Geçtiğimiz Pazar günü (7 Temmuz 2013) Kadıköy meydanında düzenlenen 1. İstanbul Gazdan Adam Festivali’ne katıldım. Gördüm ki malûm basın yeterince yer vermiyor, bendeniz âcizane izlenimlerimi sizlerle paylaşmak istedim.

Ben Beylikdüzü’nde oturuyorum ve Kadıköy’e gidebilmek için metrobüsü tercih ettim. Söğütlüçeşme’ye gelene kadar metrobüs, festivale gelen vatandaşlar nedeniyle tıklım tıklım doldu. Kadınların ağırlıkta olduğu bir grup ile Kadıköy Meydanı’na doğru yürüyüşe geçtik. Festivalin başlamasına saatler olmasına rağmen, ara sokaklar ve meydan oldukça kalabalıktı. Polis kontrol noktasından geçtik ve festivalin yapılacağı meydana girdik. Kadın polisler oldukça nazik bir şekilde sadece çanta ve poşetlerimizi aradılar.


Meydan hızla dolmaya başladı. Bir uğultu ve sloganlar eşliğinde önce bir TOMA maketi, ardında da bir gaz bombası kapsülü içeriye alındı. Zaman zaman TOMA maketinden su tabancaları ile üzerimize su sıkıldı. Dev sahnenin önüne doğru zar zor ilerlemeye çalıştık. Görevli gençler, ücretsiz olarak bayrak ve üzerinde, “Özgürlük”, “Kardeşlik”, “Hükümet İstifa”, “Polis Şiddetine Hayır!” ve benzeri sloganların yer aldığı küçük pankartlar dağıttılar. Kendi yaratıcı zekâlarının ürünü olan pankartları ellerinde taşıyanlarda bir hayli fazlaydı. Bazı görevli gençlerin, sahnenin masrafını çıkartmak için, tanesi 3 TL’den sattıkları rozetlerden satın aldık. Üzerinde, “ Fişkiyeyi ben kırdım” J yazan rozetleri takarken, Ankara belediye başkanı İ. Melih gökçek’in de kulaklarını çınlattık…


Gölge bir yer aramaya çalışırken aniden bir alkış koptu. Beşiktaş’ın Bayrağı ile Çarşı grubu festival meydanına giriş yapıyordu. Gruba inanılmaz bir sevgi ve ilgi vardı. Çarşı Grubu bir parti kursa, Türkiye’deki siyasi dengelere etkisi nasıl olur dersiniz? Sonuçta her hareket kendi liderini doğururmuş. Belki Gezi hareketinin lideri de Çarşı Grubu olur… Neden olmasın?


Sahne alan gruplar, Gezi bestelerinden oluşan parçalarla meydanları coşturdu. Özellikle de “Gazdan Adam”  ve “Sık Bakalım” parçaları hayli revaçtaydı… Bir grup, 60’ların özgür çocukları Beatles’dan parçalar seslendirdi. Günümüz Türk gençliği, 60’ kuşağının seslendirdiği parçalarla özgürlük çığlıkları atıyorlarsa, Türkiye’de ve hatta dünya da bir şeyler hâlâ değişmemiş ve gelişmemiş demektir… Özellikle de özgürlük tutkusu…

Gökdelenler, lüks rezidanslar, alış veriş merkezleri, her eve giren buzdolabı, çamaşır, bulaşık makinesi ve bilumum ev aletleri bir ülkenin gelişmişlik göstergesi değildir. Gelişmişlik göstergesi; İfade ve düşünce özgürlüğü, din ve vicdan hürriyeti, âdil yargılama sistemi, herkesi ve her kesimi kucaklayan eşit muamele ve elbette dışa bağımlı olmayan ekonomik özgürlük. Türkiye’de bunlar vardır diyebiliyor musunuz?

İlerleyen saatlerde pek çok sanatçı destek vermek üzere sahne aldılar. (İsimleri basında yer aldı, burada saymaya gerek duymuyorum) Ataol Behramoğlu, kadın güzelliğinin süslediği eylemlerin mutlaka başarıya ulaşacağını belirten bir cümleyle başlayan, kısa ancak anlamlı bir konuşma gerçekleştirdi. Festival boyunca birkaç vatandaş fenalaştı, bir tanesi de sanırım kalp krizi geçirdi. Alanda bulunan doktorlar müdahale ettiler. O kadar güzel organize oluyorlar ki…  En arkadan en öne anında haberleşme sistemi, saniyesinde açılan koridorlar ve birkaç dakikada yapılan müdahaleler ile insanca dayanışmanın en güzel örneklerini sergiliyorlar. En ufak bir olumsuz davranışa şahit olmadık. Sahilin karşısında yol kenarında iki binanın çatısında çok fazla yığılma oldu. Vatandaşlar dans edip, tempo tutarak alandakilere eşlik ediyorlardı. Müziğin sesini kestiler ve mimarlar odasının bir uyarısını anons ettiler. “Binalarda yıkılma tehlikesi olduğu için can güvenliğiniz yoktur, lütfen aşağıya inin ve aramıza katılın, sizlerle burada kucaklaşalım, kimsenin canı yanmasın… “  Verilen anonsun sıcaklığına bakar mısınız?

Bu gençler mi vandall?

12 Eylül öncesi ve sonrası ile 28 Şubat olaylarında, hiçbir kesimde, bir siyasinin adının vurgulandığına şahit olmadım. Genellikle hedefte partiler olmuştur. 1,5 aydır devam eden Gezi Parkı direnişlerinde, itirazlar bir tek kişinin üzerine odaklanmış durumda; Başbakan’ın. Ne yazık ki başbakan, eylem ve söylemleriyle bu gençlik üzerinde inanılmaz olumsuz bir etki bırakmış.
Yolumuz uzak olduğu için festivalden saat 21.00 civarında ayrılmak zorunda kaldık. Mahşeri kalabalıkta yolumuzu bulamadık. Vapur iskelesine gitmek isterken kendimizi taam ters bir istikamette bulduk. Bahariye’den Boğa’nın bulunduğu noktadan iskeleye kadar adım atacak yer yoktu. Haydarpaşa ve Moda yönü tamamen kapanmıştı. Bir TV kanalı, kalabalığın sayısını 300 bin olarak vermiş bir diğeri ise 15 bin... Çok yazık! Halka doğruları söyleyemeyen (birkaç basın hariç) korkak bir basına sahip olmaktan dolayı utanç duymamak mümkün değil. Kadıköy Meydanı, meydana inen ara sokaklar, ana caddeler, tıklım tıklım dolmuştu. Bırakın adım atmayı, iğne atacak yer yoktu. Festivale katılan insan sayısının bir milyonun üzerinde olduğu tahmin ediliyor. Esasında kaç kişinin katıldığının ne önemi var? Asıl olan gönüllü katılımcılık değil midir? Kamu araçlarıyla, bir kuruş masraf yapmadan, bedava erzaklar ve hatta ceplerine para konularak,  baskı yoluyla meydanlara taşınan bindirilmiş kıtaların yanında, Kadıköy’deki birkaç bin (!) kişinin katılımı çok daha önemli ve anlamlı değil midir?

Vapur iskelesine 20 dakika da varabildik. Beklerken bir anda bir gürültü koptu. Saati gelmesine rağmen bir kapı açılmış, diğeri açılmamıştı. Gençler hep bir ağızdan “Aç!”, “Aç!” diye tempo tutarak tepkilerini gösteriyorlardı. Gezi Parkı direnişi, Türkiye’de gerçekten bir şeyleri değiştirmişti. Gençler, en ufak bir haksızlık karşısında dahi tepkilerini göstermekten çekinmiyorlardı. Sloganlar eşliğinde vapura doluştuk.  Kalabalığa bakıp, vapurun batmasından endişe ettik. Ancak gençlerin hiç umurunda değildi. Karaköy’e gelene kadar durmadılar. Karaköy’den metro’ya kadar susmadılar. Tramvay’da binbir ayaküstünde giderken de enerjilerinden hiçbir şey eksilmemişti.

Saatlerce güneşin altında ayakta durarak, çöküp kalkarak, zıplayarak, dans ederek, şarkılar söyleyerek, tempo tutarak eylem yapan bu gençleri ve her zaman genç kalanları, dönüş yolunda da aynı coşkulu sloganlarla, toplu taşıma araçlarında, sıkış tokuş, kapılara yapışmış bir vaziyette seyahat ederken görürsünüz. Onları geldikleri yere bırakacak, emirlerine amade bekleyen araç filoları da yoktur. Hiç şikâyet etmezler. Üstelik yol paralarını da kendileri verirler. Kimseden bir kuruş yardım almazlar.

Eve vardığımız da saat 24.00 olmuştu. Festival de harcayacağımız zamanı ne yazık ki yollarda harcamıştık.  Festival gece saat 01.00 civarında sona ermiş. Bizden sonra kalabalığın daha da arttığı haberini aldık. Bulutsuzluk Özlemi ve Kurtalan Ekspres’i dinleyemediğimiz için bir hayli üzüldük. Çapulcu defilesini de seyredemedik.

Sonuç olarak 1. İstanbul Gazdan Adam Festivali’nde ki izlenimlerimiz;

Gerilimden ve şiddetten uzak bir ortam, kararlılık,  bitmek tükenmek bilmeyen bir enerji, sevgi, hoşgörü, sınırsız bir mizah, Mustafa Kemal Atatürk ve Türkiye sevgisi… Kardeşçe yaşamak istedikleri bir Türkiye görüntüsünü özgürce çizmek isteyen bu gençliği kucaklamayan bir iktidarın, daha fazla varlığını sürdürme imkânını bulamayacağı…

*
Türk basını bu samimi gerçekleri halka yeteri kadar anlatabilirse, kazanan hiç şüphesiz Türkiye olacaktır.

Başka Gazdan Adam festivallerinde, özgürce buluşabilmek dileğiyle…