Günümüze dek insan haklarının evriminde iki önemli atılım öne çıkar: Biri işkencenin kaldırılmasına yönelik girişimler, diğeri ve daha da önemliyse köleliğin tüm dünyada kaldırılması. Ancak günümüzün demokrasi beşiği, özgürlük ilhamı olan Avrupa kıtasında kölelik defterinin hiç kapanmadığı ayan beyan ortada.

Çünkü çoğunluğunu Afrika’nın ve Asya’nın yoksul ülkelerinden göç edenlerin oluşturduğu, gelişmiş ülkelerde ‘yasal prosedürün dışında yaşayan kâğıtsızların’ durumu tam olarak köleliğin modern zamana uyarlanmasına tekabül ediyor.

Hiçbir hakları, yasal destek alabilecekleri merciler, kendilerine açık destek veren kuruluşlar ve arkalarında duran tek bir uluslararası güç yok. Buna ek olarak bir de omuzlarında ‘kaçak’ olarak yaftalanmış son derece utanç verici bir yük var. Herhangi bir ayrımcılığa uğradıklarında veya çalışıp haklarını alamadıklarında şikâyet edebilecekleri merciler olmasını bir kenara bırakın, hastalandıklarında yararlanabilecekleri sağlık imkânları dahi yok. Çünkü Avrupa’da hiçbir belgesi olmayan yabancıları sağlık kuruluşuna alıp tedavi etmek çok ciddi bir suç ve doktorlar kendilerine gelen bu kişileri ‘Yabancılar Polisi’ne bildirmek zorunda. Aynı şekilde deniz üzerinde kaçak göçmenleri taşıyan bir bot veya sal devrildiğinde de bu kişilere yardım edip ölmekten kurtarmak suç. Hem de büyük suç! 

20 milyon modern köle
Üstüne üstlük seslerinin hiç çıkmaması da gerekiyor. Çünkü bir de sınırdışı edilme tehlikesi var ki işte bu endişe nedeniyle kader, bu insanlar için ağlarını daha da acımasızca örüyor. Bundan ötürü haklarını arayabilmeleri mümkün değil. Bir anlamda bağımlı oldukları insan kaçakçıları tarafından da bu insanlar, Avrupa ülkelerinde seks endüstrisi, hizmet sektörü, inşaat ve özel ev işlerinde zorla çalıştırılıp istismar edilmeye, her gün daha çok ezilmeye mahkûm haldeler. Berlin’de 1 euroya kahve bile içilemezken bu ücret karşılığında 18 saat çalışmak zorunda kalan Etiyopyalı, Zürih’in dondurucu soğuğunda modern plazalar çevresinde çöp toplayan Sri Lankalı, Paris’te 100 metrekarelik evlerde 20’şer kişi kalan Kamerunlu modern kölelerin sayısı hiç de az değil.
Üzerlerine doğrultulan hukuki bir silah olan sınırdışı tehdidi sürdükçe de modern çağın köleleri olarak yaşayan bu insanlar, insan ticareti ve zorla çalıştırma deyince de akla gelen ilk kesim olmaya devam edecekler.
Çağımızdaki bu utanç abidesi bundan ibaret değil: Dünyada kürek mahkûmu gibi çalıştırılan yaklaşık 20 milyon modern kölenin yüzde 55’ini kadınlar oluşturuyor. Gittikçe dişilleşen göç olgusunun bir sonucu da olan bir durum, hassas gruplara destek olmak konusunda çağımızın ne durumda olduğunu açıkça gösteriyor. Ayrıca kendilerini sömürenlere milyarlarca dolar kazandıran modern kölelerin yüzde 40 ila 50’sini de 18 yaş altındaki çocuklar oluşturuyor. Sahi, BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin üzerinden kaç yıl geçmişti? 

Yunan sınırında
Maruz kaldıkları muamelelerin en acı örneklerinden biri de geçen günlerde hemen yanı başımızda yaşandı. Dehşet verici olayda insan kaçakçıları, Yunanistan’a götürmek için sınıra getirdikleri mültecilerden yüzme bilmeyenleri ve kucaklarında bebek olan kadınları dahi Meriç Nehri’ne zorla atarak karşıya geçmeye zorlamaları neticesinde 3’ü çocuk 16 kişi hayatını kaybetti. Daha bu olayın sarsıntısı geçmemişti ki birkaç gün önce de biri hamile üç mültecinin daha cesedi bulundu. Çağımız insanının duyarlılığının ve dayanışmasının gömüldüğü bir mezardan ibaret olan Türk-Yunan sınırında yüzlerce cansız mülteci bedeni her gün çığlık atıyor.

Durum ortada. Ancak bütün bu gayri-insani koşullara karşın bu insanlar yine de göç etmek zorundalar. Geçen günlerde açıklanan Uluslararası Göçmen Teşkilatı’nın (IOM) yıllık raporunda, 2050 yılında dünyadaki göçmen sayısının 400 milyona ulaşacağı belirtiliyor. Bu sayının çok büyük kısmı da zorunlu olarak göç edenlerden, yani yerinden olanlardan oluşuyor. 

Avrupa’nın yeni ortağı Kaddafi
Göçmenler, mülteciler modern köle düzeninde can çekişse de son dönemde kıyamet senaryolu gibi göç politikalarının yürütüldüğü Avrupa kıtasında mülteciler konusunda tam anlamıyla taşeron ülke bulma telaşı var. Avrupa Birliği, kısa vadede bazı ülkelere belli bedeller ödeyerek o ülkenin bir nevi kapı bekçisi olmasına çabalıyor.
 
Avrupa’nın yeni ortağı ise Libya’yı yıllardır demir yumrukla kölelik düzeninde yöneten karikatür dergisinden sıçramış bir karakterden farksız, Afrikalı Muammer Kaddafi. Onun mülteciler konusuna yaklaşımını ise şu sözleri açıkça dışa vuruyor: “Aç ve cahil Afrikalıların istilası karşısında beyaz ve Hıristiyan Avrupalıların nasıl tepki vereceğini bilmiyoruz. Avrupa ileri bir kıta olarak devam edecek mi yoksa barbarların işgalindeki gibi parçalanacak mı?” Delilik derecesindeki bu ahlakdışı sözleri, bir grup takım elbiseli Avrupalıyla bir otel lobisinde sohbet ederken değil geçenlerde AB ile yasadışı göçü engellemesi karşılığında milyonlarca euro alacağı anlaşmayı imzalamadan hemen önce pazarlığı kızıştırmak ve karşı tarafın anlaşmadaki tereddütlerini gidermek için sarf etti. 

Avrupa değerleri çıkarlara yeniliyor
Nereden bakarsanız bakın bu ortaklık buram buram ikiyüzlülük kokuyor. Avrupa Birliği’nin Kaddafi’den hem de insan hakları konusunda medet umması utanç verici bir sahtekârlık değil de nedir? Kaddafi’nin düzeni, bırakın mültecileri korumayı, sürekli mülteci yaratan bir düzen. Avrupa, Kaddafi’den medet ummak yerine, mültecileri Kaddafi’den kurtarmaya kafa yormalı.
Son olarak da şunu ifade etmek gerekir ki, esasında Avrupa, değerleri ile çıkarları arasında bir tercih durumunda kaldığında tıkanıp kalıyor. Bu ikircikli durumda da aksine yönde çabalayanların tüm çabalarına karşın, daima ülkelerin kısa süreli çıkarları galip geliyor. Mültecilerin, göçmenlerin, kâğıtsızların kaderi hepimizi ilgilendiriyor. Amin Maalouf’un dediği gibi: Kaderimiz bir.