Dünkü çizdiğim tablo gerçekten karanlık geldi değil mi? Evet, tablo hakikaten karanlık ve bu tabloya bakınca mensubu olduğum Türk halk kitlelerinin kendi kaderini ele alarak, kurulu düzene başkaldırmayı bırakın düzen partileri dışındaki demokratik bir seçeneğe oy vermeye dahi meyilli olmadığını dahi söylemek mümkündür.

     Fakat bu gerçeğin yalnızca bir yanı. Her şey bundan ibaret değil. Türkiye’nin toplumsal maddi gerçeği 70′lerden, 80′lerden pek çok bakımdan farklı. Türkiye’de sınıfların dizilişinde çok önemli değişimler oldu. 1970′de nüfusun yüzde yetmişi kırlarda yaşıyordu, bugün bu oran yüzde yirmilere gerilemiş durumda. Şehirleşme yüzde seksenlere dayandı. Bu şehirlerde de yine dünden farlı olarak küçük zanaat ve ticaret eski önemini kaybetmekte. Dün bu işleri yapanlar bu gün hızla işçileşmekteler.

      İşçi sınıfı, emekçi memurlarla birlikte çalışan nüfusun çoğunluğunu oluşturuyor bugün. Türkiye “bir küçük burjuvalar ülkesi” olmaktan çıktı. Gericiliğin, tutuculuğun, sağcılığın nesnel sınıfsal zemini düne kıyasla bugün çok daha dar ve zayıf. Aydın tabaka düne kıyasla daha geniş, buna karşın bunların küçük burjuvalıkları, hatta “tabakalıkları” geçmişe kıyasla etkisiz. Yüksekokul bitirmişlerin sayısı artıyor ama bunların önemli bölümü küçük burjuva tabakaya değil işçi sınıfı saflarına dâhil olup, işçi mühendislerin, mimarların, öğretmenlerin ve benzerlerinin büyüyen sayılarına bakmak yeterli. 70′li, 80′li yıllara kadar sınıf mücadelesinin sıkışıp kaldığı küçük burjuva cenderenin nesnel olarak parçalandığı ya da parçalanmakta olduğunu söylemek yanlış olmaz.

      Diğer yandan dünün küçük burjuva Anadolu kentlerinin  birçoğunun, ülkemizin mali-ekonomik deviniminin bir sonucu olarak artan sermaye yatırımlarıyla birer işçi-burjuva şehre dönüşmekte olduğu aşikâr. Fakat bu öyle bir dönüşüm ki dışarıdan sermaye akımı kesildiğinde bu şehirlerin birer enkaz haline gelmesi kaçınılmaz. Bu Anadolu şehirleri dün geleneksel küçük burjuva hayat şartlarının sürdürülmesi ve iyileştirilmesi derdiyle tutucu ve devletçi fikirlere yatkındı. Eski toplumsal temel önemli ölçüde yıkıldı. İşler az çok iyi giderken işçileşen kitleler eski ideolojik ve politik tutumları yeni formlarda üretmeye devam ederler.

     Nitekim bu şehirlerin AK Partisinin oy deposuna dönüştüğünü görüyoruz. Ama işler kötüleşmeye başlayınca ekonomik yıkım fikirler âlemini de darmaduman eder. Dün en kötü durumda sığınacağı küçük de olsa bir toprağı ya da bir işliği olan insanlar bir kriz anında çırılçıplak ortada kalıverir. Böyle bir kriz anında yaşanması muhtemel toplumsal yıkımlarla dün gericiliğin-tutuculuğun yatağı olan bu kentlerin toplumsal uyanışın alanlarına dönüşmesi pekâlâ mümkündür.

      Bugün HES vb. çevre sorunları ekseninde gelişen sınırlı mücadelelerin tüm toplumsal sorunları kapsayarak büyümesi hiç de sürpriz sayılmayacaktır. Dünya ekonomik krizinin Türkiye’yi daha çok sıkıştıracağı koşullarda büyük şehirlerde olduğu gibi Anadolu kentlerinde de toplumsal patlama dinamikleri hızla birikecektir.

      Görülecektir ki ülkemizde emek-sermaye çelişkisinin potansiyel şiddeti hem çok daha yüksek hem de nüfusun çok daha geniş bir emekçi tabakasını kapsamına almış durumda. Bugün içten içe kaynaşan bu potansiyel  dışa vurduğunda -ki bunun nesnel olguları çoğalıyor- yıkım gücü ve etki gücü çok daha geniş olacaktır. Üstelik emekle sermaye arasında nesnel olarak giderek büyümekte olan çelişkiyi görece tol öre edecek ara katmanların, ya da orta sınıfların diyelim, etki düzeyi düne göre çok daha zayıfladığını gözlemliyoruz.

      Denebilir ki bugün işçi sınıfı ile birlikte tüm emekçiler ve emekçi gençlik içinde birikmekte olan nesnel değişim dönüşüm potansiyeli, sınıf hareketinin giderek yükseldiği 60′lı, 70′li yıllardan çok daha yoğun. O yıllarda nasıl yüz binler sosyalist söylemin ve devrimci pratiğin etki alanına girdiyse bugün emekçi kitlelerin daha büyük bölümünü etki altına almak mümkündür. Yeter ki uygun araçlarla bütünlükçü bir tarzda emekçilerin, gençlerin, gadre uğrayanların, ötekileştirilenlerin, dereleri satılanların, yok ve hor görülenlerin yaşamına dokunarak, önce onları dinleyerek yaşadıkları sorunlarının çözümünün mümkün olduğuna inandırmaktan geçmektedir.

      Kapitalizmin derinleşen varoluşsal krizi dünya çapında hâkim yaygın egemen ideolojileri bir bir felce uğratıyor. Buna karşın kapitalizm karşıtı fikirlerin etkisi artıyor. Bu çerçevede işçi sınıfının ideolojisine olan ilgi de büyüyor. İşçi sınıfı ideolojisi henüz eskisi gibi çok etkili bir çekim gücüne ulaştığı söyleyemem ancak her geçen gün ona olan ilgi artmakta.

      Kendimizi dev aynasında görmeden objektif olarak ele alırsak gerçekliğimiz bu. Evet, kendi cephemizden bakınca karanlık henüz baskın karakterde olabilir. Ama bu karanlıkta boğulmayı gerektirmiyor. Tünelin ucundaki ışık kendiliğinden büyümez, sen ona yaklaştıkça ışık artar. Zifiri karanlık gecenin en karanlık anı sabahın ilk ışıklarına en yakın anıdır. Bunu da en iyi sınıf mücadelesine sarsılmaz bir bilinçle inananlar bilir.