Bayrampaşa Cezaevi kapatıldı. Arsası İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne devredildi. İmar planı ile ilgili değişiklik de Belediye Meclisi tarafından onaylandı. Arsasının 127 dönüm olduğu söylenen cezaevinin yerine TOKİ 3000 adet konut yapacakmış!
Hayırlı olsun!
Bu kadar büyük ve getirisi muhteşem olabilecek araziye, müteahhit belediyenin yeşil alan yapacak hali yok elbette...
“Sende tutturdun bir yeşil alan, hem ne bu yazının başlığındaki domates tarlaları, ne ilgisi var cezaevi ile?” diyenleriniz olacaktır, anlatayım:
Bayrampaşa Cezaevi’nin bulunduğu binlerce dönüm arazi, benim ilkokula başladığım yıllarda domates tarlalarıyla kaplıydı. Yani 60’lı yıllardan bahsediyorum.
Tarlaların ortasında küçük birer çadır konduran yaşlılar, buralarda domates satarlardı. Hani şimdilerde yazlıkçıların pek rağbet ettiği “tarlasından satış” olayı yani...
Biz çocuklar sepetimizin içine doldurduğumuz domateslere itibar etmez, yol kenarlarından sarkan domatesleri koparır, bir güzel afiyetle yerdik. O zamanların domatesleri elma gibi yenirdi. Şimdinin hormonlu, içi boş ya da kazık gibi tatsız domateslerinden çok farklıydı.
İşte ben o yemyeşil domates tarlalarının yerlerinden sökülmesine tanık olan çocuklardanım. Ve de cezaevinin temellerinde oynayanlardan...
Çocuktuk, yeşilin değerini bilmezdik, çünkü dört bir tarafımız yeşildi, yemyeşildi... Domates tarlalarının sökülmesinin tehlikesini ancak yetişkin olunca kavrayabildik...
Evet, o yıllarda Bayrampaşa, İstanbul’un yeni yeni gelişen ve Balkan ülkelerinden göç alan yerleşim yerlerindendi. Hani İstanbul’un Boğaz, Çamlıca, Üsküdar, Beyoğlu, Makriköy (Bakırköy) ve benzer semtlerinden ibaret olduğunu zanneden bazı yazarlarımızın kitaplarına konu etmediği, “ kız sen İstanbulun neresindensin? “diye soran şarkıların sözlerinde yer alamayan semtlerdendi, ama yemyeşildi...
Hadi yeri gelmişken size Esenler’deki Büyük İstanbul Otogarı’nın o eski halini de anlatayım:
Bugün Anadolu’nun dört bir tarafına kalkan otobüsleri barındıran otogarın yerinde, bizim adını “Arka Tepe” taktığımız yemyeşil bir arazi bulunurdu. Ortasından dere akardı. Dere kenarındaki kurbağaları yakalamak için az uğraşmazdık. Aklımda kaldığı kadarıyla iki ya da üç tane de tarihi olduğu söylenen su kuleleri vardı. Etraflarında döner kovalamaca oynardık. Şimdilerde su kulelerinin yerleşim alanı içinde kaldığını duydum. Ne yazık!
Arka Tepe bizim Hıdırellez’ler de, 1 Mayıs Bahar Bayramları’ nda (o yıllarda 1 Mayıs’ın adı Bahar Bayramı idi) piknik yapmaya, oyunlar oynamaya gittiğimiz mesire yerimizdi. Gün boyunca burada eğlenir, yemekler yer, boyumuzu aşan otların arasına uzanır, masmavi gökyüzünü seyrederdik. Annelerimiz bize papatyalardan taçlar yapar, onları başımıza takardık. Tarlalardan topladığımız gelinciklerden gelincik şurubu, bazı bahçelerden topladığımız gül yapraklarından da gül şurubu yapardık. Gelincik ve gül yapraklarını içine su doldurduğumuz bir şişenin içine koyar, biraz da limon tuzu katar, şurup olmaları için güneşe bırakırdık… İçimi enfes olurdu…
Siz hiç gelincik şurubu içtiniz mi? Ya da gül şurubu?
Uçurtma uçurur, tepeden aşağıya çılgınca koşardık. Büyük ağaçlara salıncaklar kurar, bayır aşağıya sallanırdık. Bayramlarda kayık salıncaklar kurulurdu. İki kişi salıncağın başında ayakta durur, bir kişi ortaya otururduk. İki başta duranlar ileri geri yaylanarak salıncağı sallardık. Akşamüstü toparlanır evlerimize doğru yola çıkardık. Her seferinde arkama dönüp, geride bıraktığımız o eşsiz sessizliği dinlediğimi bugün bile hatırlarım. Geride bıraktığımız o güzelim doğal oyun alanımız hiç aklımdan çıkmaz.
Siz hiç çocukluğunuzda bayırdan aşağı koşup, boylu boyunca yemyeşil otların arasına uzanıp, masmavi gökyüzünü seyrettiniz mi? Ben seyrettim.
İşte bundandır hüznüm...
Yok edilen yeşilliklerin yerine cezaevi, otogar ve bir sürü konut inşa edildi. Bugünün çocuklarına bir karış yeşil alan bırakılmadı. Onları dört duvar arasına, havasız atari ve bowling salonlarına, dershanelere hapsettiler...
Dünyalarındaki renkler, televizyon karşısında gördükleri renklerden ibaret oldu. Sanal renklerden, sanal arkadaşlıklardan oluşan, ekranlara hapsolmuş sanal dünyaları oldu...
İşte bundandır üzüntüm...
Ve bu nedenle de diyorum ki;
Bizim yemyeşil, rengârenk anılarımız var. Bugünün çocuklarının da olsun!
Bayrampaşa Cezaevi’nin arazisini eski sahiplerine iade edin. Domates tarlalarına ve çocuklara...
Herşey “TOKİ” demek değildir...
İstanbul’un yeşilini geri verin, çocuklara yeşil anılar hazırlayın!
Bunu çocuklara borçlusunuz!