İnançlı insan, güçlü, kuvvetli, sabırlı, azimli, kararlı ve başarılı olur. Ondan hiç kimseye zarar gelmez. Tam tersine, inançsız insan ise korkak, pısırık, çekingen ve hayırsız insandır. Onun, ne zaman, ne yapacağı belli olmaz. İşte bu noktadan hareket ederek bazı konuların üzerine basa basa durmak istiyorum.
Yaptığım araştırmaya göre, eski çağlardan beri hastaların muayene ve tedavi edildiği yere hastane adı verilmektedir. Bunun ilk uygulamaları da insanlık tarihi kadar eskidir. O dönemlerde hastaneler hem tapınak, hem eğitim, hem askeri kışla olarak hizmet vermekteydi.
M.Ö Hint, İran ve Mısır’da, daha sonraları ise Roma ve Yunan medeniyetlerinde bu tip uygulamalar sıkça görülmektedir. Eski Yunanlılar hastalar için yaptıkları tapınaklara “Sağlık Tanrısı Asklepios”un ismini vermişlerdir. Tıp ilminin önde gelen ismi Hipokrates ise hastalarını İzmir Bergama’da bulunan “KOS” tapınağında tedavi etmiştir. Burada mermer sütunlu, süslü tünellerden ilahi söyleyerek geçerlerken; duvarların içinde şırıl şırıl akan su sesi ve tavandaki gizli gözetleme deliklerinden yapılan moral telkinleri ve şifalı sularla birlikte alınan afyonlu ilaçlar neticesinde hastalar tedavi edilmekteydi. Aynı zamanda, burada bulunan kütüphane, tiyatro ve eğlence yerlerinde insanlar huzur bulurlardı.
Türk-İslam Tarihinde ise hastane, cami, okul ve ordugâh toplumun ortak değerleridir. Hiçbir zaman camiye gelenlere “Sen Arapsın, Kürtsün, Lazsın, Çerkezsin, Yunanlısın, Almansın” diye ayrım yapılmazdı. Burada eğitim kurumu olan okul, Peygamber ocağı olarak bilinen ordu ve Hipokrat yemini yapan doktorların hastanesi de bu ölçülere uymakta ve tüm insanlığa hizmet vermektedir.
İslam dini ise insanlara en çok önem veren, en son ve en mükemmel dindir. Bu dine göre insan kutsal bir varlıktır. Yüce Allah (c.c.); “Biz insanoğlunu en güzel bir biçimde yarattık” diye buyurmakta ve onların bazı meleklerden daha üstün olduğunu ifade etmektedir. Çünkü bir takım kimseler camiyi, okulu, hastaneyi, kışlayı farklı görmekte ve “bir kaşık suda fırtına koparmaktadır” Hâlbuki “Her nefis mutlaka ölümü tadacaktır” ve bundan kurtuluş yoktur. İslam’ın peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.); “Mezarlıkları sıkça ziyaret ediniz. Orada sizin için birçok ibretler vardır” uyarısında bulunmaktadır. Çünkü ölümü hatırlayan bir kimse Allah’a sığınır, O’na güvenir ve hatalardan uzak durur. Hırsızlık, ipsizlik, yolsuzluk yapmaz, banka soymaz, vergi kaçırmaz, hülasa adam gibi adam olur. İnanan kimse için “Kabirler, ya Cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da Cehennem çukurlarından bir çukurdur”. Bunun aksi ise gerçeklerden kaçmak, ölümden korkmaktır. Kışla – Mehmetçik – Şehitlik – Gazilik, İslam inancına göre en yüksek rütbe ve makamlardır.
Türkiye’de bulunan ecdat yadigârı camilerin avluları, mezarlarla iç içedir. Niğde’mizde de bu böyledir. Paşa Camii, Dışarı Camii, Kığılı Camii, Alâeddin Camii, Dörtayak ve diğerlerinin bahçelerinde mezarlar yer almaktadır. İyi de neden bu camilerin, kışlaların, okulların bahçelerinde mezarlar yer almaktadır? Tabii ki ölüm hatırlansın diye. Çünkü ölüm, sonun başlangıcı ve bir gerçeğin ifadesidir. Özellikle Amasya ve Konya’da Darüşşifa, Kayseri’de Gevher Nesibe, Tokat’ta Pervane Hastanesi, İstanbul’da Süleyman’iye, Galatasaray, Top kapı, Zeynep Kamil Hastanelerinin bahçelerinde mezarlıklar yer almaktadır. Öyleyse ölümden korkmak ve kaçmak kurtuluş değildir ve asla “Güneş balçıkla sıvanmaz!”
Şu gerçek bilinmelidir ki, “Bu Dünya Ahiretin Tarlasıdır”. Kim bu dünyada ne ekerse, Ahirette onu biçecektir. Siz şimdiye kadar bir tarlaya arpa ekip de buğday hasat eden birine tanık oldunuz mu? Bu durum eşyanın tabiatına aykırıdır. Kesinlikle hiç kimse iyilik yapan mükâfatını, kötülük yapan da cezasını çekmeden öbür tarafa gitmeyecektir.
Aslında burada vurgulamak istediğim konu, gerçekleri çarpıtmadan ya da inkâr etmeden camiyi, hastaneyi, okulu ve kışlayı siyasi polemiklerden uzak tutmaktır. Korkmadan, çekinmeden polemiğe ve ayrımcılığa fırsat vermeden, el birliği, gönül birliği yaparak bu kutsal değerleri korumak boynumuzun borcudur. İnsanların doğumları ne kadar doğal ise, ölümleri de o denli doğaldır. Bütün bu anlattıklarım dikkate alındığında görülür ki, inançsız insanlar ölümden korkarlar. Ama “Korkunun ecele faydası yoktur”.