«Dünyanın neresinde bir toplumsal değişim yaşanıyorsa ya da böyle bir ihtimal belirdiyse, Amerikan verici istasyonları yeni toplumsal yapı hakkında derin kuşkular uyandırmak, kâr ve tüketime dayalı kapitalist sistemi ululamak için yoğun bir yayın bombardımanı yaparlar. Erik Barnouw’un hesabına göre, Birleşik Devletler Hükümeti’nin bu gayeyle yürüttüğü gizli iletişim faaliyetlerinin yıllık maliyeti 100 milyon doları bulmaktadır.»
Bu bilgiler 1970’li yıllara ait olduğunu söylersek bugünkü boyutlarını tahmin etmek bile zor olacaktır. Günümüzde insanlar medyanın zihin yönlendirmesinin o derece tesirindedirler ki artık düşünen varlık olmaktan çıkan insan, seyreden fakat düşünemeyen, düşündürülmeyen varlık olma durumundadır.
«Televizyonun karakteristiklerinden biri onu açmanız, ekrana ne gelirse seyretmeniz ve dipsiz bir pasifizm kuyusunun ışıksız karanlıklarına doğru kaymaya başlamanızdır. Bir süre sonra daha az düşünmeye, seyrettiklerini tartmamaya uzun lafın kısası şekerleme yapmaya başlarsınız.»
Dün bu şekilde açıklamalara yer veren Zaman Gazetesi’nin bugün, izah ettikleri o karanlık alanlara bizzat kendilerinin de girdiklerini insanların artık düşünen varlık olmaktan çıkarılmalarına, seyredip fakat düşünemeyen, düşündürülmeyen varlıklar olmaları yönünde emperyalist projelere alet olduklarını çok belirgin bir şekilde görüyoruz.
Geçmişte «Ya Rab şeytanın ve siyasetin şerrinden sana sığınırız» şeklinde Cenab-ı ALLAH’a (C.C.) yakarışta bulunan bu insanların, dinî yaşayışları yozlaşmış, ahlakî tavırları kuşku uyandıran, materyalist ve kapitalist kişi ya da siyasî topluluklarla aynı safta durup, aynı söylemlerle onlara benzeşmeleri, onlardan destek almaları veya onlara destek olmaları, Suriye’ye ya da Müslüman ülkelere yapılan emperyalist saldırılara övgüler yağdırmaları dikkatlerimizi çekiyor! Öyle ki iki güçlü pehlivan birbirleriyle mücadele ederlerken küçük bir çocuk her ikisinin de ayağını kaydırabilir diye veya iki dağ birbirleriyle çatışırken küçük bir çakıl – taş parçası ikisini de yerle bir eder örneklemesiyle Müslüman’ın Müslüman’la çatışmasının mahsurlarına dikkat çekenler bugün kendi ülkelerini komşu ve Müslüman ülkelerle çatışmaya itme yollarını aramaktadırlar. Bu durumda siyasetçilere yol göstermesi gerekenlere yol göstermek gibi bir durum karşımıza çıkıyor.
Yani Zaman Gazetesi’ni ve okurlarını İslâm dışı; dipsiz bir pasifizm kuyusunun ışıksız karanlıklarında görmek artık yadırganmıyor...
Size soruyorum «bu şekilde stratejisiz bir yönde, yörünge değiştirenler, ani bir değişimle ABD’ye övgüler yağdırmaya başlayanlar vatansever görüşlerini, ihlâslarını, önceki kimliklerini kimler için ve niçin fedâ ettiler?»
Bu şekilde yandaş medya adıyla anılan, yalan ve kasıtlı haberlerle beyinleri yıkayan hassasiyetlerini yitirmiş iletişim araçlarının türetildiği, sinsi metot ve yollarla bunların birer birer ele geçirildiği ; geçmişte söylediklerine, yazdıklarına ters düşen bu gazetelerin ve televizyonların kesin çizgilerle duygularımızı, inancımızı, millî birliğimizi dışlanarak, emperyalist dayanaklarıyla toplumumuzu ikiye böldükleri bir Türkiye’de ;
Kurban edilen ne ? Halkın onuru mu, insan hakları mı, özgürlüklerimiz mi, geleceğimiz mi, verilmeyen emeklilik haklarımız mı?
Olumsuzlukların, yolsuzlukların, cinayetlerin, terör olaylarının, soygunların, duygusuzlukların, maddî, düşünsel, ahlâkî, hukukî, dinsel iflasların ya da intiharların gizlendiği veya küçük manşetlerle bunların insanların gözlerinden kaçırıldıkları bir Türkiye’de ;
Kurban edilen Müslüman’ların geleceği mi, birlik ve beraberliklerimiz mi, duyarlılıklarımız mı, halkını, ülkesini düşünen Kaddafi gibi insanlar mı?
Emperyalist ülkelere peşkeş çekilen zenginlikleriyle, milletimizin problemleriyle, fakirlerin eziklikleriyle, açılım safsatalarıyla toprağa düşürülen şehitleriyle, can çekişen sağlık ve eğitim sistemleriyle, şekli, görünüşü, insanları, siyasî yapısı AKP yöneticileri ile, bunların destekçileriyle tanınmaz hale getirilen bir Türkiye’de ;
Kurban edilen onurlu siyaset mi, İslam’ın yüceliği mi, dürüstlük mü, İslâm’a güven duygusu mu, yaraltı zenginliklerimiz mi, kahramanlıklarımız mı, tarihimiz mi, ekonomimiz mi?
Bozulan, ticarethaneye dönüştürülen ; şuursuzca yükseltilen gökdelenenlerine camileri, türbeleri, dokusu ezdirilen, çirkinleştirilen, paylaşılan – bölüşülen köyleriyle, kasabalarıyle, şehirleriyle, nehirleriyle, doğal güzellikleriyle geçmişinden, tarihinden, özlerinden, asil yapısından, ecdadından, sanatsal ve edebî kimliğinden koparılan bir Türkiye’de ;
Göz göre gören bombasız, tanksız, topsuz – tüfeksiz içimizden alınan yörelerimizde kurban edilen bayramlar mı, bayramlara anlam kazandıran anılar mı, anılara kaynaklık yapan şehirlerimiz mi ?
Çıkarlarını, inançları üzerine oturtan, dinlerini pazarlayan, onurlarını ayaklarının altlarına alan, ülkesini, milletini, inancını, bayrağını, bayramlarını hiçe sayan insanlarıyla millî hassasiyetlerin, birlik ve beraberliklerin tartışılır hale getirildiği bir Türkiye’de ;
Kurban edilen kardeşliklerimiz mi, dostluklarımız mı, özlemlerimiz mi ya da beklentilerimiz mi?
Anayasa`nın 41. Maddesi’ndeki Ailenin Korunması’na dair ifadeye bakın : «Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.
Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar.» hükmünün binlerce kez AKP hükümeti tarafından bir çok hüküm gibi ihlâl edildiğini görüyoruz!
26 kişinin tecavüz ettikleri 13 yaşındaki bir kız çocuğunun haklarını koruyamayan; milletine hizmet eden, bilim güneşi Prof. Dr. Mehmet Haberal gibi vatansever insanları iğrenç bir şekilde terörist diye itham ederek hizmetten, hürriyetinden, ailesinden milletinden koparan bir hukuk sisteminin kurgulandığı bir Türkiye’de ;
Kurban edilen, ahlâkımız mı, inancımıza ait değerlerimiz mi, çocuklarımız mı, kadınlarımız mı, erkekliğimiz mi, asaletimiz mi, dik duruşumuz mu, mertliğimiz mi, yürekliliğimiz mi, adalet anlayışımız mı ?
İkinci evliliğini yaptığı eşi tarafından sürekli şiddet gören, boşanma aşamasında 3 kez savcılığa giderek koruma talebinde bulunan Müzeyyen Yanık’ın, kocası tarafından öldürüldükten 3 ay sonra polislerin koruma talebi için geldikleri ve bu gecikmeye sorumsuzluğa, vurdumduymazlığa hiç bir kimsenin cevap bulamadığı bir Türkiye’de ;
Kurban edilen emniyet mi, can güvenliği mi, aile hayatı mı, insan onuru mu, devlet mi?
Anayasa`nın 64. Maddesi’nin Sanatın ve Sanatçının Korunması : «Devlet, sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur. Sanat eserlerinin ve sanatçının korunması, değerlendirilmesi, desteklenmesi ve sanat sevgisinin yayılması için gereken tedbirleri alır.» hükmü de sanat eserine ucube denilerek, sanatçı aşağılanarak ihlâl edildi!
AKP yöneticilerinin tesis ettikleri bozuk düzen içerisinde yer ve köşe kapma ya da makam, mevki, para veya servet için, bu ortamı oluşturanlara hoş görünme uğruna, onurlarını, duygularını, inançlarını, annelerini, babalarını, ağabeylerini, ablalarını, akrabalarını, komşularını, dostlarını, sanatçılarını, sanat eserlerini ucube diye fedâ edenlerin, kul haklarını gözetmeyenlerin, aile bağlarını koparanların türetildiği, kapitalist düzenlerin bir ağ gibi kuşattığı ve farklılaştırılan bir Türkiye’de ;
Kurban edilen 02 Şubat 2011 tarihinde gazetelerde haberleştirilen ve huzurevine terkedilen sanatçı Behiye Aksoy mu, ya da bununla ilgili olarak Bülent Ersoy’un döktüğü gözyaşları mı, Adnan Şenses’in feryatları mı ? Bilâl İnci mi, Sami Hazinses mi? Mehmet Aksoy mu, onun emekleri mi?
Din adamlarının siyasetle uğraştıkları, dinimizle ilgili insanları yozlaştırdıkları ; siyasetçilerin hovardaca dinimizi kendilerine çıkar malzemesi yaptıkları, haçlılara övgüler yağdırarak, haçlılarla birlikte Müslüman’lara savaş açtıkları bir dünyada ;
Kurban edilen, Saddam Hüseyin mi, 2 milyon Müslüman mı, Amerikan askerlerince hunharca tecavüze uğrayan Müslüman bayanlar mı, yoksa küçük, körpe kızlar mı ? Afganistan’da, Pakistan’da, Suriye’de, Libya’da, Mısır’da velhasıl Müslüman ülkelerde kanları dökülen Müslümanlar mı?
Biz ALLAH rızası için konuştukça kulaklarını tıkayanlar, dinlemek istemeyenler siyaset ve çıkarları uğruna Ordumuzu, yurdumuzu feda etme noktasına getirilenler size sesleniyorum : «Bayramı hakettik mi ?»
Konya’da meydana gelen uçak kazasını (?!) diğer uçak kazalarıyla birlikte hiç düşünmek aklınızdan geçti mi?
Libya’ya bedava ev yapacaklarını açıklayıp, van deprem mağdurlarına parayla ev satmayı düşleyen halktan kopuk, milleti dışlayan Türkiye’yi sorunlar ülkesine dönüştüren bir hükümetle bayramlar bizden çok uzaklarda kaldı
AKP yöneticileri ve yandaşları devletimizin başında oldukları sürece denizlerinizde düşman gemileri, köylerinizde ajanlar, çevrenizde misyonerler, yüreğinizde acılar hiç eksik olmayacak ! Deniz Feneri sanıklarına üç aylık tutuklamayı çok görenler size yaşatacakları acıları az görerek zulümlerini artırmaya devam edecekler. Tüm Türkiye’yi doğu – batı, kuzey – güney ayırt etmeden kucaklamayanlar size asla dost olamazlar !
Müslüman olduklarını söyleyerek emperyalist ülkelere hizmet edenler, hayvancılığı – tarımı öldürenlere alkış tutanlar, Van depreminde sorumluluk üstlenmeyenler, Cumhuriyet Bayramını yasaklayanlara insanî tepki göstermeyenler, siyasetçilerin taşeronları olanlar, gerçeklere sırtlarını dönerek acıları ve sorunları görmezlikten gelenler, şehitleri, şehit ailelerini, evsizleri, yoksulları, gurbetçileri, kimsesizleri, ezilen kadınları unutanlar, size soruyorum bayramı hakettik mi?
Her şeye rağmen Mübarek Kurban Bayramızı yürekten kutluyor, gurbetten selam ve sevgilerimizi sunuyoruz.
Paris, 05.11.2011
Selam ve sevgilerimle.
Üzeyir Lokman ÇAYCI
Concepteur industriel - Architecte d'intérieur
İç Mimar – Endüstri Tasarımcısı
55, rue Louise Michel
78711 Mantes la Ville
FRANCE
------------------------------------------------------------
http://www.artmajeur.com/serap/
http://fr-fr.facebook.com/people/Uzeyir-Lokman-%C3%87ayci/100002998118127
------------------------------------------------------------
illustrations (Resim) : Üzeyir Lokman ÇAYCI