Suriye savaşının ardındaki itici gücün ne olduğunu en başından belirmem gerekiyor. En temel itici etken bütün bir Orta doğunun emperyalistçe yeniden paylaşılması isteğidir.: Uluslararası finans kapitalin çıkarlarıdır. Emperyalist güçler eğer ganimetin paylaşımında söz sahibi olmak istiyorlarsa, katliamlarda da kendi üzerlerine düşeni yapmak durumunda olduklarını da bilmektedir.
Batılı kamuoyu nezdinde orta doğuda şiddeti giderek artmakta olan savaş görünürlükten çok uzaktır. Bunu, basın tarafından da kışkırtılan son eylemlerin ardından panik ve korku eşliğinde hızlı biçimde bazı önlemlerin hayata geçirilmesi için kullanılması göstermektedir. Batılı devletler genel akım medyasının IŞİD’in Paris,Ankara,İstanbul gibi metropollerde gerçekleştirdiği katliamlar üzerinden manşetlere taşıdığı orta doğu gerçekliğinde yeni paylaşım savaşının esamisi okunmuyor..
Bir bütün olarak batılı kamuoyu “teröre karşı savaş” bahanesiyle devletlerinin yaptığı savaş yığınağına ve harcamalarına ses çıkartamaz durumdadır Gerçekte kendi besleyip büyüttükleri kirli planları için her dönem hazır beklettikleri cihatçı selefi yapılanmaları Irak Suriye coğrafyasına tam hâkim olmak için yeniden cepheye sürenlerin kendileri olmadığını gizlemek için bin bir türlü dalavere yöntemini uygulamaya çalışıyorlar.
Gerçekte ise ABD ve müttefikleri önce illegal biçimde Irak’ı işgal edip harabeye çevirdiler ve ardından Pakistan da yetiştirip Afganistan a saldıkları el kaide artıklarını toplayıp Suriye’ye göndererek köktendinci-İslamcı grupları büyüttüler. Onların toplamından Suriye Başkanı Beşar Esad’a karşı savaşmakta olan IŞİD ortaya çıktı.
Paris, Ankara, İstanbul katliamlarını yöneten ve gerçekleştiren IŞİD’li caniler başta olmak üzere binlerce cihadcı gencin üç beş devletin sınırları geçerek Suriye de “savaşmaya” gidip gelmesi Avrupalı ve Türkiyeli istihbaratçıların yardım ve desteği olmadan mümkün görünmemektedir. (Reyhanlı, Suruç, Diyarbakır bombalı katliamları da de bu geçişlerin rahatlığı içinde gerçekleştirilmiştir)
Emperyalist güçlerin aldıkları önlemler yapılan saldırılara karşı bir reaksiyon değildir, aslında yıllardır mevcut olan planlarının hayata geçirilmesidir. Koalisyon güçlerinin Esad’a karşı yürüteceği son savaşı geciktiren yerine ne koyacaklarını bilmemekten kaynaklı bir gecikmedir. Cenevre 3’te aradıkları ve fakat bulamadıkları için tıkandıkları budur.
Çeyrek yüzyıldır emperyalist güçler ABD önderliğinde kesintisiz olarak orta doğu ve orta Asya eksenli savaş içerisindeler. Bir milyondan fazla insan öldürüldü ve milyonlarcası da sığınmacı konumuna düşürüldü. Suriye’deki rejim değişikliği dayatmasıyla milyonlarcasının batılı devletlere göç etmesiyle ucuz iş gücü potansiyelini artıran kapitalist ekonomiler durgunluk sarmalından çıkmanın yolunu çifte bulmanın sevinci içerisindeler.
En başta belirttiğim üzere burnumuzun dibinde yaşanan dünyanın yeniden bölüşümü ve sömürgeleştirilmesidir. Bütün eski güçler pay alabilmek için itişip kakışmaktalar. Suriye’deki çatışmaların merkezi orta doğunun petrol kaynaklarının yoğun olduğu bölgede bulunmakta, sıcak gelişmeler giderek Rusya ile Türkiye’nin dolayısıyla ABD’nin savaşına dönüşmektedir.
Bugünkü jeopolitik durum 2. paylaşım savaşı arifesinden beri olmadığı kadar gergin bir durumdadır. Mevcut ekonomik ve toplumsal sorunlara ilerici bir çözümü olmayan hâkim sınıf çözümü savaş ve talanda bulmaktadır. Onların bu çözümünü durduracak başta orta doğu halklarının vereceği antiemperyalist mücadele olmakla birlikte kendi ülkelerinin işçi sınıfı ve emekçileri başta olmak üzere bu yağma savaşına dur diyecek tüm duyarlı kitlelerin harekete geçerek kendi ülke yöneticileri üzerinde basınç uygulamaktan geçmektedir. Bu olmadığı sürece 914 kilometrelik kara sınır komşuluğumuzun bulunduğu bir ülkenin emperyalistlerce parçalanmasının sonuçlarını Ortadoğu halklarıyla değil emperyalist ağababalarla ve onların bölgedeki Katar, Suudi Arabistan gibi destekçileriyle oldum olası iyi ilişkiler ve hizmetler geliştirmiş olan Türkiye’yi nasıl derinden etkileyeceği bilelim.