Japonya’daki deprem günümüz dünyasının gördüğü en büyük depremlerden biri olarak tarihe geçti. Japonya depreme oldukça hazırlıklı olsa da doğanın öfkesi bu kez okyanustan tsunami olarak yükseldi. Japonya’nın kıyı şeritlerini dev dalgalar yuttu. Çok büyük bir yıkım ortaya çıkarken dünyanın en büyük nükleer santrallerinden biri olan Fukushima Nükleer Santrali’nde yaşanan patlamalar ve sızıntı nükleer enerjinin güvenirliliğini ve kapitalizmin enerji için dünyayı nasıl risk altına attığını bir kez daha tartışmaya açtı.
Japonya gibi ileri kapitalist ülkeler nükleer santral yapımında dünyanın en gelişmiş teknolojilerini kullanan ve her an depreme hazır olan bir yapılanmaya gitmesine rağmen, deprem sonrası Fukushima Santrali’nde meydana gelen patlama tüm dünyanın gözünü korkuttu. Santralde radyoaktif sızıntı başlarken, atom bombalarından sonra ülkede yaşanan en büyük nükleer facia şimdiden şehirlerin boşaltılmasına yol açtı bile. Böylece insanlık bir kez daha kapitalizmin enerji açlığına kurban edildiğine tanık oldu..
Dünyada çevreye duyarlı bilim insanları atom çağının bittiğini ilan ederken, Avrupa’da nükleer santrallere karşı eylemler başladı. Almanya’nın Stuttgart kentinde hükümetin nükleer enerjiden vazgeçmesini ve santrallerin kapatılmasını talep eden 50 bin kişi nükleer santral etrafında 45 kilometrelik insan zinciri oluştururken, Fransa’da da benzer eylemlerin hazırlıkları başladı. Cumartesi ülkemizde de İstanbul Mersin ve Sinop ta (nükleer santral kurulması planlanan yerler) "Susma haykır Nükleer santrale Hayır" yürüyüş ve basın açıklamaları yapıldı.
Hal böyleyken nükleer santral sahipleri kulübünün kapısından içeri yeni girmeye başlayan ve deprem kuşağında olan Türkiye’de de TV ve gazetelerde nükleer santraller yapılsın mı yapılmasın mı şeklinde tartışmalar yapılmaya başlandı. Özetle konu üzerine konuşan birçok kişi nükleer enerjiye karşı somut verileri ortaya koyarken geriye kalanlar ise santraller için seçilen yerlerin fay hattına yakın olduğundan bahsediyor.
Uzmanlar, “ Akdeniz’de bulunan ve Afrika kıtasının Anadolu’nun altına girdiği bir dalma batma zonu olan Doğu Akdeniz fayının, diğer adıyla “Helenik Kıbrıs fayı”nın, Mersin Akkuyu’ya yapılması planlanan nükleer santral için bir tehdit olduğunu belirtirken, bölgede İsrail’e kadar uzanan Ölü Deniz fayı ile ilimi sınırlarında yer alan Ecemiş fayının da büyük deprem üretecek faylar olduğunu” belirtiyorlar.
Elektrik Mühendisleri Odası ve Jeoloji Mühendisleri Odası “Akkuyu’da kurulmak istenen santralin Ecemiş Fay Hattının 25-30 km. mesafesinde olduğunun” altını çizerek santralin yeri ile ilgili bilimsel olarak ciddi kaygılara sahip olduklarını belirtiyorlar.
Tüm bunlara karşın gözünü kar daha çok kar için karartan sermaye bilimsel uyarıları ciddiye almadan çalışmalarına son surat devam ediyor. Yöneticilerimiz, “Japonya’da meydana gelen depremle birlikte başlayan tartışmalar dâhil olmak üzere, yaşananların Türkiye’nin santral yapımıyla ilgili kararlılığını etkilemeyeceğini” söyledi. Akkuyu’da Rus şirketleri ile birlikte güvenliğin ön planda tutulduğu bir sistem kurulması için karar verildiğini belirten yetkililer, Mersin ve Sinop’a yapılacak santrallerin 3. nesil olacağını da söyledi.
Kimin ne söylediği değil ne anladığımız önemli. Ben ne anladığımı dolandırmadan kestirmeden söyleyeyim, sınıf öğretmeni bilgimle bile bilinen gerçeklik bir nükleer tepkime başladığı an artık milyonlarca yıl durdurulamaz, Japonya’da yaşanan felakette de reaktörlerin erimesini tüm dünya eli kolu bağlı şekilde izlemesinin sebebi bu. Çernobil’deki kazanın ardından da patlama ile gerçekleşen nükleer reaktördeki tepkime milyonlarca ton beton ve kurşun altına gömülmüş ve bu dev lahit nükleer tepkime devam ettiği için sürekli olarak bakım görmekte, olası sızmaya karşı hala gözlemlenmektedir. Özetin özeti 1, 3 veya 5 kaçıncı nesil olursa olsun nükleer enerjide güvenlik en önemli sorundur ve mesele tek başına santrali kaybetmek veya orta büyüklükte bir patlama yaşamak değil birkaç milyon yıl boyunca sürecek bir felaketi başlatmaktır.
Unutmayalım yeryüzünde engellenebilir bir doğal afet yoktur! Hiçbir güç doğal afetleri bırakın engellemeyi çoğu zaman geleceğini bile kesinlik ölçütün de tahmin edemez, insanoğlu için sorun afetin en az zarar vermesini sağlamaktır. Yani önlem almaktır. Oysa ülkemiz için her afetin (yağmur dâhil) verebileceği en büyük zararları verdiğini biz çok iyi biliyoruz. Her hangi bir afetin sel, çığ, hatta “sis” ve her karın işkence, her depremin de toplu bir katliama dönüştüğü bir ülkede yaşadığımız gerçekliğini biliyoruz.
Açıktır ki böyle bir algının elinde nükleer enerji saatli bir bombadır. Bunun güvenliğini tam olarak sağlamanın imkânsızlığı da artık bilinen bir gerçekken “yaptım olacak” inşaat yükleniciliği anlayışı ile oldubittiye getirilen hiçbir bilimsel gerçeği kabul etmeyen anlayış faciaya kapı aralamaktadır. Kapitalizm doğaya karşı verdiği savaşı çoktan kaybetmiştir.(son yenilgisi Japonya örneğidir) İnsanlar bu virajda bir seçim yapmak zorunluluğu ile karşı karşıyadır. Saflar çoktan netleşmiş durumdadır, yapılacak seçim ve gidilecek yol insanlığın yarınını belirleyecektir.