Emperyalist kapitalizm son 3 yıldır sadece derin bir ekonomik kriz yaşamıyor. İdeolojik, siyasal, toplumsal boyutları olan çok yönlü bir kriz yaşıyor. Ki hepsinin temelinde toplumsal sermayenin yeniden üretiminde yaşanan tıkanmalar var. Ve bu salt ekonomik alanla sınırlı bir şey olarak kalmıyor, bir bütün olarak toplumsal maddi üretimi etkileyen ve ondan etkilenen ne varsa hepsine doğru yaygınlaşan çizgiler kazanarak ilerliyor. Bu da toplumsal yaşam kavramının içine ne giriyorsa hepsinin mündemiç olması anlamına geliyor!
Kapitalist krizin derinliği ölçüsünde ekonomik kaos ve parçalanma, politik altüst oluşlar, toplumsal var oluşun bu haliyle sürdürülemezliği ve daha bir dizi olgunun iç içe geçmesiyle girift bir tablo ortaya çıkıyor. Bir bütün olarak emperyalist kapitalist sermayenin genişleyen yeniden üretim düzeyini tekrar yakalayabilmesi için sermayenin belli bir düzeyde yıkımını da içeren ekonomik toplumsal siyasal yeniden yapılanma süreçlerinin gerçekleştirilmesine ihtiyaç var. Tüm bu süreçler boyunca, emperyalistler arasındaki keskinleşmiş rekabet ve paylaşım konularına da birtakım “çözümler” üretilmesi gerekir.
Kriz döneminde toplam artı-değer kitlesi büyütülemediği için, emperyalist tekellerin ve onların devletlerinin, düşmekte olan tekelci karları telafi edebilmeleri açısından hacmi büyümemiş artı-değerin daha büyük parçasını kapmaktan başka bir yol kalmaz. Bütün bunlar ekonomik kaosa toplumsal politik altüst oluşların eşlik etmesine yol açar. Büyüyemememin ötesine de geçerek toplam artı-değer kitlesinin sınırlarının içe doğru daralma eğilimine girmesi, emperyalistlerin dışa doğru saldırganlaşmasını beraberinde getirir. Bunun bir ayağını emperyalist zor ve savaşın devreye sokulması oluşturur.
Emperyalistler arası paylaşım kavgalarının dışavurumu anlamına gelen “bölgesel” ya da “sınırlı” savaşlar bu noktada yaygınlaşmaya başlar. Savaşların var olan kapsamı emperyalistler için “çözüm” üretmede giderek aciz kalmaya başlayınca, içe doğru sönümletmek şöyle dursun dışa doğru ve daha geniş alanları bölgeleri kapsayacak şekilde genişletilmeye çalışılır.
Afganistan’da Irak’ta yaşadığı açmazlardan sonra emperyalizmin savaşı Suriye İran gibi ülkelere doğru yaymaya çabalamasının nedeni budur. Kuzey Afrika ülkelerinde belli bir yol alan, Afganistan Savaşı konusunda “daha geniş mutabakat” üzerinden yol almaya çalışan emperyalistler, savaşı tüm bölgeyi içine alacak denli büyütmeye -kendilerinden geçmişçesine- kararlı görünüyorlar.
Daha saldırgan ve emperyalistlerle daha dolaysız çalışacak rejimlerin kurulması için “Arap baharı” bahane edilerek kurulan rejimler şimdiden emperyalistlerce yedeklenmiş durumda. Bu yedeklenmiş güçlerle “bölgesel lider” olarak gösterilen ülkemizin uluslar arası sermaye birikimine tam katkı sağlamayan “Suriye, İran” gibi ülkelere yönelik saldırı politikası izlettirilmesi bölge halkları arasında kardeşliğin kopmasına ve kapitalist çıkarlar adına kan dökülmesini sağlamaktan öte bir sonuç çıkartmaz.
Bölge halklarının daha fazla kırıma uğraması, daha saldırgan ve emperyalistlere daha dolaysız çalışacak hükümetlerin ve rejimlerin kurulması anlamına gelecek olan bu emperyalist proje karşısında net bir tutum almakla kalmayıp bölge halkları arasında kardeşliğin güçlenmesini sağlayacak örgün eylemlerin örgütlenmesi yönünde her fırsatı değerlendiren aktif, ilerici ve demokrat refleksleri kuvvetli bir konumlanışa geçmek önem kazanıyor.
Önümüzdeki dönemde her ne olursa olsun emperyalist saldırganlık karşısında kararlı ve net bir tutum almak ve bunu sınırlı bir antiemperyalizmle de değil, emekçilerin uluslararası sınıf hareketine güç kazandıracak eksende ele alarak, tarihsel olarak yeni dönemi ezilenler ve emekçiler açısından kazanımlarla çıkmak mümkün olacaktır. Uygulanmaya çalışılan emperyalist projeler karşısında her kim ki ikircikli bir tutum takınır, tarihsel olarak büyük bir vebal altına girecek olduğunu şimdiden bilmelidir.