TÜRSAB yetkilileri ziyaretime gelip yöresel lezzetlerin tadılacağı “Gurme Vagonu” projesinden bahsedince dikkat kesildim. Niğde’yi de içine alacak olan taslak tur programı heyecan vericiydi. Hazırlanan programa göre Kayseri-Adana arasında sefer yapan Erciyes Ekspresi’ne yemekli vagon ilâve edildikten sonra her ana istasyonda o yöreye ait lezzetler sunulup yolculara seyahat boyunca muhtelif ikramlar yapılacaktı. Trenin hareketinden son durağa kadar kadim tadıcılar ile sonradan gurmeler Toros tünellerinin birinden girip birinden çıktıktan sonra muhteşem Varda Köprüsü ile Belemedik manzaralarını seyrederek Adana’ya kadar yolculuk edecek, yol boyu ha bire yiyip içmekten mide fesadına uğramadılarsa orada son noktayı koyup zırh kebabı ile hakiki şalgamın dibine vuracaklardı. Trenlerin yemekli vagonlarını özleyenlerin gözüne, gönlüne ve midesine hitap edecek nostaljik bir tur olacağı aşikârdı.
Bir taraftan üstadın anlattığı tur programını heyecanla dinliyor diğer taraftan da Niğde tren istasyonundaki anılarım hatırıma geliyordu. İlkokul yıllarımın sömestr tatillerinde İstanbul’a trenle gitmek için büyük heyecan duyardım. Kimi zaman yataklı vagonda kimi zaman ise altı kişilik kompartımanda yolculuk ederdik. Buharlı lokomotiflerin son yıllarıydı. Katar yaklaşırken önce düdüğü duyulur, ardından kapkara dumanlar arasında yaklaşan şimendifer görünürdü. İstasyon binası ve çevresi özellikle yaz aylarında Çukurovalı yaylacıların sarı sıcaktan kaçmasıyla pek kalabalık olur, katar perona yanaşınca vagonlara hücum edilirdi. Sandığın sepetin yerlerine yerleştirilip trenin hareket etmesiyle beraber tanışma ve ikram faslı başlar, ilerleyen saatlerde sohbetler koyulaşır, yolcular birbirleriyle kaynaşırdı. Uyku vakti geldiğinde kondüktörün dağıttığı çarşaflar serildikten sonra kompartıman asker koğuşu hâlini alır, vagonun tıkırtısıyla katarın sarsıntısı uykuya dalmayı hızlandırırdı. Gece boyunca altı kişinin yellenmesi, horultusu birbirine karışır ama kimse şikâyetçi olmazdı. Yatma saatine kadar sohbet edilip tanışıldığı için kadın erkek tüm yolcular aynı ortamda uyumaktan rahatsız olmazlardı. Gecenin çat ayazında Anadolu bozkırı geçilip sabaha karşı Geyve Boğazı aşıldıktan sonra, puslu bir İstanbul sabahına uyanılıp mahmur gözlerle Haydarpaşa Garı’na ayak basılırdı.
O vakitler Vagon-Lit firmasınca işletilen yataklı vagonların önünde Fransız lejyon subayı kılıklı hareket memurları dikkatimi çekerdi. 1.sınıf tarifesi uygulanan yataklı vagonların kırmızı kadife döşeli kompartımanları belli bir saatten sonra rahat döşeklere dönüştüğünde yolculara muhteşem bir konfor sunulurdu. Bu sınıfın kuşetliden farkı, tek kişilik veya aileye mahsus olması, içinde de genellikle pisuvar olarak kullanılan bir lavabonun bulunmasıydı. Tren hareket eder etmez kapıları tıkırdatan kondüktörler yüklüce bir bahşiş alamazlarsa sabaha kadar kapıyı tıkırdatmaya devam edip yolcunun bir ihtiyacı olup olmadığını sorar gibi yaparlardı.
Yemekli vagon ise bambaşka bir keyif mekânıydı. En âlâsından alakart menüler iştahımızı kabartsa da yolluk olarak; haşlanmış yumurta ile kuru köfte atıştırdığımızdan yemekli vagonda çoğunlukla barbunya pilâki veya patates kızartmasıyla geçiştirirdik. Restoran vagonunda jilet gibi giyimli, 1960’ların Yeşilçam filmlerinden fırlamış ince bıyıklı, saçları biryantinli garsonlar hizmet ederken demciler muhabbete dalar, icabında masalar paylaşılır, dostluklar kurulurdu. Gecenin ilerleyen vakitlerinde sohbetler derinleşir, yemek sonunda irtibat bilgiler alınıp verilir, o güne kadar bir kez bile karşılaşmamış olanlar sanki kırk yıllık dostlarmışçasına birbirlerine sarılarak ayrılırlar, hatta masanın hesabını ödemek için yarışırlardı.
Trenlerden yemekli vagonların kaldırılması ya da sadece çerez, tost, cips satılan kafeteryalara dönüştürülmesi kararı, kolektif yaşamdan bireyselliğe evrilmemizi hızlandırmakla kalmadı, hem yolculuk edip hem de ağız tadıyla yemek yeme zevkimizi ve spontan dostlukları da bitirdi. Bilumum seyahatlerde kimse kimseyle sohbet etmez oldu. Günümüzde ortakulağa kadar sokulu bluetooth kulaklıklar insanı çevresinden soyutlayıp iyice içine kapanmasına yol açıyor.
Uzunca bir dönem yolcu taşımada geri plâna itilmiş olsa da demiryollarımız son senelerde sürat ve hizmet kalitesi anlamında oldukça üst seviyeye çıktı. Özellikle Doğu Ekspresi turları sosyal medyanın da etkisiyle yok satar oldu. Demiryolu idaresi bu hat için özel turistik seferler başlattı. Muhtelif internet mecralarında yataklı vagonda yün çorap, kalp şeklinde pasta, küflü peynir, bitter çikolata, kadeh, üzüm suyu, pekmez ve şıra-şerbet fotoğraflarını gören genç arkadaşlar bu romantik seyahatlere yoğun ilgi gösterdiler. Tren biletleri aylar öncesinden tükendiğinden tur firmaları ellişer yüzer kişilik koltuk kapatmaya başladılar. TCDD buna benzer karşılıklı seferleri yetmişli yılların başında Yayla Treni adı altında Niğde-Adana-Ceyhan hattında hizmete sokmuştu. Zamanla Niğdeliler bu trene Boğa Treni adını taktılar. Bunun nedeni, ailelerini hafta içi Niğde’de bırakan yaylacı babaların cuma akşamları bu trenle Niğde’ye gelip, pazar akşamları da Adana’ya dönmeleriydi. Aynı hat üzerinde bir de Otoray denen kendinden motorlu tek vagonlu bir vasıta işler, Niğdelileri Adana’ya, Adanalıları Niğde’ye taşırdı.
Edebiyatımızın anıt isimlerinden Reşat Nuri Güntekin, 1950’lerin başında yayınlanan Anadolu Notları adlı kitabının Otoray Yolculuğu adlı bölümünde Otoray’ı kendine has üslûbuyla şöyle tanımlıyor: “Otoray, görünüşte yirmi otuz kişilik büyücek bir otobüs. Fakat ikisi arasında âdeta nalınlı adam ile patenli adam farkı var. Otobüsün mütemadiyen taşla toprakla boğuşmasına mukabil otoray cilâlı çelik raylar üstünde yağ gibi kayıyor.”
Tüccar İstiklâl Göncü üç dört ayda bir mal almaya İstanbul’a trenle giderdi. Bu yolculukların birinde kuşetli vagonda karşısına efendiden bir zât oturdu. Sohbete başladılar. Göncü: “ Beyefendi ne işle iştigâl ediyorsunuz” diye sordu. “ Okuyucuyum efendim” diye cevapladı kibar adam. Göncü: Hangi camidesiniz hocam ? diye sordu. Yok efendim ben şarkı okurum adım Abdullah Yüce! “Bu ne sevgi ah bu ne ızdırap” şarkısının bestekârı meşhur sanatçı Abdullah Yüce’ydi Göncü’nün karşısındaki yolcu… Adana’da gazino programı yapmış, İstanbul’a dönüyordu. Yataklar hazırlanana kadar lâfın belini kırdılar.
Bu kadar tren edebiyatından sonra;
Niğde garından bir tren kalkar
Hasret yüklü, kasvet yüklü
Gurur yüklü, onur yüklü
Bu trenin yükü vatan
Bu trenin yükü bayrak
Bu trenin yükü gurbet
Bu trenin yolcusu
Dalga dalga dağılır yurdun her bir yanına…
Diyen ve davudî sesi her dâim kulaklarımda olan değerli şair, gönül adamı Hüseyin Kirişçi ağabeyimizi de bu vesileyle saygı ve rahmetle anıyorum.