla organik ilişki içinde olan ve asıl olarak sendika üzerinden yükselen İngiliz İşçi Partisi’nin ipliğini de pazara çıkarır. Yarattığı karakterleri canlı hayatın içinden resmederek derinleştirmeye çalışan film karakterleri tüm yönleriyle izleyicisiyle buluşturuyor. Filmin esas karakteri işçi lideri haline gelen Rita’dır. Rita evli, iki çocuk annesi, siyasal eğilimi olmayan bir işçidir. Fakat karakterini oluşturan temel çizgiler son derece tutarlıdır. Bu çizgilerden birini de sezgisel de olsa sınıfın bir parçası olduğu “bilinci” oluşturur. Bu sezgisel bilinç hayatın her alnında karşılaştığı eşitsizliklere duyduğu tepkiyle tutarlı bir nitelik kazanmıştır. Film bunu seçtiği çarpıcı “ayrıntılarla” çizer. 

     Hayatın doğal akışı içinde karşılaşılan bu çelişkilerle doğal bir sınıf öfkesine sahip olan Rita fabrika yönetimiyle yapılan o görüşmede sendika bürokratı Taylor’un “tembihini” dinlemeyerek kendi inisiyatifini koyarak eşit işe eşit ücret ve vasıflı işçi sayılma direnişini başlatır. Filmi merak edip izlemeniz için daha fazla anlatmıyorum.

     Ancak  Kadının Fendi tüm bu direniş sürecini hem sendika bürokrasisi, hem patronlar ve hem de erkek işçiler ve kadınların eşleri üzerinden aldıkları tepkileri de bize aktarıyor. Ezilen cins olarak kadın sorununu hem üretim, hem toplumsal hayat içindeki “sistem” açısından yerini başarılı bir bütünlük oluşturacak şekilde ele alan Kadının Fendi filmi izlenmeye değer bir çalışma. Ömer Fethi Üstada filmi izlememize neden olduğu için teşekkür eder, siz değerli okurların da izlemesine vesile olursa ne mutlu bize derim.

                                                                                                             

    Kadının Fendi– We Want Sex – Made in Dagenham
    Yapım Yılı – Ülke – 2010 – İngiltere
    İlk Gösterim Tarihi – 24 Haziran 2011
    Tür – Biyografi, Dram, Komedi
    Yönetmen: Nigel Cole
    Senaryo: William Ivory
    Oyuncular: Sally Hawkins, Bob Hoskins, Andrea Riseborough
    Süre – 113 Dakika