Büyük bir kandırmaca olduğu hepimizce bilinen sınav maratonu en azından bir bölüm gencimiz için bir kaç ay daha sürecek. Ancak biz eğitim emekçileri çok iyi biliyoruz ki Temmuz ayına kadar hemen her hafta sonu değişik adlar altında yapılacak sınavlar, o sınavlara girenler ve aileleri için trajedi olmaya devam edecek.
Sıralama seçme ve yerleştirme amaçlı olduğu iddia edilen ve adına “sınav” denilen bu ucubenin sonuçları; ekonomik sistemin yarattığı toplumsal travmaların ve eşitsizliklerin her geçen gün daha da derinleştiği bir ortamda eğitim sisteminin de geldiği tükenmişlik tablosunun bir göstergesi niteliğindedir. Toplumsal ve tarihsel belleğimize her yıl yeniden yazılan bu sonuçlar kader gibi görülmeye devam ettikçe sonucun değişmeyeceğini dosdoğru söylemem gerekiyor. Evet, sınav sisteminin özüne dair sahici bir sorgulama yapılmadıkça bu kandırmaca sürecek, sınav maliyetlerinin ailelerin bütçeleri üzerinden yarattığı katma değer aile bütçelerine artçı depremler yaşatmaya, egemenlere de kar olarak servetlerine servet katmaya devam edecek gibi görünüyor.
ÖSYM Başkanının geçmiş yıllarda yaşanan kopya iddialarının gölgesinde yaptığı açıklama, “sınav sonuçlarını çok kısa bir sürede ilan etmek ve kopya şüphesi uyandıracak hiçbir girişime izin vermeyecek ve güven duyulacak bir sistem kurduklarını” övüntüsüyle yaptığı açıklamalar kendini ve kurumu aklama çabası olarak okunmalıdır. ÖSYM Başkanı sınav üzerine herhangi bir sosyolojik değerlendirme yapmaması bence oldukça manidardır. Oysa milyonları etkileyen bir olayın sonuçlarının sosyal ve niteliksel yönüne ilişkinde analizlere yer vermesi eğitim bilimleri etiği adına bir gereklilikti.
ÖSYM Tarafından yapılan açıklamalardan, bol tablolu sunumlardan ve istatistiksel verilerden çıkan sonuçları eğitim emekçisi gözüyle yorumladığımda; İlk sıralarda yer alan öğrencilerin fen, özel fen, sosyal bilimler, öğretmen ve Anadolu liselerinden çıktığını, özel, genel, sağlık, teknik ve imam hatip liselerinin orta sıralarda, meslek ve endüstri meslek liselerinin alt sıralarda yer aldığı tespiti kolayca görülmekte!
Sınavlara en çok öğrencisi giren 25 lisenin ilk sıralamasına bakıldığında ise ilk sırada genel liseler, ikinci sırasında Anadolu Liseleri, üçüncü sırasında endüstri meslek liseleri, dördüncü sırasında kız meslek liseleri, beşinci sırasında ticaret meslek liseleri, altıncı sırasında ise imam hatip liselerinin yer aldığını görmekteyiz.
İlk ve son on il içine giren il sıralamalarında geçmiş yıllardan farklı bir değişikliğin olmadığını, sınavsız geçiş için yapılan başvuruların sayısının geçmiş yıllara göre azaldığını, Sınava başvuran öğrencilerin 47.692’sının sınava girmekten vazgeçtiğini, sınavlarda dört testin en az ikisinde 61 bin adayın 0,5 veya üzeri ham puan alamadığını, bu sayının sınava başvuru yapmasına rağmen girmeyenlerle birlikte toplam sayının 110 bini bulduğunu net bir biçimde sergilemekte.
Daha vahimi eğitimin bir bütün olarak niteliğinin erozyona uğramasının bir yansıması olarak Fen Bilimleri ve matematik sorularının çözüm ortalamasının hem genel, hem de son sınıfta okuyan öğrenciler açsından son derece başarısız olmasını göstermesi bence çok önemlidir.
40 Soruyu; Türkçeden 809, sosyal bilgilerden 6, matematikten 2417, fen bilimlerinden 91 öğrencinin tam olarak cevapladığını, Türkçeden 200 bin, matematikten 1 milyon 200 bin, sosyal bilgilerden 500 bin, fen bilgisinden 1 milyon 390 bin adayın 10’nun altında soru cevapladığını göründe eğitimin niteliğin ne denli bir erozyona tutulduğunu kavramakta zorlanmıyoruz
Tüm adaylar ortalamasına baktığımızda adayların %13.60’nın (244.800 aday)140 puanın altında,%31,70’nin(570.500) adayın) 140-180 Aralığında puan aldığını, toplamda 815 bin adayın (%45,30) mülakata öğrenci alan 4 yıllık lisans programları dışındaki programlara yerleştirmenin yapılacağı LYS’ ye girmeye hak kazanmadığını üzülerek tespit ediyorum.
Diğer bir çarpıcı sonuç ise 180 ve üzeri puan alan adaylar arasında üniversite mezunlarının ilk sırada, üniversiteye devam edenlerin ikinci sırada, lise son sınıfta okuyanların üçüncü sırada, liseyi bitirmiş ancak herhangi bir yükseköğretim programına yerleşememiş olanların dördüncü sırada yer aldığını görerek her geçen yıl akademik öğretimin dışına yitilen genç nüfusunun artışını üzülerek izlemekteyiz.
Sözün özü özeti, YGS başta olmak üzere yapılan bütün eleyici ve sıralamaya dayalı sınavların sınıfsal kategoriler bakımından varsıllara avantaj yoksullara dezavantaj yaratan sonuç ürettiği görülüp, daha adil, eşitlikçi bir ekonomi ve eğitim politikası oluşturmak için örgütlü mücadelemizi yükseltmeliyiz.
Unutmamalıyız, sınırsız, sömürüsüz ve ebetteki sınavsız bir dünya mümkün. Yeter ki samimiyetle bu uğurda bıkmadan, usanmadan ve yorulmadan mücadele edelim.