Mustafa Kemal Atatürk, Millî teşkilâtın yayılması konusunda çalışmalarını sürdürmektedir. Müdafaa-i Hukuk örgütüne ve köylere kadar yayılmasını isteyen bir telgraf çeker. “…Bu pek hayatî ve mühim meseleye ivedi çare bulmak, vatanın geleceğiyle ilgili olan millî örgütü, sağlam esasa dayandırma amacıyla kolordu ve tümen komutanlarının ve askerlik dairesi başkanlarının bu mukaddes vazife ile doğrudan doğruya meşgul olmaları, bu yolda temasta bulundukları başkanlar ve mülkiye memurlarının vatansever yardımlarından azamî istifade etmeleri gereği karar altına alınmıştır.”
Heyet-i Temsiliye üyeleri ve bir kısım komutanların müşterek toplantısında da şunları söyler: “…Bu hükûmet yahut bir başkası, bizimle anlaşmaya yanaşmazsa bizim işimiz, teşkilâtımızı daha da güçlendirerek devam etmekten ibaret kalacaktır”
Öyle de olur. Teşkilatların güçlendirme çalışmaları hızla devam eder. Demirci Mehmet Efe Nazilli’den Atatürk’e yörede bulunan İngiliz Albayı ile görüşmesini bildiren telgrafında şöyle demektedir: “İzmir ve Aydın vilayetinde bir tek Yunan askeri kalmayıncaya kadar mücadeleye karar verdiğimiz, araya İngiliz ve Fransız kuvvetleri girmiş olsa bile silâh kullanmaya mecbur olacağımız evvelce kesin bir dille bildirildi. Karşımıza her kim çıkarsa çıksın vatanı kurtarmak için bundan başka sözümüz olmadığını, olamayacağını arz ederim, efendim.”
Millî teşkilatların güçlenmesi ile birlikte millî ordunun düzenli harekât kabiliyetine kavuşmaya başlaması İtilaf Devletlerinde rahatsızlığa neden olmaktadır. Fransız hükûmetinin Suriye temsilcisi François Georges Picot, Sivas’ta Atatürk ile gerçekleştirdiği görüşmede; “…Kilikya’ya doğru yürümekte olan millî ordularınızın bulundukları yerde kalmaları için derhal emir verirseniz her şey esasından halledilmiş olacaktır” uyarısında bulunur. Atatürk; “Fakat benden mümkün olamayacak bir şey istiyorsunuz! Milletin bağımsızlığı tehlikeye girdiği vakit millet, kendi ordularını kendi toplar ve yalnız bir hareket tarzı kabul eder. O da kurutuluş uğrunda sonuna kadar kanını dökmek! Eğer Kilikya’da Türk’ün bağımsızlığını almak gibi bir niyetiniz olmadığını gerçekten ispat edecek olursanız, bu orduların üzerinize yürüyerek sizinle muharebeye tutuşacaklarını zannetmem. Görüyorsunuz, istediğiniz şey gerçekten benim elimde değildir!” diyerek kestirip atar.
Vahdettin, 30 Mart 1919’da Sadrazam Damat Ferit aracılığıyla İngilizlere onursuz bir teklif sunmuştur. Bu teklife göre İngiltere, “Gerekli gördüğü yerleri 15 yıllığına işgal edebilecek; Sultan, Osmanlı bakanlıklarında gerekli görülen İngiliz müsteşarlarının tayinine izin verecek; her ile birer İngiliz konsolosu tayin edilecek; bu konsoloslar 15 yıl süreyle valinin yanında müşavirlik yapacak; Türkiye’deki seçimleri İngilizler kontrol edecek; İngiltere, Türk maliyesini çok sıkı kontrol etme hakkına sahip olacak ve doğu halkının anlayışına göre anayasa sadeleştirilecek” tir. Türkiye’nin koşulsuz bir İngiliz sömürgesi olmasını sağlayacak olan bu ihanet içeren teklife İngiltere’den bir cevap gelmez. Ancak, Vahdettin, İngiltere’ye yalvarıp yakarmaya devam etmektedir. Damat Ferit, 8 Eylül 1919’da İngilizlere Padişahın daha cazip bir teklifini sunar. İngilizler bu teklifi kabul ederler. Damat Ferit, Padişah Vahdettin’in temsilcisi sıfatıyla İngilizlerle 12 Eylül 1919’da bir “gizli antlaşma” imzalar. Atatürk bu “Türk-İngiliz Gizli Antlaşması” hakkında Nutuk’ta şu bilgileri vermektedir:
“12 Eylül 1919’da Sadrazam Damat Ferit ile İngiliz temsilcisi arasında imzalandığı ve az sonra padişahça onaylandığı ileri sürülen bir gizli antlaşma, Fransızlarca ele geçirilip yayınlanmıştır. Bu belgenin gerçekten var olup olmadığı üzerinde çok tartışılmıştır, ancak o sırada duruma ve hem İngilizlerin, hem de padişahın istek ve düşüncelerine çok uygun olduğu ve bunların kâğıt üzerine dökülmesinden ibaret bulunduğu için gerçek durumun bir ifadesi sayılabilir. (…)
Atatürk, gelişmeleri daha yakından izlemek ve yönetebilmek için 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelir. Yoğun bir çalışma sonucu hazırladığı “Misak-ı Millî’yi İstanbul’a gidecek olan mebuslara anlatır. Rauf Bey’e metni vererek bunun Meclis tarafından onaylanmasını ister. Ayrıca, kendisinin İstanbul’a gitmeyeceği için gıyabında meclis başkanı seçilmesini, Mecliste “Müdafaa-i Hukuk” grubu kurulmasını önerir.
Son Osmanlı Mebusan Meclisi 12 Ocak 1920’de toplanır. Meclis, Mustafa Kemal’in isteklerinden yalnız Misak-ı Millî’yi kabul eder; “Millî sınırlar içinde vatan bölünmez bir bütündür; parçalanamaz.”
Millî Misak ya da “Ulusal Ant” Mebusan Meclisi tarafından 17 Şubat 1920’de yayınlanır. İlk kez ulusal sınırlar içinde vatan sınırları çizilmekte ve tam bağımsızlık ilkeleri kabul edilmektedir. Atatürk, Osmanlı Mebusan Meclisi’nde ulusal bir zafer elde etmiştir.
İngilizler de boş durmamaktadır. İstanbul’u işgal ederler. 6 Mart sabahı, İngiliz Yüksek Komiserliği, işgalin gerekçesini bildiren bir notayı (ültimatomu) Sadrazam’a verir. Notada şöyle denilmektedir: “Osmanlı Hükümeti başta Kilikya olmak üzere çeşitli yerlerde meydana gelen olaylardan sorumlu olan ‘Mustafa Kemal Paşa’ ve diğer sözde ‘milliyetçi’ liderlerle ilişkisini derhal kesecektir. Eğer bu çeşit olaylar tekerrür edecek olursa, Türkiye barışında öngörülen şartlar çok daha sertleştirilecek ve şimdiye kadar verilmiş olan tâvizler geri alınacaktır. İstanbul’un işgali, Barış Antlaşması’nın şartları kabul edilip uygulanıncaya kadar devam edecektir.”
İstanbul 16 Mart 1920’de de resmen işgal edilir. İngilizler, Şehzadebaşı Karakolu’na saldırır ve 6 erimiz şehit edilir. Son Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı basılır ve milletvekilleri tutuklanır. Harbiye Nazırı Fevzi Paşa’nın göğsüne süngüler dayanır, Eski Harbiye Nazırı Cemal Paşa’nın evi basılır, giyinmesine bile fırsat verilmeden öldürülür. Yollar tutulur; İstanbul’daki bütün resmî yerler işgal edilir. Şehrin önemli yerlerine top ve makineli tüfekli birlikler yerleştirilir. Sıkıyönetim ilan edilir. Bir bildiri yayınlayan İngiliz işgal kuvvetleri, işgalin esaslarını şöyle açıklar: “ İşgal geçicidir. … İtilâf Devletleri, Padişahlığı yıkmayı düşünmemektedir. … İtilâf Devletleri, Türklerin elinden İstanbul’u almayı da düşünmemektedirler. …Osmanlı İmparatorluğu’nun kalıntıları üzerinde yeni bir Türkiye inşa etme ümidini yıkmaya çalışanlara kimse kanmamalıdır. İstanbul’daki Padişah’ın emirlerine itaat etmek herkesin görevidir…”
Baskılara dayanamayan Sadrazam Salih Paşa istifa eder ve yeni kabine Damat Ferit tarafından kurulur. İşgal devletlerinin istediği tam da budur…
Devam edecek…