Bu coğrafyanın kadim sözüdür “balık kokarsa tuzlarsınız tuz kokarsa ne yaparsın.” Ülkemiz siyasi gündemi bu günlerde bu sorunun yanıtını arıyor. TBB başkanı M.Fevzioğlu “mekik diplomasisiyle” başlayan muhalefet ve iktidar partilerinin Cumhurbaşkanlığı katına teker teker çağrılarak çözüm için görüşleri alınan sorunsalın adı “tuz kokarsa” dır. 

 
        Haziran direnişiyle başlayan “yönetememe” krizi 17 Aralık yolsuzluk depremiyle şiddetini artırarak devam ediyor. Devletin yönetsel aygıtlarını bir bir ele geçiren AK Partisi ve “Hizmet Grubu” arasında kıyasıya bir rekabet olduğu anlaşılıyor. AK Partisi, 17 Aralık’ta “Cemaat” tarafından sarsılan iktidarını sağlama almak için polis teşkilatından, yargıya, milli eğitimden tutalım da devletin hemen tüm kademelerinde temizlik harekâtına girişti. Cemaati devletin yönetsel organlarından silip süpürmek, etkisiz hale getirmek için bütün gücünü ve imkanlarını seferber edeceğini net bir biçimde gösterdi.

 
       AK Partisi, yolsuzluk, rüşvet, rant, sömürü ve yağma ile ilişkilendirilmesini kendi “icratlarına” yönelik en büyük tehdit olarak algılıyor.  Kısa süren şaşkınlığının ardından önce soruşturmayı yürüten ve operasyon için düğmeye basan özel yetkili savcıların yetkilerini tırpanlayıp ardından savcıların görevinin sınırlanmasına karşı çıkan ve bunu bir bildiri yayınlayarak kınayan HSYK’nın yetkilerini sınırlayarak, Cemaatin belli başlı mevzilerinden olan  yargıya yaptığı ve yapacağının sinyallerini verdiği müdahalelerle kendine yönelik tehditi savuşturmak istiyor.

 
       Komisyon görüşmeleri sırasında “uçan tekmelerin” savrulduğu son HSYK kanun teklifinde, Adalet Bakanı’nın HSYK ve tüm yargı üzerinde yetkisini artırmayı hedefleyen AK Partisi açıkça rüşvet ve yolsuzluğu açığa çıkaracak, her türlü kirli işleri ve ilişkileri soruşturma konusu yapacak, iktidarın uygulamalarını dava konusu haline getirecek yargıçların olmadığı bir hukuk sistemini yerleştirmek istiyor.

 
      Polis ve yargı, yönetememe krizinin yaşandığı, çarpışmanın en şiddetli ve dehşetli hüküm sürdüğü en önemli iki alan olarak öne çıkıyor. Toplumda adalete olan itimadın kaybolduğu ”tuzun  da koktuğu” böylesi bir dönemi ne hatırlıyorum ne yaptığım okumalar içerisinde böyle bir dönem var. 12 Eylül Cuntasının generalleri bile adalete olan itimadı bu kadar sarsmayı başaramamıştı. Adaletin çivisinin çıktığını, tuzun koktuğunu, insanımıza  yaşadığımız şu son 20 gün çok  iyi bir şekilde anlattı.

 
       Dünün ortak düşmanları dostlara, ortak dostları düşmanlığa dönüştü. AK Partisi son gelişmelerle “ustalık” döneminin avantajlarınında kullanarak birkaç şeyi birden gerçekleştirmek istiyor.. Önce hasımlarını saf dışı bırakarak, zayıflatarak kendi geleceğini sağlamlaştırmak istiyor. Sonra hasımlarına saldırı üzerinden “mağduriyet” edebiyatını yüksek perdeden tekrarlayarak kendini kurtarmaya, ardından kaybolan meşruiyetini yeniden kazanmak istiyor.

 
       Tutuklu vekillerin biri hariç tutukluluk hallerinin sona erdirilmesi, Balyoz ve Ergenekon davalarının yeniden mahkeme edilmesi girişimleri hükümetin meşruiyet arama çalışmalarının tipik bir örneğini teşkil etmekte. 11 yıl içerisinde yaşanan hukuksuzlukları unutturmaya yönelik böylesi göz boyama hamleleri siyasal iktidarın yabancısı olmadığı hamlelerdir. (2010 12 Eylül referandumu bu hamlelerde ne denli usta olduğunun en güzel örneğidir.)

      Adalet, özgürlük halklarımızın, ezilenlerin, emekçilerin yok ve hor görülenlerin ortak ve birleşik bir talebidir. Ülkemizde yaşanan Maraş-Çorum-Sivas-Roboski gibi onlarca katliam aydınlatılmadan, Sivas davası yeniden görülmeden, kontrgerilla katliamları, siyasi cinayetler, gözaltında kayıplar açığa kavuşturulmadan adalet sağlanamıyacağı bir gerçektir.


 
      Siyasetin, hükümetin güdümüne iyiden iyiye sokulmak istenen bir yargıyla adaleti sağlamayı düşünmek kediye ciğer emanet etmekle eş anlamlıdır. Adalet için TMY, “Özel Yetkili Mahkemeler” tüm sonuçlarıyla birlikte kaldırılmalı, Ceza İnfaz Kanunu değiştirilmelidir. Silahlı eyleme katılmamış tüm siyasi tutsaklar serbest bırakılmalıdır. Yolsuzluğu, rüşveti, rantı örtbas etmek için yapılacak yasal değişiklikler ve HSYK’yı  AK Partinin hukuk bürosu olarak şekillendirme girişimleriyle ülkemize adalet getirmez. Adalet, siyasi özgürlüklerin güvence altına alınarak toplumsal eşitlik temelinde, yapılacak bir anayasayla mümkündür. Böylesi bir anayasada demokratik halk iktidarıyla mümkündür.


      Ülkemizde yaşayan tüm yurttaşlarımız için evrensel hukuk normlarında bir adaletin tescili için yani “tuzun kokmaması” için alanlara çıkıp mücadeleyi yükseltme zamanıdır. Adalet dâhil tüm temel hak ve özgürlüklerin biz emekçilere, ezilenlere, gadre uğrayanlara, yok ve hor görülenlere “altın tepsi” içerisinde sunulacağını hayal etmek sözcüğün tam anlamıyla safdillik olur.