Çocukluğumun kahramanlarından birini daha ebediyete yolculadık…
Sabahın seherinde telefonuma düşen mesajda, Hayati amcam; “Halil Enişte’yi kaybettik” diyordu…
Halil Çanakçı, ben 1977-80 yılları arasında 23 Nisan Havacılar İlkokulunda okurken müdürümüzdü…Beni de evlâdı gibi sever, korur ve kollardı. En azından ben öyle düşünür, kendimi ayrıcalıklı gördüğümden kimi zaman haytalığın dozunu kaçırırdım.
Yetmişli yıllar, mahalle savaşları, taş, sapan ve sopa dönemiydi. Çocuklar da büyüklere bakarak birbirleriyle dalaşırlardı. Karışık ve sevimsiz bir dönemden geçiyorduk. Sokaklarda nümâyiş vardı, kavga vardı, akşam siyah beyaz televizyonda vurdu-kırdı vardı. Okulda dayak, evde dayak vardı. Ve bunlar bize normal gelirdi. Biz de sınıfımıza yeni gelenleri önce sigaya çeker, kafamıza yatmazsa tenhaya götürüp sıkıştırırdık. “Yuvalı” dediğimiz Yetiştirme Yurdunda kalan, hırçın kız ve erkek arkadaşlarımız da bizi döverlerdi.
Bir gün yine hâl ve hareketlerine sinir olduğumuz bir çocuğu “okşamaya” karar verdik. Çeteyi toplayıp okul çıkışı arkadaşı kartopu bombardımanına tuttuk. Meğerse kartopunun birinde sivri bir taş varmış, çocuğun kafasına gelmiş.
Ertesi gün, hademe hışımla sınıfa girdi. Ne oluyor! demeye kalmadın kolumdan tutup müdüre götürdü. “Halil Hoca nasıl olsa bana kızmaz” diye düşündüğümden rahat bir tavırla içeri girdim. Hoca’nın yüzü asıktı. Odaya girer girmez hiddetle bağırmaya başladı. Olduğum yere çakıldım kaldım. Uzunca bir süre beni azarlayıp sağlam diskur çekti. İlk defa Halil enişteyi bu kadar sinirli halde görüyordum. Hoca haklıydı, velî haklıydı, arkadaşımız haklıydı. İşin dozunu kaçırmış, dayaklık iş yapmıştık. Halil Hoca yine babalığını yapmış, bana sopa atmamıştı ama o fırçadan, hayatımın dersini çıkarmış, sırtımı birilerine dayayarak zorbalık yapmanın marifet olmadığını anlamıştım.
Yaramazlıklarım okulla sınırlı değildi. Halamların Şehitler Mahallesi’ndeki bahçeli evi, coşkunluğumun tavan yaptığı mekânların başında gelirdi. Evin önündeki iki karık toprağın altını üstüne getirir, kadarakta oynar, erik dallarından dama geçer, türlü cambazlıklar yapardım.
Kendi evimizde yapamadığım tüm yaramazlık ve taşkınlıkları halamın evinde yapmaya gayret eder, hane halkının iflâhını keserdim.
Ağaçların çiçeğe durduğu güzel bir bahar günüydü. Okul çıkışı ödevlerimi bitirdikten sonra soluğu halamda almıştım. Meğerse o gün kabul günüymüş. Konu komşu, akraba-taallugat bahçede oturmuş, kısır, mısır yiyorlardı. Usulca evin cümle kapısını kapatıp bir güzel kilitledim. Anahtarı da bahçeye gömdüm. Kimseye bir garezim yoktu. Neden böyle yaptığımı hâlâ çözemesem de eşek şakasına eşdeğer bir hareket olduğu kesindi.
Kapının kilitli olduğu anlaşılınca kadınlarda bir hareketlenme oldu. Bu arada konu komşu, halamın başına toplanmış onu sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Halam sokurdanıyor ; “Gözü dönesice”, “ocağı batasıca” kabilinden beddualar ediyor, “ocakta çay vardı yetişin gıı!” diye sayıklayıp duruyordu. Daha fazla dayanamayıp teslim oldum. Anahtarı bahçeye gömdüğümü itiraf ettim. Kabul gününe gelen şıkır şıkır hanımlar, çapa, keser ve kazmalarla tüm pırasıtı bellemeye koyuldular. Halil Hoca’nın diktiği tüm kıska ve domates sitilleri de berhevâ oldu. Sonunda anahtar bulundu, kapı açıldı ve kaynaya kaynaya iyice kararmış olan çaydanlığın altı da söndürüldü. Halam sakinledi, ben de ufaktan sıvıştım.
İlerleyen günlerde bahçeyi düzenlediler. Halil Enişte’ye bu olayı çok sonra aksettirdiler. Enişte, olayın üstünde durmadı, o muhteşem hoşgörüsüyle buna güldü geçti….
O, bir dava adamıydı. Özü sözü birdi. Sertti ama mertti. Kalender mizaçlı, prensiplerinden asla ödün vermeyen, sağlam karakterli biriydi. Olayları son derece kapsamlı tahlil eder, gelecekle ilgili isabetli tahminlerde bulunurdu. Uzun yıllar particilik yapmış, pek çok genç politikacının da akıl hocası olmuştu.
1964 senesinde annemle babamın nişan törenlerinin olduğu gün Halil Enişte eve faytonla gelen misafirleri kapıda karşılamış ve faytoncunun parasını da ödemişti. O vakitler beygir arabası 5 kuruşsa, fayton 25 kuruştu. Hoca’nın bu hareketi tam bir centilmenlik örneği olarak aile kayıtlarına geçmiş, damat sıfatıyla fevkalâde puan toplamıştı.
Halil Çanakçı, emekli olunca eve kapanmadı, kulüp ve parti işlerine ağırlık verdi. Şehrin dinamiklerini ve seçmen eğilimini iyi bildiğinden, seçim sonuçları hakkında isabetli tahminler yapardı. Parti teşkilatının âkil adamı; “Halil Abi” si olmuştu.
Tüccarlar Kulübü müdavimiydi. Kahvehane kültürü de epey gelişmişti. Tüm kağıt ve taş oyunlarını bilir, tavla, dama ve satrançta onu az kişi yenebilirdi.
1987 senesinin Şubat ayında İstanbul’a gelmişlerdi. O sene, yurt genelinde emsali görülmemiş bir kış yaşandı. Okullar iki hafta tatil oldu. Eve kapanıp çeşitli oyunlarla hoşça vakit geçirdik. Halil Enişte ile, bildiğimiz tüm kağıt oyunlarını oynadık. Bilmediklerimizi de sabırla öğretti, sağlam oyun çevirdik.
Hoca; çocukla çocuk, büyükle büyük olmayı iyi becerirdi. Hem köy çocuğu, hem de salon adamıydı. Espri yeteneği gelişmişti. Konuşurken arada bir karşısındakini inceden tiye alırdı. En önemli özelliği, güler yüzlü olması ve karşısındakini dinlemesiydi.
Dirayetli bir eğitimci, adil bir idareciydi. Liderlik vasfı onu meslek hayatında daha çok yönetici olarak tanınmasını sağladı. Narköy ve Hançerli’de başladığı öğretmenlik kariyerini Fatma Nezahat İlkokulunda devam ettirdi. Ardından müdürü olduğu 23 Nisan Havacılar İlkokulunun yeni binasına kavuşmasında büyük gayret gösterdi. Binanın yapımını Hava Kuvvetleri üstlendi. Zamanın Hava Kuvvetleri Komutanı hemşehrimiz Emin Alpkaya ile Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan hoca açılışı teşrif ettiler. Çanakçı, o gün devlet ricalini en üst derecede ağırladı.
Memleket o seneler bayağı karışıktı. Gün oldu siyâsi çalkantılar onu İstanbul’a sürükledi. Fakat bu tayine morali hiç bozulmadı. Bir yıl İstanbul’da öğretmenlik yaptıktan sonra tekrar Niğde’ye döndü. Halamların İstanbul macerası ayrı bir yazı konusudur.
İstanbul’dan döndükleri sene, Halil Çanakçı, 23 Nisan Havacılar İlkokulu’nun ülke çapında tanınmasını sağladı. Voleybola verdiği destekle okul takımı, minikler dalında Türkiye ikincisiliğini kazanmış, bu başarı ulusal basında günlerce haber olmuştu.
Çocukları hayırlı çıkmaya çıktı ama Allah (cc) ona dünyanın en iyi gelin ve damadını verdi. “Baba, baba” diyerek etrafında dört döndüler. Kimi yastığını yerleştirdi, kimi pabucunu çevirdi. Torunu tosunu, hatta torununun çocuğunu görecek kadar uzun yaşadı. Gün geldi vade doldu, Halil hocamız Hakka yürüdü…Böylece ”Çanakçı Efsanesi” boyut değiştirdi.
Allah Rahmet Eylesin.