Sınırlı demokratik hak ve özgürlüklerin dahi gasp edilmeye çalışıldığı, buna karşı büyüyen tepkilerin baskı ve zor aygıtları ile bastırıldığı , “düşük yoğunluklu demokrasi” ile yönetilmesi uygun görülen başlıca ülkelerinden biri olarak emperyalist haydutlarca genel kabul gördüğü AHİM kararlarıyla da tescilleşen Türkiye an itibarıyla en baskıcı ve karanlık dönemini yaşamakta.
Topluma göz açtırmamak için baskı, korku ve önyargıların körüklendiği, emekçilerin yoksullukla terbiye edildiği, manipülasyon ve cehalete oynayarak yol almaya çalışan bir rejim gerçeği ile yüz yüzeyiz. Tüm bunlarla sömürü düzeni idame ettiriliyor.
AKP devlet ve devlet dışındaki kurumları dizayn etme yolunda epeyce yol almış durumda. Sermayenin çıkarları doğrultusunda yapılması gerekenler bir bir hayata geçiriliyor. Son olarak kendisine bağlı “milli sendikalar” da gündeme getirildi. Dini ve milliyeti olmayan para AKP döneminde bu rolünü en etkin bir biçimde oynadı. Enerjisinin çoğunu parayı yönetmek üzerinden harcayan AKP, bu sayede elde ettiği gücü pekiştirme çabasında. Son dönem yaşanan gelişmeler bir kişinin diktatörlük istemesi ile açıklanamaz. Birbirine kirli işlerle bağlanmış bir sermaye güruhu, demagojiyi ve toplumun önyargılarını kullanarak, elde ettiği gücü korumaya çalışıyor.
Emek sömürüsünün dizginsiz ve kuralsız olduğu bir ülkede, etrafı kan gölüne dönen bir coğrafyada, kurulu düzeni ayakta tutmak için en kirli yöntemler hayata geçirilmekte ve daha şiddetli saldırıların hazırlıkları yapılmaktadır. Artan sokağa çıkma yasakları, katliamlar, tutuklamalar, keyfi faşist yasal düzenlemeler, yasal olamayan uygulamalar sıradanlaştırılmaya çalışılmaktadır.
Tüm bunlara karşı yükselebilecek bir toplumsal muhalefete karşı ise sıkıyönetim yasaları rafta bekletilmektedir. 82 darbe anayasası ile yıllarca yol yürünmüştür. Bugün ise sindirme politikaları, grev yasakları, basına ve aydınlara saldırılar vb. sonuna kadar uygulanmaktadır. Sıra tam anlamı ile çökerterek hükmetmeye gelmiştir. Çünkü ayyuka çıkmış kirli yöntemlerle ayakta kalmanın zor olduğunu kendisi de çok iyi bilmekte, toplumsal istemlerin arttığını görmekte, buna karşı önlemler almaktadır. Bugün uygulanan kendine özgü bir sıkıyönetimdir.
Akademisyenlerin sabaha karşı evlerinden toplanmasından tutunda “çocuklar ölmesin” diyen Ayşe Öğretmenine, popüler kültürün öne çıkan figürlerinin salya sümük özür diletilmesine, yaralısını almaya giderken taranan Kürt emekçilerine bir bütün olarak reva görülen baskı ve sindirmedir. Bu baskı ve sindirmenin bilinen adı net konulmalıdır. Adı sıkıyönetimdir.
14 yıldır yönetsel aygıtın dümeninde oturmanın rahatlığı ile dış politika başta olmak üzere içerideki birçok sorundaki çuvallamalarını baskı ve şiddetle kontrol altında tutma isteğinin geldiği nokta sıkıyönetim uygulamasıdır. Kendi ve bir avuç zengin egemenin geleceğini garanti altına almak için yürütülen bu baskı ve şiddet politikaları gelip geçici değil kalıcıdır. Kalıcı olduğu için kendi yaptıkları yasal mevzuata uygun olmayan yönlerini de önümüzdeki süreçte parlamento çoğunluğuna dayanarak çıkartacakları “torba yasalarla” baskı ve şiddeti “kanunileştireceklerdir.”
Daha fazla örgütlenme ve dayanışmanın tam zamanıdır. Bu baskı ve ablukayı dağıtıp ülkemizi demokratikleştirecek olan yegâne yöntem ezilenlerin emekçilerin birlikte vereceği demokrasi mücadelesinden geçmektedir. Sendikalardan STK lara emekten ve demokrasiden yana siyasi partilerden meslek teşekküllerine toplumda karşılığı bulunan tüm demokratik muhalefet öznelerinin bir araya gelip başta sıkıyönetim uygulamalarını durdurmak üzere acil eylem ve etkinlikler örgütlemesi gerekmektedir.