Resmi açıklama 217 bini kamplarda 1 Milyon 300 bini yurt sathına yayılmış mülteci gerçekliği ile yüz yüzeyiz. Resmisi bu rakamlara vardıysa resmi olmayanı varın siz düşünün. Yaşadığım il Niğde öteden beri ülkemize çeşitli yollardan giriş yapmış ve Birleşmiş Milletler (BM) Mülteciler Konseyi Ankara Bürosuna ulaşabilmiş mülteciler için geçici ikametgâh adresi ola gelmiştir.
Geçmişte İran/Afganistan uyruklu mülteciler yoğunluktayken bu günlerde Suriye ve Irak kökenli mülteciler çoğunluğu oluşturmakta. Özellikle IŞİD caniliğinin tırmandırılmasıyla Şengal/Musul/Ninowa bölgesinden canı derdine düşen insanlar kendilerine en yakın sınırlardan ülkemize giriş yapıp sığınma hakkı talep ediyorlar.
Sayıları 2 milyona yaklaşan Suriyeli ve kuzey Irak’lı göçmenler, varlıklarıyla savaşın aslında başka bir ülkede değil, bizzat burada, bu topraklarda ve toplumsal yaşamın hemen her alanında yaşandığını hatırlatıyorlar. Ülkemiz egemenleri ve siyasal temsilcilerinin ülkemizin cehenneme dönüşmesi üzerinden kurdukları hayallerin izdüşümünü onların varlıklarıyla hissediyoruz. Emperyalistlerin ve bölge gericiliklerinin iç içe geçen-karşıtlaşan hegemonya ve çıkar dalaşı denkleminin en altında kalıp ezilenlerin asıl olarak emekçiler olduklarını bir kez daha bizzat kendi yaşamımızda tanık olduklarımızla hissediyoruz.
Bir anda aklınıza gelebilecek her şeyini kaybetmiş olmanın ağır travmalarıyla sarsılmış bir halkın, canını buralara atmış kısmının sokaklardaki varlığı en başta onlar gibi emekçi ve yoksul olanları irrite ederken, devlet erkanı bu yeni kartını (toplumun zehirlenmesi için) denetimli bir şekilde taze tutmaya çalışıyor. İşçi ve emekçilerin işsizlik-yoksulluk-yoksunluk kırbacı altında ezilen varlıklarının nedenlerinden biri haline getirilerek yeni günah keçileri olarak düşünülen mülteciler geçici ikametgâhları olan şehirlerde toplumun “lanetlileri” olarak görülmeleri için sahipsiz bırakılıp “kaderlerine” terk edilmektedirler.
Savaşın en trajik sonuçlarıyla hemhal olan Suriyeliler ve Iraklılar, egemenler için sadece ırkçılığın kışkırtılmasında kullanılacak taze bir kart değiller. Onlar aynı zamanda işçi sınıfını bölmekte, çalışma koşullarını en alt düzeye çekmekte kullanacakları taze basınç unsuruna dönüşüyorlar. Cellâtların kendilerini sürdükleri yaşam kıskacında en tehlikeli, en güvencesiz çalışma koşullarına kolayca rıza gösterecek bu “çaresizler topluluğu”, bizzat kendi sınıf kardeşlerinin hedefi haline getiriliyorlar. Burjuvazi ve devletinin bu tablonun yaratılmasındaki baş rolleri unutularak "ekmeklerini küçülten" bir fazlalık olarak görülmeye başlanıyorlar.
Şu anda inşaat, mevsimlik tarım işi, temizlik, maden, deri... Gibi sayısız işkolunda kayıt dışı olarak istihdam edilen Suriyeli sayısı giderek çoğalıyor. Sömürücüler onlara normal bir işçinin aldığı ücretin neredeyse yarısına en tehlikeli ve pis işlerini yaptırıyor. Bununla da kalmayarak onların varlığı üzerinden sınıfın diğer bölüklerini kölece çalışma koşullarına rıza gösterecek bir kıvama gelmeye zorluyorlar. Sınıf içinde yeni bir gerilim unsuruna dönüşen Suriyeli işçilerin varlığı çeşitli illerde toplumsal patlamalar biçimini alıyor, bu patlamaların esas zemini olması gereken emek-sermaye karşıtlığı giderek belirsizleşirken, öne çıkan emek-emek karşıtlığı olmaya başlıyor.
Geçici olarak gönderildikleri illerde boğaz tokluğuna kölece çalışma koşullarını kabule zorlanan mülteciler insani yaşam koşullarından uzak en temel ihtiyaçları olan barınma-beslenme- sağlık ihtiyaçlarını karşılanmayan lanetli bir yaşama mahkûm edilmiş durumdadırlar.
Ekonomi cephesinde yaşanan tıkanmaların önümüzdeki dönemde yeni bir krizi tetikleyeceğinin beklendiği günümüz koşullarında, emekçi yığınlar içinde Suriyelilere karşı yaşanacak gerici patlama dinamiklerini gözeten özel bir çalışma yürütmenin tarihsel olarak kaçınılmazlaştığını bilmeliyiz. Emek ve demokrasi mücadelemiz artık bir de bu iç engelle dövüşülerek yürütülmek zorundadır. Zaten belirli etnik-bölgesel-mezhepsel ayrımlarla bölünmüş ülkemiz emekçi sınıfının bir de göçmen / mülteci işçiler üzerinden ayrıştırılması, var olan milliyetçi birikimin bu gerçek üzerinden diri tutulmaya çalışılması tüm ezilenler açısından cehennemi koşullara bir adım daha atılmasıyla özdeştir.
STKlar Demokratik Kitle Örgütleri, sendikalar, siyasi partiler kendi illerinden başlayarak şehirlerimize gelen mülteciler için kolları sıvayıp insani yaşama koşullarına kavuşmaları için gerekenleri ivedi olarak yapmalıdırlar.